Kılıç Ali’nin hatıralarının ilk sayfalarında yıkılmak üzere olan Osmanlı’nın durumundan bahsederken; Kut’ül Amare zaferinden sonra ele geçirilen General Townshend’in anılarına da yer verdiğini gördüm. Townshend’in özellikle Mondros Mütarekesi hakkında söyledikleri, bir devletin ne kadar aciz duruma düşebileceğini yabancı bir askerin gözünden çok net şekilde ortaya koyuyordu. öyle ki, o bile devletin bu kadar çabuk bir şekilde Osmanlı’nın İngilizlerin istediği şekilde bir barış görüşmesini kabul edeceğini inanamamıştı. Lakin Rauf Bey bu konuda hayli istekli ve ısrarcıydı.
Townshend, esaretlik zamanında bir anda Osmanlı’nın barış görüşmeleri için pazarlık yapılmak üzere gündeme geldiğinde, barış görüşmesi için koz olarak kullanılacaktı. Nihayetinde Mondros Mütarekesi imzalanmadan önce Osmanlı Devleti İtilaf Devletleri ile savaşsız bir şekilde anlaşarak, bu süreci sonlandırmak istiyordu. Yani tek çözüm yolu İtilaf Devletleri’nin merhametine sığınmaktı. Kendine olan güvenini yitirmiş, inancını kaybetmiş, bağımsızlığını bir kenara koyarak başka devletlerin gölgesinde nefes almayı tek çıkar yol olarak gören bir yönetim kadrosu görevdeydi.
Osmanlı yönetim kadrosu, sonuna kadar İngilizler’in onları himaye altına alarak bir süre daha devleti ayakta tutabileceklerine inanıyorlardı. Onlar en yakın dostlarıydı. Ancak bu yakın dostların, Arap yarımadasını Fransızlar’dan sonra kendilerinden koparmak için neler yaptıklarını ne çabuk unutmuşlardı! Ya da Tanzimat’tan sonra İngilizlerin çıkar ilişkilerinin bitmesiyle yardımlarını bir anda kesmelerini fark etmemişler miydi? Yardımları karşılığında Kıbrıs’a dahi çöken İngiltere, parçalamak üzere masaya yatırdığı Osmanlı’yı ne kadar koruyacaktı?
İşte tüm bu sorulara en güzel cevabı o günlerde ve sonrasında da Mustafa Kemal Paşa verecekti:
“Rica ile merhamet dilenmekle, millet işleri, devlet işleri götürülemez. Bir milletin ve devletin şeref ve istiklâli temin edilemez. Türk milleti ve Türkiye’nin müstakbel çocukları bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdır.”
Bağımsızlığın ne ve nasıl olması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koyan Atatürk, günümüze kadar geçerliliğini koruyan ve koruyacak bir yolu bizlere tarihin derinliklerinden hatırlatıyor. Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman bir devletin hamiliğini, mandaterliğini kabul etmedi, edenlerle de aynı çizgide, masada ve kurumda yer almadı. Tam tersi, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde mandaterliği savunanları bastırmayı başararak, mandacılığı reddettirdi. Aynı şekilde Anadolu’da yapılan tüm kongrelerde bağımsızlığı savunmak temel düsturdu. Halk tüm işgallere karşılık vermek üzere örgütlenecek ve buna el uzatan her kim varsa, gerekli cevap fiili ve dolaylı yoldan verilecekti.
Rica ve merhametle devlet işleri yürümez diyen Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman başka bir devletin yardımını uygun koşullarda kabul etmeyiz diye bir şey de dile getirmedi. Tam tersine devletler arasında dayanışma yapılması, bağımsızlığa gölge düşüren bir durum ortaya çıkarmaz. Çıkartan anlaşmalar tarihimizde yok mu, elbette var...
Atatürk’ün kastettiği özellikte olmayan siyasetçi ve kişileri nasıl tanımlarız?
Şerefi ve istiklâli olmayan kişiler:
Genellikle başka devletlerin kullanmak için sıraya girdiği ve sonuna kadar açıkça desteklediği insanlardır. Devletin her ekonomik dar boğazında kalıcı milli çözümler almak yerine, yabancı ülkelerin çıkarına olacak şekilde borç alan, her dediğine uyarak devletin kılcal damarlarına kadar yabancı bayraklarla süslenmiş kallavi ajanları sokan, devletin anahtarlarını teslim eden insanlardır.
Devleti ve milleti bölmek için sürekli sorunlardan bahseden ve asla çözüm üretmeyen, yaraya merhem olmak yerine durmadan tuz basan ya da yarayı kaşıyarak insanların kan akıtmasına yol açarak kendi çıkarlarına hizmet eden insanlardır.
Başka devletlerin her zaman en iyisini söylediğine inanarak kendine olan inancını kaybetmiş, aşağılık psikolojisine sürüklenerek, özgüvenini yitirmiş insanlardır. Zamanla uşaklaşır ve devleti uydu haline getirirler. Böylece zamanı geldiğince kolayca harcanırlar.
Günümüzde bunun dinamik olarak ne tarzda olduğunu sorarsanız, geçmişte mandacılar nasıl İngiltere-Fransa-ABD’yi iyi ve demokratik devletler olarak gördüyse, aslında günümüzde de bu farklı değil. Elbette bu devletler de demokrasi kültürü yerleşmiş, 21. yüzyılın önemli devletleridir. Geçmişte olduğu gibi... Ancak hiçbir zaman emperyalist anlayışlarından vazgeçmemişlerdir. Zamanında Romalılar nasıl Dünya’yı sömürdüyse, bu devletler de onlardan bayrağı devralarak aynı anlayışı sürdürmüşlerdir.
Bu yüzden bu ülkenin müstakbel çocukları şeref ve istiklâl sahibi, ondan bundan rica ve merhamet dilenmeyen insanların devleti yönetmesi gerektiğini bir an olsun hatırdan çıkarmamalıdır. Ve gençler olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü iyi tatbik etmeliyiz: “Necip Türk milletine tavsiyem şudur ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asliyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” .
|
||
|