ZOR HABER...ZOR...
ZOR HABER... ZOR..
Ne kelime bulabildim, ne cümle kurabildim, ne de başlık… Kelimeleri yan yana getirip spot bile yazamadım.. ıslandı durdu klavye… parmaklarım gitmedi tuşlara… düşündüm, düşündüm, düşündüm… Konduramadım bu ölümü… Ne yazacaktım, nasıl yazacaktım; ilkhaber Yayın Gurubu Kurucu Sahibi İhsan Kuruoğlu’nu kaybettik mi diyecektim. Öldü mü diyecektim. Zor haberdi bu.. Zor… Bocaladım durdum. Birkaç haber sitesinde alel acele yapılmış haberlere göz gezdirdim… Okumak zor.. inanmak zor… kabullenmek zor… hani elimde olsa, bütün sitelerden haberleri siliverecekmişim gibi...
Koskoca 28 yıl… Yolumuzun kesiştiği… Dün gibisin İlkhaber…
İhsan Kuruoğlu ve Engin Arıcan gibi iki insanın, acayip düşünce fırtınaları yaşayıp, üreten, omuz omuza, gönül gönüle, verip, Yaşadıkları kent için, bölge için, ülke için iyi olan, güzel olan ne varsa nasıl hayata geçirdiklerine tanık olmuştum.. Gazeteciliği gerçekten ilkeyle, inançla ve önemseyerek yaptığınızda, emeğiniz karşılığını mutlaka buluyor. Ve öyle de olmuştu. İlkhaber altın çağını yaşadı. Ama bu güçlü yayıncılıktan, iki güçlü beynin birlikteliğinden birileri tabi ki rahatsız olacaktı. Gün gelecek bu gücü bozguna uğratmak için senaryo üretmek ilk işleri olacaktı. İftiralar ise ne de kolaydı. Fısıltı gazeteleri nasıl olsa ortalığa çok da kolay yayıverirlerdi.
Sadece İhsan Kuruoğlu’nun şahsı değil eşi ve çocukları da, iftira dolu, asılsız bir senaryonun bedelini ağır ödediler. Yazanlar, yapanlar, inananlar, akıllarında “acaba?” diye soru işareti olanlar utansın ve yüzleri kızarsın utançlarından.
Ve yılların araştırmasına dayanan, Engin’in“Lejyon” kitabı bir çok gerçeği gün ışığına çıkarmıştır. Tabiri caizse tavana kadar dosya araştırmasına dayanır. Lejyon’u okumaktan, gerçeklerle yüzleşmekten korkanlar bile olduğunu duymuşluğum var.
İhsan abi… babamız gibiydin… bir gün dedi ki, “Realite Dergisinin yayın hakkını bana ver, İlkhaber bünyesinde çıkaralım…” Düşünmedim bile.. “hemen” dedim.. Notere gittim yayın hakkını verdim. Birkaç sayı İlk haber bünyesinde çıktı Realite… Dediler ki sadece İlkhaber yetmiyor, bir yayın daha… Kuva-yı Gazete girdi hayatımıza sonra. Engin de İhsan abide Kuvvacı tarafı müthiş güçlü insanlardı. İhsan abi de çok okurdu Engin gibi.. belki bu tarafını bilmeyenler vardır ama okurdu. Gazete baskıya girer, düşünür… manşet kafasına takılır, Engin’i arar manşeti değiştirsek mi der, gece yarısı matbaa makinesi durdurulur, yeniden manşet yeniden çıkış yeniden kalıp ve yeniden baskı… Nihat usta isyan eder… o derece hassastı gazete konusunda.
Bir basın kuruluşuna ilk defa Sendika girmişti. İlkhaber, Engin’in aracılığıyla Sendikayla tanışmıştı. İhsan abi, yeterli çoğunluk sağlanabilseydi toplu sözleşme bile imzalayacaktı. Toplu sözleşme olamasa da sendikaya üye olun dedi, Türkiye Gazeteciler Sendikasına üye olmuştuk o zamanlar.. İşveren olarak bu tavrı takdire değerdi. Yine seçim dönemiydi… Olur olmaz gazetecilikle yazarlıkla alakası bile olmayan insanlar iftira dolu köşe yazısı müsvetteleriyle Engine saldırıya geçmişlerdi.. seçim dönemleri çıkar böyle insanlar…artık doldup taşmıştım. Yazıcam, yazma diyorlar. Ne yapsam.. en iyisi son noktayı koyayım dedim. Nihat usta’ya “gazetenin arka sayfasına afiş girecem, bu gazeteyi kimseye göstermeden baskıya sok” dedim. Nihat ustanın da deli tarafı vardı, “tamam abla” dedi. “çok eskiden av tüfeğiyle çekildiğim bir fotoğrafım vardı onu girdim tam sayfa.. üstüne de s….. gidin” yazdım.. eyvah ki ne eyvah.. gazete basıldı dağıldı.. ordan buradan telefon yağıyo.. dediler ki İhsan bey seni çağırıyor.. Nihat usta da çağırmış, “nebileyim abi çocuklar kalıbı çekmiş basmışlar, valla ben de basıldıktan sonra gördüm” demiş.. Nihat usta paçayı kurtarmış. Engin’e dedim, benim yerime sen görüş. Sonra Engin aradı telefonu İhsan abiye veriverdi… “bu ne lan Kapıdağ efesi…” dedi. “ başımıza iş mi aççan, bırak ne yazarlarsa yazsınlar”…
Evet ne yazarlarsa yazsınlar, ne iftira atarlarsa atsınlar, kim ne istiyorsa onu düşünsün… güzel insanlar var yaşadığım her yerde. Güzel insanlar, iftiraların bedelini ağır da ödese, umutları hiç solmaz. Hani vatan toprağının sevgisinin tanımı zordur ya, hani damarlarınızda kuvvacı bir kan dolaşır ya, hani yunan gavuru Bandırma’yı ateşe verdiğinde teslim olmamayı başarmak vardırya… öyle bir şeydi İhsan abim…
Aynur Ç.Arıcan