Atatürk’ten ders

Mustafa Kemal Paşa, 8 Temmuz 1920 günü Büyük Millet Meclisi’nde yurt savunması kuvvetlerinin durumu ve milletin maneviyatı üzerine bir konuşma yapar. Daha düzenli ordu teşkil edilmemiş ve işgal Ankara kapılarına doğru ilerlemektedir. Konuşmanın yapıldığı gün Bursa, Yunan ordusu tarafından işgal edilmiştir… Meclis’te ve Ankara’da milletin maneviyatını bozacak şekilde konuşmalar yapılmakta ve söylentiler yayılmaktadır. Tarihi nitelikteki konuşma bugünlere de ışık tutar nitelikte... Konuşmanın tamamını Meclis Zabıtlarından okurlarımıza aktarıyoruz. Ara başlıklar Aydınlık’a aittir. 

‘BİZ MAKSAT TAKİP EDİYORUZ’

Mustafa Kemal Paşa (Ankara): Sırrı Bey, takip edilen gayedeki muvaffakiyete ait sağlamlık ve imanımızı ifade için bir tabir kullandılar. Buyurdular ki; bugün memleketimizin işgal edilen kısmı, bütününe nispeten ellide biri kadar olamaz. Dolayısıyla, bu kısmın düşman elinde bulunmuş olması, bütünün gayesinden vazgeçmiş olmasını hiçbir vakitte gerektirmez. Ben, Sırrı Bey'in ifadesinden bu manayı çıkardım.

 

Şimdi beyanatta bulunan ve görüşler belirten bir arkadaşımız da memleket işgal olunduktan, tahrip edildikten sonra artık yapılacak başka bir şey kalır mı, gibi gayet zayıf bir değerlendirmede bulundular ve kendilerinin müsaadeleriyle buna zayıf diyorum.

Bir defa bu değerlendirme, meselenin hakikatini ifade eder bir değerlendirme değildir. Efendiler, biz bir maksat takip ediyoruz. Bu maksadımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen dahil olacaktır. Bağımsız olarak milletimizin belli sınırlar dahilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, tamamı tahrip edilse, tamamı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan müdafaa ile meşgul olacağız. (Gayet şiddetli alkışlar.)

Dolayısıyla, iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. (Alkışlar.) Ben size açık söyleyeyim; efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır. (Alkışlar.)

 

Efendiler, maksadımız müdafaa için yapılan askeri harekâttır ve burada Erkânıharbiye Reisi'nin size verdiği malumat, askeri harekâtın fen dairesinde sevk ve idaresinden ibarettir. Asker olanlar pekâlâ bilirler ki, kuvvet, asıl hedefi teşkil eder. Müdafaaya memur olan kuvvet, asıl hedef ile meşgul olur. Mevkiler, hiçbir vakit söz konusu değildir. Bu teoriler belki eski askerlerin kafasında yaşar. Bir mevkii muhafaza etmeye çalışan bir ordu, bir kuvvet, mahkûmdur.

Fakat bu suretle verimsizlik mahkûmu, esaret mahkûmu olan, mağlubiyet mahkûmu olan, neticede o mevkii de muhafaza ve müdafaa edemez. Halbuki, bizce söz konusu olan, neticede maksada ulaşmaktır. Dolayısıyla, daimi kuvvetlerimizden azami derecede istifade edebilmek için, bugün ve belki yarın için, elimizde bulunan kuvvetleri idareli istihdam etmek mecburiyetinde kalacağız. Kuvvetlerimizi üstün düşman kuvveti, üstün düşman vesaiti karşısında yok olmaya düşürmekten ise, daima elimizde onu düşmana üstün bir hale getirecek güne kadar iyi muhafaza etmeye mecburuz. Dolayısıyla, bu halin hiçbir vakit bizde ümitsizlik doğurmayacağı kanaatindeyim. (Alkışlar.)

MÜSTAHKEM MEVZİ SAVUNMASI

Efendiler; bugün ilerleyen veyahut bir dereceye kadar ilerlemiş olan düşmana karşı alınan tedbirleri, gizli celselerde diğer arkadaşlarımla beraber izah etmiş idim. Burada ona dair bir şey söylemeyeceğim. Fakat düşmanla yakın bir temasta bulunan Bursa söz konusu oldu ve bir arkadaşımız demiş idi ki; Bursa düşse de ehemmiyeti yoktur. Fakat bu düşüş ne demektir? Bir yer düşer. Ne vakit? Eğer bir kale gibi müdafaa olunursa, eğer bir yerin etrafında mevcut kuvvet, harbi vesaitiyle nihayete kadar karşılık verir de düşman o müdafaa kuvvetini altüst eder ve o mevkie gelirse, o mevki düşer. Fakat bugün Bursa'nın böyle bir vaziyette olduğunu zannetmiyorum.

Yani orada mevcut olan bizim kuvvetlerimiz, doğrudan doğruya Bursa şehrini bir müstahkem mevki gibi müdafaa etmekte değildir. Belki Bursa'dan uzak ve hariçte açık sahra muharebesi yapmaktadır. Dolayısıyla, o kuvvetler Bursa şehrine bağlı değildir. Karşısında bulunan düşman kuvvetleriyle ancak hesap görmek mecburiyetindedir.

 

Dolayısıyla, olur ki, bu temasta ve bu muharebede Bursa'yı görmezden gelebilir. Tarihte bunun birçok emsali görülmüştür. Bursa'mız gibi tarihi ve bizim için gayet mukaddes olan bir şehri görmezden gelmek ağır gelir. Fakat askerlik sanatında gayet açık bir şekilde görmezden gelinebilir bir noktadır ve biz hepimiz bir asker gibi, bu gibi acı noktalara karar vermek alışkanlığını hasıl etmeye çalışmalıyız.

MEDİNE SAVUNMASI

Sırrı Bey (İzmit): O kararı verdik Paşa Hazretleri.

Mustafa Kemal Paşa (Devamla): Mesela, efendiler, belki başka bir münasebetle de arz etmiştim. Vaktiyle Medine'de bulunan askeri kuvvetlerimizi oradan alıp Suriye'yi müdafaaya tahsis etmekten çekinilmişti. Çünkü bütün kamuoyumuzda, Medine nasıl terk olunur diye düşünülmüştü. Halbuki dolayısıyla Suriye'yi tehlikeye koymakla Medine'nin tehdit edilmiş olduğunu hiç kimse nazarı dikkate almak istemiyordu. O zaman bazı arkadaşlarımız, büyük bir cesaretle karar vermişler ve demişlerdi ki, Medine tahliye olunmalıdır. Bu tahliye üzerine belki geçici olarak düşman oraya girerdi, fakat oradan kurtarılacak kuvvetler, Suriye'de muvaffakiyet temin eder ve belki bu muvaffakiyetin neticesinde Medine bizim elimizde kalırdı. Ani hissiyata ve birtakım asli, kati düsturların hilafında birtakım muhakemelere saparak gayeden uzaklaşmak, katiyen doğru değildir. Dolayısıyla, Bursa'nın düşmesi söz konusu olamaz. Belki Bursa civarında bulunan askeri kuvvetler, ileri geri, kuzeye güneye gidebilir. Böyle bir haber ve bir söylentiye kendimizi alıştırmalıyız ve böyle bir hadise ve söylenti karşısında hiçbir vakit telaşa lüzum yoktur.

YARDIMA GELECEK KUVVETLER

Efendiler; Azerbaycan'dan buraya bazı kuvvetlerin geleceğinden bahsolununca, ne lüzumu var, biz kâfi kuvvetlere sahibiz zemininde bazı sözler söylendiğini işittim. Yüksek heyetinizce malumdur ki, bizim hepimizin ve Heyeti İcraiye'mizin takip ettiği düstur, kendi maksadımızı, hayatımızı, şerefimizi kendi kuvvet ve mevcudiyetimizle kurtarmak ve temin etmektir.

Fakat mevcudiyetimize tasallut eden bütün Batı âlemi, Amerika da dahil olduğu halde, tabiatıyla azim bir kuvvet teşkil ediyor. Biz de şüphesiz esasta yalnız kendi kuvvetimize dayanmakla beraber, bizim hayatımızla alakadar olan bütün kuvvetlerden azami derecede istifadede kusur etmeyeceğiz ve böyle bir kuvveti reddetmek bittabi doğru bir şey değildir. Gelmekte olduğundan bahsedilen kuvvet ise, bizim kuvvetimizi pek çok artırmaz. Fakat yalnız Doğu ve İslam âleminin mukadderatımızla ne kadar yakından alakadar olduğunu göstereceği için bizce kıymetlidir. Bilhassa bu bakımdan, gelecek olan kuvvetin –ki belki daha çok kuvvetlerin öncülüğünü teşkil eder– özel bir kıymeti vardır.

SOVYET YARDIMI

Efendiler; bir de Bolşeviklik âleminden bahsolundu. Yine diğer zamanlarda da bahsolunmuştur ki; biz Bolşevikleri aramış ve bulmuşuzdur ve en son temasımız az çok maddi ve kati bir şekle girmiştir. Resmen Sovyet Cumhuriyeti'yle haberleşilmiştir. Pekâlâ cereyan eden haberleşme muhteviyatını biliyorsunuz. Sovyet Cumhuriyeti bizim muhtaç olabileceğimiz maddi yardımın hepsini vaat etmiştir. Silah, top, para vaat etmiştir. (Bravo sesleri, alkışlar.)

Eğer şimdiye kadar maddi olan bu yardımlardan istifade edememiş isek, o kabahat ne bizde ve ne de Sovyet Cumhuriyeti'ndedir. Belki son günlerde Kafkasya'da vukua gelen yanlış anlamalar neticesidir. Bu yanlış anlamaların tamamıyla önüne geçilmek üzere bulunuluyor efendim.

Efendiler; Yunanlılar vatanımızı çiğnemeye çalıştıkları halde, yine Batı hükümetlerinden bize yaklaşanlar vardır. Bu arada Fransızlar, bütün bu harekâta rağmen özel olarak son günlerde adam göndermişlerdir ve derhal Paris'te doğrudan doğruya siyasi münasebetlere girişmemizi bize teklif etmişlerdir. Bittabi bu temas ve münasebetin icapları yapılmaktadır ve yine bir arkadaşımız milletin ruhi ahvalinden bahsetti ve Belçika ile mukayeseye kalkışıldı. Belçika nerede, bizim memleket ve milletimiz nerede?

MANEVİ KUVVETİMİZ

Efendiler; ben de bazı arkadaşlarım gibi Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir. (Şiddetli alkışlar.)

Efendiler; her manzara, insanın kendi ruhunun ve hissiyatının tahrikleriyle ortaya çıkar. Korkak insanlar bu gibi manzarayı korkaklıkla karşılarlar, onun hakiki mahiyetine gözlerini dikmezler. Bizim milletimizin manevi kuvvet noksanlığı nerededir? Ben bunu iddia ediyorum, manevi kuvvetin düşkün olduğunu iddia edenler; Batı cephesinde, İzmir cephesinde Yunanlıların vuku bulan taarruzları karşısında filan veya filan cephede bulunan milli kuvvetler dağılmıştır, şu şekilde veya bu şekilde dağınıktır diyorlar. Evet efendiler, dağılmıştır. Fakat bu, avamın ifadesidir.

Efendiler, onlar dağılmamış, çekilmiştir. Şu istikamete veyahut bu istikamete çekilmişlerdir ve yürümüşlerdir efendiler. Dünyanın bütün askerleri, şimdi kınadığımız insanlardan daha iyi hareket etmez. Yalnız şeklen dönüşebilir. Akhisar cephesine taarruz eden üç Yunan fırkası olduğu halde, bunun karşısında bin beş yüz kadar milli kuvvetimiz vardı. Biz de onların içerisine dahil olsak ne yaparız? Efendiler, tabii çekiliriz. İşte Kuvayi Milliye'miz, on misli üstün bir kuvvet karşısında çekildiler.

GERİ ÇEKİLME

Çekilmek lazımdır. Eğer ölmek lazım gelirse, o da yapılır. Ölmek, ancak öldürmek maksat ve gayesine yönelik olmak lazım gelir. Fakat öldükten sonra hiçbir gaye temin edemeyecekse neye yarar? Gayeyi muhafaza edebilmek için, on misli kuvvet karşısında bu bin beş yüz kişinin çekilmesi lazımdır. Özellikle ancak bunlardan bin kişinin cephede bulunduğu ve geri kalanın da oradaki köy halkından ibaret bulunduğu nazarıitibara alınmalıdır. Esasen böyle gece gündüz talim ve terbiye ile meşgul olmayan insanlardan meydana gelen bir kütle, çekilmek için nasıl çekilir? Tabiatıyla, geriye döner ve yürür. Onun manzarası belki hoşa gitmeyebilir. Fakat bu çekilmedir ve çekilmekten ibarettir ve bunu daha fazla büyütmeye lüzum yoktur ve bu manzara, manevi kuvvetin olmadığına veyahut noksan bulunduğuna işaret etmez. Manevi kuvvetin noksanı orada değildir. Bizim kendi kalbimizde olabilir. O da yoktur ve belki bazılarında görülmüş ise, yalnız onların şahıslarına tahsis etmek lazım gelir.

Yoksa milletimizin manevi kuvveti gayet sağlamdır ve bu sayede bütün düşmanlarımızı galip vaziyetinden mağlup vaziyetine koyacağımızı ve genel emniyetin hasıl olmasını rica ederim. (Alkışlar.)

Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt. 9, 5. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015, s.27-30.