Hamas ve Kuvayı Milliye
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çarşamba günü Ak Parti Meclis Grup Toplantısında HAMAS ile ilgili sözleri dünyada değişik eleştiri ve yorumlara, değişik tepkilere neden oldu.
Ne dedi C.başkanı Erdoğan,” "Hamas terör örgütü değil, kurtuluş ve mücahitler grubudur".!
Başka ABD olmak üzere AB ülkeleri ve İngiltere’nin ‘terör örgütü’ olarak gördüğü, Hamas’ı İŞİD ile örtüştürdüğü ve İsrail’in Hamas’a karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonları, fütursuz saldırganlığı kendisini savurma hakkının gereği olarak gördüğü koşullarda C.başkanı Erdoğan’ın bu çıkışı ve yorumunun, değerlendirmesinin etkilerinin ve tepkilerinin uluslararası alanda çok farklı ve sert olacağı belli idi.
Hamas konusu hassas ve karmaşık bir konu ve Hamas konusunda verilecek bir tepkinin veya yapılacak bir yorum konusunda üzerinde defalarca durulması ve kullanılacak sözlerin nereye gittiğinin iyi tartılması, iyi bilinmesi gerektiği açık.
Cumhuriyet’in 100.yılının kutlandığı günümüzde bu konudaki hassasiyet daha da önem kazanıyor ama baştan belirtelim: Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşının daha Samsun’a yola çıkmadan ve çıktıktan sonra işgalci İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, Yunanlılar açısından isimleri de lakapları da belli idi: Eşkiya, bolşevikler, kızıllar. komünistler, dinsiz imansızlar, Padişah düşmanları vb…
Ulusal kurtuluş savaşı, Emperyalizme karşı muzafferiyetle sonuçlanmış dönemindeki tek milli savaştı. Bu savaşta Kuvayı Milliye’nin özel bir konumu ve yeri vardı. Nizami bir düzen ve örgütlülükten büyük ölçüde yoksun, gönüllülük temelinde halkın en ileri ve en savaşçı kesimlerini içinde barındıran Kuvayı milliye, çete savaşlarıyla öne çıkan gönüllü silahlı halk hareketi ve halkın direnişi ile bir savunma örgütüydü.
Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye’nin oluşumunu şöyle özetler:
” Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, 'ordu' adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna Kuva-yi Milliye diyoruz...”
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkışları sonrası özellikle Sivas Kongresine kadar uzanan süreçte işgal altında Anadolu’nun dört bir yanında kurulmuş birbirlerinden ayrı ve habersiz milli hareket ve cemiyetleri bir ve tek çatı altında toplama çabaları ile büyük ölçüde merkezi bir örgütlülükten ve hiyerarşiden yoksun gönüllü ve düzensiz silahlı birlikleri düzenli ordunun bileşenleri ve paydaşlarına dönüştürme çabası ve mücadelesi biliniyor.
Kuvayı Milliye tarihi incelendiğinde mücadelenin hiçbir aşamasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kuvayı Milliye müfrezelerini bireysel teröre yönlendirmesi görülmez. İşgalin en karanlık günlerinde bile sivil halka zarar verecek, ne bir intihar bombacısı, ne bir gelişi güzel suikast ya da silahlı, bombalı saldırı görülmez. Sivil halka zarar verecek en küçük bir davranış, eylem bile yasaklanmıştır ve suçtur.
Kronolojik olarak HAMAS’ın kuruluşundan günümüze gerçekleştirdiği eylemlere baktığınız da ise kara ve kanlı bir tablo çıkar önünüze. Merak eden internette geogle’leye girsin baksın. İntihar saldırıları, bombalı saldırılar, roketli saldırılar da onlarca ve yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği görülür.
Öyle ki, tüm düzensizliğine ve merkezi örgütlülükten yoksunluğuna karşın Kuvayı Milliye tarihinde böylesi bir tane kötü örnek bulamazsınız, yoktur. Durum tarihsel olarak böyle olmasına karşın emperyalist işgalcilerin, halkın Anadolu isyanına ve Kuvayı milliyeye, mücadelesine bakış açısı 100 yıl önce ne ise bugünde değişmemiştir. Emperyalist işgalciler için Kuvayı Milliye de bir terör örgütlenmesidir ve Mustafa Kemal de bir eşkıya başı olarak öldürülmesi gereken liderdir. Kimse kimseyi kandırmasın, ne yazık ki tablo budur.İmha etmeye çalışmışlar ama başaramamışladır.
Hamas ile Kuvayı Milliye’nin kıyaslanması tarihsel, toplumsal ve askeri açıdan fiziken mümkün değil. Her ikisi de işgal koşullarında ve ortamında öne çıkmış ama kuruluş ve oluşumları, işleyişi, felsefesi farklıdır. Kuruluş ve oluşumunda dürtü benzerlik taşıyabilir ve işgal koşullarında çaresizlik temel unsur olabilir ama bu kadar. Bu nokta da tarih bilimi ve kendi tarihini iyi bilmek, malik olmak önem kazanıyor.
Kuruluş ve oluşumu, mücadelesi 1948 yılına uzanan örgütün sivillere, askerlere yönelik onlarca ve yüzlerce insanın yaşamına mal olan eylemleri 90’lı yılların başında ve 2000’li yıllarda başta ABD ve AB ülkeleri, Kanada, Japonya, İngiltere ve İsrail’in örgütü ve örgütün askeri kanadını oluşturan İzzettin Kassam Tugayları’nı terör örgütü listesine almasını beraberinde getiriyor. Burada ayraç, bu Batılı ülkeler olmaktan öte örgütün ve askeri kanadının kullandığı yöntemler ve saldırılardır. Bu saldırı ve eylemlerde bireysel terörist faaliyetlerin öne çıktığı, baskın olduğu gözlemleniyor. Kuşkusuz, bunda temel etken ve neden, işgalin ve uygulanan şiddetin acımasızlığı ve ağırlığı ve yarattığı çaresizlik olarak görülebilir ama bu zevahiri kurtarmıyor. Şiddet bir alamda karşısında ters orantılı olarak yine şiddeti yaratıp, besliyor.
Bu durum kaçınılmaz olarak Hamas’ın kuruluş ve var oluş ,oluşum nedenlerinin sorgulanmasını gerektiriyor ki, bu noktada da Kuvayı Milliye ile yollar ayrılıyor. Hamas, ideolojik ve politik, felsefi açıdan İslami motiflerden hareketle dinci ve dinsel bir örgütlenme.1987 yılında Ahmed Yasin,Abdulaziz el Rantisi ve Muhammed Taha tarafından ilk intifa başlangıcında Mısır Müslüman Kardeşler örgütü, partisinin Filistin kanadı olarak kurulmuş bir yapı ve programı açık ve net. Filistin. Müslüman olmayan ülkelerle çevrili ve ‘kutsal savaş’ verilerek, Filistin Müslümanlarca yönetilmeli ve mevcut İsrail yönetimi, devleti yok edilmeli. Temel ayrım ve düşünce farklılığı bu nokta da başlıyor ki, Hamas’ın Filistin Kurtuluş Örgütü EL Fetih ile silahlı çatışmalara varan ayrışmasının öncelikli nedeni de bu. Hamas’ın bu siyasi hedeflere ve amaca ulaşmanın temel yollarından biri uzlaşmasız silahlı mücadele. 2023’e uzanan süreçte ciddi siyasi kırılmalar , gel git’ler yaşansa da silahlı direnç ve direniş asli rol oynuyor.
C.başkanı Erdoğan’ın Hamas’ı bir kurtuluş ve mücahiıler grubu olarak tanımlaması kendi zaviyesinden bakıldığında ve değerlendirildiğinde doğal ama bir Kuvayı Milliyeci, bir Mustafa Kemalci zaviye açısından bakıldığında Hamas’ın sahip olduğu düşünce kalıbı çok dar ve sığ. Hamas.işgale karşı mücadele veren bir kurtuluş örgütü ve mücahitler grubu olarak tanımlanabilir ama ötesinde Hamas’a vasıf yüklemenin fazla anlamlı olmadığı da açık bir gerçek.
C.başkanı Erdoğan’ın ulusal ve uluslararası alanda bu tanımlama ve değerlendirmeler sonrası işi ise çok zor. ABD ve küresel imparatorluğun. Batı’nın alenen Hamas’a savaş ilan ettiği bir ortamda bir anlamda Hamas’a sahip çıkmak bir cesaret gösterisi olmaktan öte siyasi açıdan bir intihar girişimi olarak görülebilir ve faturası çok ağır olabilir.
Türk Milli Kurtuluş mücadelesinin ve KuvayıMilliye’nin başarının ,emperyalizmi yenmesinin en temel nedenlerinin başında dünyanın o günkü koşulları içinde Sovyetler Birliği’nin varlığı ve gücü geliyor. Bu varlığı ve gücü yok sayamazsınız. Dünya tek kutuplu bir dünya değildir ve Batı’nın korkusu ve kabusu Sovyetler’in varlığı ve Sovyet iktidarının yayılmasıydı. Bugün böyle bir risk yok.
O nedenle C.başkanı Erdoğan’ın Hamas konusundaki söylemi bugün için hem stratejik açıdan hem Türkiye, hem şahsı, ailesi, partisi, iktidarı nem de millet açısından tam bir ulusal güvenlik sorununa dönüşmekte. Emperyalizmin küresel hamisi ABD ve Batı açısından bu söylem ve anlatımlarla Türkiye, hedef tahtasına taşınmış durumda ve bunun sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Başta ABD ve küresel güç odakları bir şekilde zamanı geldiğinde Başkan Erdoğan ve partisiyle, iktidarı ile ve milletle hesaplaşmanın ve fatura ödetmenin yolunu arayacaktır.
Başkan Erdoğan’ın bu gerçekleri ve riski bilmemesi mümkün mü? Değil ve bu da ayrı bir yazı konusu.
Her savaş kendi özgünlüğü ve koşulları içinde vücut bulur. Sabit ve stabl bir yol ve yöntemi yoktur. Hamas ve işgalci İsrail güçleri arasındaki savaşın gün geçtikçe teolojik bir karaktere dönüşmesi, inanç ekseninde dinler arası bir hesaplaşmaya evrilmiş olması hesaplaşmayı lokal alandan bölgesel ve küresel boyuta taşıyor. Unutulmamalı ki, dünyada 2 milyara yakın Müslüman nüfus var. Siyonist teolojik saçmalıklar ile, vaat edilmiş topraklar gibi yayılmacı ve faşist saldırgan eğilimlerin 21.yüzyıl dünyasında insanlığı galebe çalabilmesi ise mümkün değil.
Esen kalın…