GÖKBÖRÜ
GÖKBÖRÜ
Mete Han, Türkleri tek çatı altında toplamaya kara verdiğinde yolundan döndü mü, dönmedi. Çinliler ülkesindeki çorak bir toprağı istediğinde, ‘vatan toprağıdır’ diyerek kurultaya karşı çıktı. Vatan toprağını her şeyin üzerinde tuttu.
Çi-çi, kardeşi Ho-Han-Yeh Çin’e boyun eğerek bağımsızlığından vazgeçmeye meyilliyken, yok olacaklarını bile bile, ruhu esaretin kızgın zincirini kabul edemedi, bağımsızlığı tercih ederek yıkılmayı göze aldı. Bağımsızlık, Türk’ün karakterinde vardı.
Esarete alışamayan Türkler Kür-şat önderliğinde, Çin sarayını bastı. Çinlilerin askerlerine karşılık, 40 çerisiyle kanlı bir ölüme yürüdü. Uzun yıllar esaret altında kalan Türklerin yüreğinde, ruhunda bağımsızlık ve direniş ateşini yakarak, isyan etmelerini sağladı. Sonrasında Kutluk Devleti kuruldu. Türkler yeniden bağımsız oldu. Bunun öncesinde de Türkler. demirden bir dağı eritmişti Ergenekon’da.
Türkler bu yaşadıklarını maalesef ayrıntılı bir şekilde kayda almadılar. Ancak Orhun Abideleri’yle Türklerin bağımsızlığı, adaleti, dünya hâkimiyeti, milletlere saygısı vd. gibi devlet anlayışını anlattığı bir çok husus kaydedilmişti. Türkleri anlamak için önce coğrafyayı anlamak gerekir. Orta Asya çok çetin bir coğrafyaydı. ‘Her Türk Asker Doğar’ düsturu da oradan geliyor. Ayakta kalamayan, güç kaybeden olursa o coğrafyada barınabilmesi imkânsıza yakın. Bunun için Türklerin büyük bir çoğunluğu göç etmek zorunda kaldı.
Cengiz Han, ne kadar yıkım ve korku yaratmış olsa da, Dünya’ya iz bırakıp, çok güçlü bir ordu kurdu. En büyük başarısı, askeri gücü ve zekâsıydı. Boyun eğmedi ve Moğollar onun geleneğini sürdürdü. Ki Orta Asya’nın en önemli iki soyu, Cengiz ve Oğuz Kağan’dır. Nitekim Timur yeni Cengiz Han olmak istiyordu. Ve onun kadar başarılı olabilmek için elinden gelenin fazlasını çok kısa bir süre içerisinde yaptı. Büyük ve Küçük Asya’yı ustalıkla yönetti.
Avrupa Hun İmparatoru Attila, Avrupa’nın büyük bir kısmını yönetti. Özellikle Balkanların Türkleşmesinde etkili oldu. Doğu Roma’yı haraca bağladı. Bugün Macaristan Attila’yı atası olarak kabul ediyor.
Türkler durdu mu, hayır. Talas Savaşı’yla Arap ve Fars coğrafyasına giriş yaptılar. İslâmın bayraktarı olan devletler kurdular.
Alparslan, Anadolu’ya Türklerin çok daha fazla yerleşmesini sağlayan Malazgirt Savaşı’nda Romen Diyojen’i yenilgiye uğrattı. Sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla Bizans’ın burnunun dibine Türkler yerleşti. Anadolu Türklerle dolmaya başladı. Dörtnala Uzak Asya’dan iklimlere hâkim oldular. Türkler asker doğar, at üstünde uyur, seyahat eder, savaşırlardı.
Anadolu’da herkes Moğol baskısı altındayken, Osman Gazi, Alpleriyle beraber yıllar sonra bitti denilen yerde yeniden bağımsızlık ateşini yaktı. Bu ateş yüzyıllar boyunca yandı, kor oldu. Engeller yok muydu, vardı elbet. Her zaman bir Ho-han-yeh çıkabilir. Ya da kardeş kanı dökülebilirdi. Ancak devlet yaşatılmalıydı. Biri birinden üstün gelmeliydi. Töre bunu gerektiriyordu. Devlet herkesten, her şeyden üstün gelirdi.
Orhan Gazi, babasından kalan mirası bırakmak bir yana Rumeli’ne kadar genişletti. Ordunun ve bürokrasinin temellerini attı. Hatta aşırıya kaçarak devletin gerçek anlamda kurumsallaşmaya başladığı dönem olduğu için kurucu diye anabiliyoruz.
Ardından ne yazık ki Süleyman Gazi’nin ölümüyle taht Murat Hüdavendigâr’a kaldı. O ne yaptı, uzunca yıllar TSK’nın kuruluşu olarak kabul edilen Yeniçeri Ocağı’nı kurdu, yani kapı kullarını. Tabii ki TSK’nın kuruluşu günümüzde Metehan dönemi olarak kabul edilir.
Fatih Sultan Mehmet dönemine geldiğimizde imparatorluk haline gelmeye başladık. Herkesin inancını yitirmek ne kelime, imkânsız gördüğü şeylerin fatihidir 2.Mehmet. Örülen korku ağlarının hepsini yırtıp attı. Avarların, Emevilerin alamadığı İstanbul’u, Fatih yıllar sonra almıştı. Ve bunu hiçbir zaman kimse sindiremedi. Bazı başarılar sindirilemez, o kadar büyüktür, İstanbul’un fethi öyle bir başarıydı.
Türkler aradan geçen yıllarda elbette Oğuz Kağanı biliyorlardı. Töreleri bunu gerektiriyordu. Fakat ilk defa bir imparatorluk haline gelinmiş ve Orta Asya’daki göçebe hayatın etkileri Anadolu’nun bir çok bölgesinde yaşasa da, hanedan ve bürokraside unutuldu. Atlamamak gerek, Türklerde arşivcilik çalışmaları Osmanlı Devlet anlayışı ile birlikte gelişim göstermiştir. Bu yüzden hem göç hem de farklı kültürlerin etkisiyle eski kahramanlıkların bazıları hatırlanabilir. Bu doğal bir sonuçtur.
Diğer doğal sonuç ise şudur: nasıl ki Fatih Sultan Mehmet, büyük komutanları, devlet adamlarını örnek aldıysa, ondan sonra başa gelen kadrolarda Fatih Sultan Mehmet Han’ı örnek aldılar. Yavuz Sultan Selim’in erişilmesi zor başarısı her daim dilden dile dolaştı, yazıldı. Hazine bile yıllarca vasiyeti üzerine onun mührüyle mühürlendi.
Osman Gazi’nin yaktığı, Fatih’in büyüttüğü bu ateş 3. Mehmet döneminden sonra çok çetin mücadele ve sınavlarla imtihan oldu. Bir yazıya sığmaz. Ancak devlet elinden gelenin fazlasını yapmaya çalıştı. (Osmanlı ne yaptı ki, şöyleydi, böyleydi gibi temelden ve içerikten yoksun yorumlar yapanlar, biraz olsun okuyunuz. Hatta Türkleri de değil yabancı tarihçileri okuyun mümkünse. Eğer devlet bir şeyler yapmamış olsaydı kurtuluşun kadroları yetiştirilemezdi. Elbette portreleri incelerken sadece devlet tarafından gelişim değerlendirilmemeli.)
Türklerin altında yaşadığı bu çadır, gün gelip mezar olacaktı. Yıllardır yurt belledikleri Anadolu’dan öylece gidecekler miydi? Hayır. Asya Hun Devleti’nden itibaren karakterimiz haline gelen bağımsızlık için, vatan için canımızı vermeye hazırdık.
Bir gökbörü daha yaratmıştı Türkler; Mustafa Kemal Atatürk.
Ki onun gibi nice bozkurt Anadolu’nun dört bir yanında düşmana karşı savaşıyordu. Ancak gökbörü oydu. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden yeni bir devlet doğmuştu. Türkler esareti kabul etmemişti. Bu savaşta önder, kurucu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü.
Demem o ki; biz Türkler her daim kendimize bir rol model seçtik. Buna ben gökbörü diyorum. Yani yol gösteren. Farklı zamanlarda bizim gökbörülerimiz değişti, yerini başkaları aldı ancak hepsi bizim için hala önderdir, yol gösterendir, örnektir. Kim ki bu önderleri takip eder, onlar Türk’tür.
Küllerinden bir Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Yine herkesin ‘bitti’ dediği yerde, yine bir gökbörü başı çekti.
Ozan Utku ARICAN
Tarihçi-Yazar