Türk Birliği ve TURAN..!

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Orta Asya ABD'nin bölgede kontrolünü kurması için öncelikli bölgelerden biri haline geldi. Washington'un eski Sovyet cumhuriyetlerinin (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan) enerji kaynaklarına (özellikle petrol, değerli metaller ve radyoaktif maddeler) erişiminin yanı sıra Avrasya'nın ulaşım ve lojistik koridorları üzerinde kontrol sahibi olması gerekiyordu.

ORTA ASYA’DA ABD İÇİN SONUN BAŞLANGICI

Başlangıçta işler Atlantik Cephesi için iyi gidiyordu. ABD, Afganistan’ı işgale başladığında Özbekistan ve Kırgızistan'da askeri üsler kurdu.

Ancak Washington'un 2005'te Özbekistan'ın iç işlerine müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmesinin ardından, “demokrasi derslerinden” memnun olmayan Taşkent, Amerikalıların ülkeyi terk etmesini istedi. 2014 yılında ise Kırgızistan ile askeri işbirliği sona erdirildi.

Afganistan'daki fiili yenilgiden ve Amerikan askeri gücünün oradan çekilmesinden sonra Beyaz Saray, üslerinin Orta Asya ve Pakistan'da konuşlandırılması konusunda tekrar anlaşmaya çalıştı.

Ancak bu teklif kesin bir dille reddedildi. Aynı konuyu Rusya ile müzakere etme girişimi ise oldukça garip görünüyordu ve sonuç beklendiği gibi olumsuz oldu.

 

DEVAM EDEN İHTİRASLAR

Ancak bölgenin “kalpgâhı” üzerindeki kontrol, ABD'nin temel stratejik hedeflerinden biri olmaya devam etti. 2015 yılında Demokrat Barack Obama döneminde Orta Asya+ABD formatı (C5+1) oluşturuldu. O dönemde Beyaz Saray, özellikle Çin'in Kuşak Yol Girişimi çerçevesinde bölgedeki işbirliğini genişletme planlarından endişe duyuyordu.

Donald Trump'ın başkanlığı döneminde C5+1 bünyesindeki işbirliği devam etti, ancak girişim, dışişleri bakanları seviyesinden bölgesel koordinatör yardımcıları seviyesine indirildi.

Joe Biden'ın Beyaz Saray'a gelmesiyle birlikte ABD, Orta Asya üzerinde kontrol sağlama çabalarını yeniledi. Geçen sonbaharda C5+1 zirvesi ilk kez devlet başkanlarının katılımıyla düzenlendi.

ABD’NİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Ancak ABD'nin Orta Asya'da hâkimiyet kurması mümkün değil, çünkü Çin, Rusya, Türkiye ve İran bu bölgede oldukça güçlü ortaklıklara sahip ve faaller. Onları bir kenara itmek mümkün gözükmüyor.

Amerikalılar Rusya ve İran'ı, Bush’un Irak işgali döneminde kullandığı terimle “şeytan ekseni” ülkeleri ilan edip yaptırımlarla boğmaya çalışsalar da, büyük ekonomileri ve güçlü, dirençli orduları olan köklü devletler olduklarına şüphe yok.

Çin her geçen gün Orta Asya devletleri ile işbirliğini geliştirirken; Türkiye zaten Orta Asya ile tarihi, kültürel, ekonomik birçok güçlü bağa sahip. Türkiye, kâğıt üzerinde ABD'nin müttefiki gözükse de uzun bir zamandır hedefi haline gelmiş durumda.

Hatta ABD’nin bölgede Türkiye, Suriye, Irak ve İran topraklarını parçalayarak kurmak istediği Kürdistan adı altında bir İkinci İsrail planının da Orta Asya’daki enerji kaynaklarını kontrol hedefinin önemli bir parçası olduğu biliniyor.

ABD’NİN YÖNTEMLERİ VE KAZAKİSTAN ÖRNEĞİ

Bu devletlerle hesaplaşmak için ne yeteneği ne de isteği olan Amerikalılar en sevdikleri yönteme başvuruyorlar:

Jeopolitik rakiplerinin devletlerini içeriden yıkmaya çalışıyorlar. Hep aynı denenmiş ve test edilmiş yöntemlerini kullanıyorlar: Kendilerine bağımlı hale getirilen iç muhalefet aracılığıyla huzursuzluk yaratmak, darbeler planlamak ve ardından kuklalarını iktidara getirmek.

Ocak 2022'de ABD bu senaryoyu Kazakistan'da hayata geçirmeye çalıştı. Protestolar Kazakistan'ın batısındaki gaz üreticisi Janaözen şehrinde başladı, ardından Almatı ve diğer bazı büyük şehirlere yayıldı.

Protestocular ekonomik taleplerden, hükümetin istifasını ve ülkenin ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in siyasetten tamamen uzaklaşmasını da içeren bir dizi siyasi taleplere yöneldi.

Hükümet binalarının kundaklanması ve yağmalama gibi kitlesel ayaklanmalar, ancak ülkede olağanüstü hal ilan edilip Kolektif Güvenlik Antlaşma Örgütü Barış Gücü ülkede konuşlandırıldıktan sonra önlenebildi.

TÜRK DÜNYASININ ÇIKARLARI KİMLERLE KESİŞİYOR?

ABD'nin Doğu Avrupa, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Kafkasya ve Batı Asya’daki tüm politikası Çin, Rusya, İran ve Türkiye’yi zayıflatmayı, izole etmeyi ve bu ülkelerin geliştirdikleri projeleri yok etmeyi amaçlıyor. Washington, Orta Asya'da da aynı hedeflerin peşindedir. Bu hedefler, sadece Rusya ve Çin'in değil, Türkiye de dâhil olmak üzere tüm Türk dünyasının çıkarlarına tamamen aykırı.

SORUNUN ADINI KOYALIM!

Washington'un müdahale ettiği her yerde kargaşa ortaya çıkıyor, savaşlar patlak veriyor, ayrılıkçı veya aşırılıkçı terör yükselişe geçiyor ve devletler yıkılıyor. Dolayısıyla Kıbrıs meselesi, Suriye meselesi, Ukrayna meselesi, Orta Asya meselesi, Tayvan meselesi, Filistin meselesi hepsi büyük bir sorunun parçasıdır. Bu sorunun adı da ABD hegemonyacılığıdır.

ABD'nin bölgedeki tahakküm girişimlerine ancak Karadeniz’den Umman Denizi’ne oradan Orta Asya’ya ve tüm Avrasya’ya kadar ortak bir strateji izleyerek, kolektif Batı'nın saldırılarına birlikte direnerek karşı koymak mümkün.

ABD ile işbirliğinin bugüne kadar hiç kimse için iyi bir şey getirmediği ve getirmeyeceği açık. Bu anlamda Amerikalılar tarafından Ukrayna'daki savaşın sponsorluğuna sürüklenen Avrupa Birliği'nin çöken ekonomisi, gözlerimizin önündeki en güncel ve çarpıcı örnek.

1990’LARDAN ÇIKAN DERSLER

Türkiye 1990'ların başında Orta Asya’ya Amerikan projelerinin bir parçası olarak girmeye çalışmıştı. SSCB'nin dağılmasından önceki tek bağımsız Türk devletiydi ve ABD’nin dünya efendiliği iddialarının en şiddetli yıllarında onunla uyumlu olarak SSCB sonrası yeni bağımsız olan Türk dünyasının lideri olduğunu iddia ediyordu.

Ancak o dönemde ABD ve AB, Türkiye'nin çıkarlarını bir kenara itti ve Orta Asya'dan enerji kaynakları tedarik etmeye yönelik bir dizi büyük proje başarısız oldu. Genel olarak bu dönem, Ankara'nın bölgeyi kendi etki yörüngesine sokma girişimleri açısından son derece başarısız olarak adlandırılabilir.

Çünkü izlenen strateji milli olmaktan uzak, Amerikan planlarının bir parçasıydı. 1995’te Çiller yönetiminin NATO Gladyosu ile birlikte giriştiği başarısız Azerbaycan darbesi olayı bu dönemin en çarpıcı örneklerinden biridir.

Dahası, bu dönemdeki dış politika başarısızlıkları Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehditler de yarattı. Son 30 yılda Türkiye hükümetlerinin de katkısıyla FETÖ’nün Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan'ın yanı sıra Azerbaycan ve Moğolistan'da açılan okullar ağı aracılığıyla Orta Asya'daki etkisini genişlettiği bir sır değil.

Bu dönemde Orta Asya’da ABD güdümlü stratejinin zararlarını en iyi anlatan kaynaklardan biri de Ergenekon kumpası esnasında FETÖ tarafından şehit edilen eski MİT Dış Operasyonlar Dairesi Başkanı Kaşif Kozinoğlu’nun anılarıydı. (Kaşif Kozinoğlu’nun Mezara Götürmediği Sırlar, Kaynak Yayınları, 2016)

PANZEHİR: ENTEGRASYON SÜREÇLERİ

Yıkıcı ABD politikasına karşı ancak bölgesel entegrasyon süreçleri dengeleyici olabilir. Bu birliktelikler, özellikle Avrasya coğrafyasında oldukça faal ve çok yönlü bir şekilde gelişiyor. Şangay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği ve BRICS gibi bir dizi büyük ekonomik birlik, Çin, Rusya, Hindistan, İran ve Pakistan'ın yanı sıra Orta Asya ülkelerini de kapsıyor.

Aynı zamanda, Türkiye'nin girişimiyle kurulan Türk Devletleri Teşkilatı’nda (TDT) da Orta Asya ülkeleri Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'ın yanı sıra Türkmenistan da gözlemci statüsünde yer almaktadır. Bu, bütün bu örgütlerin katılımcılarının birçok ortak çıkarı ve kesişme noktası olduğu anlamına gelmektedir.

Türk dünyasının entegrasyonu tüm Avrasya coğrafyasının entegrasyonu süreciyle çelişmemektedir, dolayısıyla TDT bölgedeki diğer büyük güçlerle, Rusya, Çin, Pakistan, Hindistan ve diğerleriyle, etkileşim kurulmasını sağlayacak en güçlü ve etkili araç olacaktır.

ERDOĞAN VE LAVROV’UN ÇIKIŞLARI

Cumhurbaşkanı rECEP tAYYİP eRDOĞAN' da Temmuz ayında yaptığı açıklamada ŞİÖ, BRICS ve TDT arasındaki işbirliğini bir sorun olarak görmediğini, hatta bu ilişkilerin dünya barışına katkı sağladığına inandığını vurgulamıştı.

Rusya'daki BRICS zirvesinde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da TDT çerçevesinde Orta Asya üyeleri arasındaki işbirliğinden olumlu söz etti. Türk Devletleri Teşkilatı’nın hem bölgedeki tarihsel ve güncel ortakları olarak hem de sahip oldukları geniş Türk kökenli nüfus sebebiyle Rusya, Çin ve İran’la eşgüdümlü hareket etmesi gelecek için büyük önem arz ediyor.

‘BÜYÜK TURAN’DAN ‘SICAK DENİZLER’E

Devletlerin tarihten gelen büyük kapsamlı hedefleri açısından da işbirliği anahtar bir rol oynuyor. Moskova, Türkiye ile dostluk ve işbirliği olmadan Rusya'nın “sıcak denizlere ulaşmasının” mümkün olmadığının farkında.

Ankara da Rusya ve Çin ile işbirliği yapmadan “Büyük Turan” yaratma ve “Türk dünyasını birleştirme” stratejisini hayata geçiremez.

Zaten Avrasya aslında Turan’ın başka bir ifadesidir, Avrasya bu coğrafyadaki bütün köklü kavimlerin büyük vatanıdır ve “Turan” Türklerle Avrasya’daki diğer milletleri ayrıştırıcı değil aksine birleştirici bir perspektiftir.

Kaşgarlı Mahmud’un ünlü “Börksüz baş Türksüz Fars olmaz.” sözü, Rusların “Rusu kazı altından Tatar çıkar.” atasözü, bu coğrafyadaki köklü kavimlerin birlikteliğinin ve iç içe geçmişliğinin ifadeleridir.

Buradaki anahtar kelime işbirliğidir. Orta Asya'da münhasır hâkimiyet peşinde koşan ve diğer devletlerin rolünü itaatkâr kuklalara indirgeyen ABD stratejisinin aksine, Türk-Rus-Çin işbirliği Avrasya entegrasyonuna katkıda bulunacak ve bölgenin gerçek güvenliğini sağlayacaktır.