Çözülmenin kronolojisi
Aslında her şey 2010’da başlamıştı. Görünür olması için 13 yıl geçmesi gerekti.
Devrim’in Partisini dönüştürmek çok da zor olmadı. İktidar olma umudunu pompalamak ve ilkeleri “demokratikleşme” kılıfı ile tahribe başlamak yetti.
2010’da başlayan tarikat açılımı ve Berlin’de verilen “laikliğin tehlikede olmadığı” mesajlarını “özgürlüklerin genişletilmesi” sosuna bulayarak sunmak ilk adımlardı.
Demokrasi kavramının büyülü çekiciliğine kapılanlar, bu adımların ardındaki dönüşümü görmek istemediler. Kuşkusuz bunda liberallerin övgüleri de etkili oldu.
Öyle ya, yıllardır “laikçi ve statükocu” olarak eleştirilen Atatürk’ün partisi artık övgü almaya başlamıştı.
2011 seçimleri, Yeni CHP kavramının ortaya atılması sürecini de beraberinde getirdi. Artık CHP’nin amblemi de değişmişti. Altı Ok’un hemen altında ulu çınardan fışkıran yeni bir filiz yer alıyor, partinin sembolü olan kırmızı rengine AB mavisi de ekleniyordu.
2011 seçimlerinde yerel yönetimlere özerklik, eşit yurttaşlık, ana dilde öğretim kavramları Diyarbakır’da seslendirildi.
Ancak 2011 seçimlerinde demokratik açılım çabaları karşılık görmedi.
Hatta Hakkari’de yapılan bayraksız miting sonunda oylar 3,54’ten 0,9’a düştü. Benzeri sonuçlar Güneydoğu Anadolu’nun birçok ili için de benzerdi. 2007’de Bitlis’ten 8,65 alan partinin oyları 2011’de 1,7’e , Van’da 4,75’den 3,75’e, Bingöl’de 4,15’den 3,07’ye, Şanlıurfa’da 4,75’den 3,21’e, Mardin’de 6,92’den 3,71’e, Siirt’te 3,46’dan 2,88’e düştü.
Aynı düşüş 2015 seçimlerinde de devam etti. 2015’de alınan oylar şöyleydi; Van 1,5, Urfa 2,7, Muş 1,3, Mardin 1,4, Siirt 1,7.
İlkesiz siyaset sonuç vermemişti.
2011 Genel seçimlerinin ardından, 1,5 ay sonra AKP düğmeye bastı. Laiklikten endişe duymayan bir muhalefete sahip olmanın rahatlığıyla önce Kuran Kurslarındaki yaş sınırını kaldırdı. Ardından MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanundan “Atatürk Inkılaplarına ve Türk Milliyetçiliğine bağlı, Türkiye Cumhuriyetine bağlı gençler yetiştirmek” ibaresini çıkarttı.
Bu düzenlemelere CHP’den hiç tepki gelmedi.
2011 yılının 10 Kasım gününe gelindiğinde Atatürk’ün Partisinin bir milletvekili, Atatürk’ü Dersim İsyanı nedeniyle “katliamcı” ilan edecekti.
Partinin Genel Başkanı buna tepki gösterecek diye beklerken, genel başkan Atatürk’ü katliamcı ilan edene tepki gösteren milletvekillerine sopanın ucunu gösterdi. Onları disipline sevk etmekle tehdit etti.
2012’de Diyanet İşleri Başkanlığı Milli Eğitim Bakanlığı ile iş tutmaya başladı. Tarihler 20 Ocak 2012’yi gösteriyordu. İlkokul öğrencilerinin tatillerde Umre’ye götürecekleri kararı çıktı. Laik eğitimin mimarı CHP yine sessiz kaldı. İlerleyen günlerde bu işbirliği artacak okullardaki “Değerler Eğitimi” dersi Dinci Vakıflara terk edilecekti.
Andımızın kaldırılması gündeme geldiğinde CHP Genel Başkanı, toplumdan yükselen tepkiye cılız bir itirazla eşlik etti. “Doğruyum demenin, çalışkanım demesi nesi yanlış? Türk’üm demenin nesi yanlış?”
Sivil Toplum Örgütleri ve Eğitim Sendikaları Andımızın kaldırılmasının iptali için dava açarken, CHP dava açmaya bile yanaşmadı.
Laik eğitimi ortadan kaldıran 4+4+4 yasası ile “Kindar ve dindar gençlik” projesine artık sıra gelmişti. CHP kükreyecek diye beklerken Genel Başkanın mesajı, CHP grubuna o günkü Grup Başkanvekili tarafından iletildi. Yasa görüşmelerinde “laiklik vurgusu” yapmak yasaklanmıştı.
İş bununla da bitmedi. Yasa sonrası çıkarılan bir yönetmelikle ilkokulu bitiren 9 yaşındaki çocukların bir yıl, okula gitmeyip Kuran Kurslarında Hafızlık Eğitimi alması öngörüldü. Verilecek eğitim sadece Kuran’ı ezberlemek olacaktı.
Genel Başkan’dan “çıt” bile çıkmadı.
Hikaye böyle başlamıştı. Laikliğin yok edilme süreci hız kazanıyordu. Diyanet Akademisinin kuruluşunda CHP’nin olumlu oy vermesine şaşıranlar, sürecin aslında 2010’da başladığını bilmeyenlerdi kuşkusuz.
Farkına varılamayan bir şey daha vardı. 2010’dan bu yana yapılan deforme edilmiş laiklik tanımı. Genel Başkan israrla laikliği “din ve vicdan özgürlüğü” ile kısıtlayarak tanımlamayı sürdürüyordu. Bu konuda da AKP ile tam bir uyum sergiliyordu. Oysa CHP’nin Parti Programında yer alan laiklik tanımı çok kapsamlı şekilde yerli yerinde duruyordu.
Parti Programı;
“Laiklik kimsenin devletin ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki düzenini, kısmen de olsa din kurallarına dayandıramayacağı” ve “kimsenin siyasi veya kişisel çıkar ve nüfuz sağlamak amacıyla her ne surette olursa olsun, din veya dini duyguları ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağını” işaret ediyordu.
Dinin en yoğun biçimde siyasete alet edildiği bir süreçte Y-CHP, yoluna Y-Laiklik tanımı ile devam edecekti. Bu deforme edilmiş tanımına sığınmak acaba kimlerin işine gelmeye başlamıştı?
2011 Seçimlerinin ardından TBMM’de yeni Anayasa çalışması başlatıldı. CHP’nin Ulusalcı milletvekilleri genel merkeze rağmen şiddetle buna karşı koydular. AKP ile bir Anayasa yapılamayacağını anlatmaya çalıştılar. Ancak sonuç alınamadı.
Tartışmaların en can alıcı konusu “Türk Milleti” kavramı üzerinde sürüyordu. Türklüğü “etnik kimlik” olarak tanımlayanlar bu kavramın Anayasa’da yer almamasında ısrarlıydılar.
9 Mart 2012’de CHP Genel Başkanı, televizyonda Ali Kırca’nın sorularını cevaplıyor ve şöyle diyordu;
“Biz Anayasa’da etnik kimlik tanımı yapmayacağız, yapılmamalıdır. Biz bir imparatorluktan kurduk cumhuriyeti. Biz bir üst kimlik tanımı yapacağız.”
Üst kimlik tanımını da açıklıyordu; “Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı”…
Böylece “Türk’üm” demek de tarihe mi karışıyordu?
CHP’deki Ulusalcı Kanat sayıca azınlıkta olsa da çok aktifti. CHP’nin dönüştürülmesine direniyor, Genel Merkezi de rahatsız ediyordu.
Liberal kanat ise dönüşümden yana büyük çaba içindeydi. Aslında tablo açıktı; CHP ideolojik bir bölünme yaşıyordu.
“CHP’nin Ulusalcı, kafatasçılarla yürüyemeyeceği” açıklamaları basında yer alırken, bu açıklamaları yapanların Genel Başkanı işaret ederek “ Genel Başkanın bu açıklamanın arkasında olduğunu söylemesinin kendilerini rahatlattığını” yine basın aracılığı ile duyurmaları tabloyu netleştiriyordu.
2013’de bir başka milletvekili ise Milliyet Gazetesi aracılığı ile “Türk kimliğinin ortak kimlik işlevi görmediğini” açıklarken, bir genel başkan yardımcısı Fethullah Gülen organizasyonu olan Abant Toplantılarında “Hiçbir resmi belgede, Türk Vatandaşlığının sosyolojik tanımının olmaması gerektiğine, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığının yeterli olduğuna” işaret ediyordu.
“Hem ulusalcı hem solcu olunamaz” demeçleri de ulusalcı kanadı hedef göstermenin bir başka yolu olmuştu.
Ulusalcıları hedef alan her demeç CHP Genel Başkanı tarafından hoşgörüyle karşılanırken, buna karşı açıklama yapanlar disipline sevk edilmekle tehdit ediliyordu.
2014, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı ile CHP’nin derinden bir kırılma yaşadığı yıl oldu. 20 milletvekili adaylığı onaylamadı ve imza vermedi. 50 eski CHP milletvekili adaya karşı çıktı. Seçmen, “tıpış, tıpış” sandığa gitmedi. CHP Genel Başkanı, tek başına aldığı ve bedelini ödemeye hazır olduğunu söylediği bu karara karşın, faturayı ulusalcı kanata ve seçmene kesip, yine istifa etmedi….
Yapılan Olağanüstü Kurultayda “CHP’nin elitistlerinin rakı masalarında Türkiye’yi kurtardıklarını” söyleyip haykırdı. “ Bunlardan Partiyi temizleyeceğim !”
Ve temizledi !!!! Bir kısmını ihraç etti, kalanını seçimlerde eledi.
“Dersimli Kemal’im ben, Devrimci Kemal’im” sözleri Kurultaya damga vurdu.
Yoluna Dersimli Kemal olarak devam ederken yanına Atatürk’e “Kefere Kemal” diyenleri aldı. “Cemaat Türkiye’nin bir büyük gelecek projesidir” diyenleri danışmanı yaptı.
CHP’yi onlarla dizayn etti.
Atatürk’e Kefere diyenlerin “Ulusalcılar koparsa CHP güçlenir” telkinlerini sahiplendi. Bununla da kalmadı, 1 Mart 2015’te CHP’nin Atatürk’e kefere diyen Genel Başkan Yardımcısı Diyarbakır’da konuştu ve “Ulus Devletin miadı dolmuştur” dedi. Ulus Devleti kuran partinin genel başkan yardımcısı, Ulus Devletin imhasını önerdi !
CHP Genel Başkanı, CHP’yi ideolojisinden, tarihinden, kutsallarından kopardı. Kimliksiz ve ilkesiz bir fırsatçılığa soyundu.
Bunları bugün yapmadı.
2023 sadece bunların görünür olduğu bir yıl oldu.
Filmi geriye sarınca gerçekler gün yüzüne çıkıyor sadece….
CHP’nin tarihiyle yüzleşmesini öneren karanlık akımın temsilcileri bilmelidir ki CHP seçmeninin öncelikle CHP’nin son 13 yıllık tarihiyle yüzleşmesine ihtiyacı vardır.
Atatürk’ün partisini ilkelerinden koparıp, dönüştürenlerin, CHP’nin Kemalist, devrimci ve partisine sadakatle bağlı milyonlarca seçmenin duygularını ve gelecek umutlarını sömürmeye hakları yoktur.