Tarihsel ve toplumsal yürüyüş
Tarihsel bellek ve tarihsel hafıza ülkeler ve halklar açısından vazgeçilmez önemde. Hangi coğrafyanın ve hangi kıtanın insanı olursanız olun, dününüzü ve geçmişinizi bilmek, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi, tarihsel duruşunuzu bilmek. İdrak etmek zorundasınız.
Ülkeyi ve geneli koyduk bir yana Bandırma gerçeğinden hareketle tarihe bir yolculuğa çıktığınızda kelimenin tam anlamıyla kendinizi çırıl çıplak ve çaresiz, koca bir boşluğun içinde bulursunuz. Çünkü, en ilgisiz ve en bilgisiz alanımızdan söz ediyoruz. Günlük koşturmaca anımızı, günümüzü, hayatımızı alır. Dün dün de kalmıştır önemsemeyiz. Farkında değiliz. Önemsemediğimiz aslında kendimizizdir ve rüzgarda savrulan bir yaprak gibi köksüz ve temelsiz savrulur, gideriz.
Oysa ki, Orhan Gazi’nin 1345 yılında Dursun ve Demirhan Bey isminde iki kardeşin kanlı hesaplaşması 1361 yılında ortak olması ve Karesi Beyliğini Osmanlı Devleti’ne katmasıyla Bandırma ve yöresindeki yerleşimlerin Türklerin egemenliği altında başlayan tarihsel ve toplumsal yürüyüşünün miladı o günlerden başlar. Binlerce yıllık bir yürüyüştür bu.
Mütevazi bir sahil balıkçı köyünden Cumhuriyetin 100.yılını kutlayan koca,150-200 bin nüfuslu koca bir kente…Binlerce ve yüzlerce yıllık muhteşem zenginlikleri ve iyi kötü yaşanmışlıkları anımsayın, korkunç bir tablo film gibi beliriyor gözlerinizin önünde. Aslında kendimizden kaçırmıyoruz bu tarihsel geçmişi ve zenginliği, bebe ve çocuklarımızdan kaçırıyoruz.
Evet, Osman Beyin kapısını çaldığı ve feth ettiği bu sahil köyünde o zamanda insanlar yaşıyordu. Bizans artığı Rumlar, Ermeniler ve nice envai çeşit halk Türk ve Müslüman nüfus ile iç içe ve Osmanlının egemenliği altında birlikte kardeşçe yaşıyordu.
Şaka falan değil, bu egemenlik ve yaşam700-800 sene sürdü. Cumhuriyetle hangi akla hizmetse dün ve geçmişle kurulmuş bu tarihsel ve toplumsal köprüyü garip bir biçimde yıktık, parçaladık. Oysa ki, günümüzde bile Osmanlı egemenliği altında halkların birliği ve yüzlerce yıllık egemenliği ve yönetimi başlı başına inceleme ve bir ders konusu olmuş durumda.
2024’ün Bandırma’sında tarihsel ve toplumsal, kültürel açlığımız had safhada. Bu alanda yapılan akademik ve bilimsel çalışmalar, tarihsel araştırmalar ya ilgisizlikle karşılanıyor ya da sahipsiz. Yılar sonra MYSİA kitabı ile ilk çalışmalardan birini yapmanın onurunu yaşadım. Sonra 17 Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Zekai Mete yanı sıra bir çok isim bu kervana katıldı. Töre Sivrioğlu’nu unutmak mümkün değil. Osmanlı ile Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki kopmuş tarihsel ve toplumsal, kültürel köprüyü yeni baştan imar etmenin hamallığına soyundular. Dününüz, acı ve tatlı muhteşem bir geçmişiniz var unutmayın dediler. Hangi akla hizmetse tarih ve kültür elçilerine sırtımızı döndük, yanlış yaptık.
Oysa ki, dün, geçmiş hiçbir zaman çok uzak değildi. Biz görmedik, görmezden geldik. Örneğin, çocukluğumdan anımsarım. Mahallemizde bir dönme Ermeni ve bir dönme Rum vardı. Ya barınamayıp gittiler ya da ölüp yittiler. Onlar da bu toprakların, bu kentin insanları, Bandırma’lıydılar.
Muazzam bir servetin üzerinde oturuyoruz ama farkında değiliz. Delikanlılık yıllarında özellikle Yunanistan’dan Bandırma’yı ziyaret eden Rumların gözyaşı dökerek bu topraklarla ve denizle hasret giderdiğine tanık olmuşumdur.
Tarihimiz ve kültürümüzle davalı değil, barışık olmak zorundayız. Bizler Selçuklu, Osmanlı torunları ve Cumhuriyetin çocuklarıyız. Soyunu sopunu inkar eden bizden değildir. Bu kadar basit.
Esen kalın..