Seçim arifesine girmişken, insanların kime oy verecekleri, kimi destekleyecekleri gündemi işgal etmiş durumda. Hangi platforma girsem herkesin farklı bir düşüncesi var. İnternet çağında siyaset yapabilmek demek büyün oranda sosyal medyayı aktif kullanmayı gerektiriyor, bu inkar edilemez bir gerçek. Tabii sosyal medyanın iyi bir takipçisi olmak demek, sadece siyasetçilerin söylediklerini dinlemekten ibaret değil. Örneğin siyasetçilerin sıklıkla gaflarını, yıllar içerisinde değişen söylemlerini, röportajlarını izliyoruz. Kimi bu gafları doğru bulmazken, kimi bunları önemsemiyor. Herkesin aklında aşağı yukarı bir aday belirlenmiş vaziyette. Büyük oranda da kararsız seçmen var. Bazı anket şirketlerine göre bu sayı yüzde 10’a ulaşmış vaziyette. Herşeyi izliyoruz, takip ediyoruz, ölçüyor, biçiyoruz fakat, benim gözümden baktığımda yaşanan en büyük problemin ilkeli siyaset yapabilmek olduğunu düşünüyorum. Tüm bunları değerlendirirken, siyasetin, kapitalizmin, cumhuriyetin, ulus devletin doğasını iyi ölçmeliyiz. Bazı kavramlar var ki, gerçekten anlaşılması ve öğrenilmesi sanayi devriminden itibaren zaruri hale gelmiş bulunuyor. Ne kadar sosyal medya, televizyon ve gazete kanalıyla bir şeyleri takip etsek de, değerlendirme sürecinde bir çok temel bilgiye ihtiyacımız var.,
Neden sosyal ve yazılı medya yetmiyor?
Günümüzün en büyük problemi, bilgi edinmeden fikir sahibi olmak. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğumuz için, çok kolay yargılıyor ve hemen karar veriyoruz. En kötüsü de bu fikirleri savunuyoruz. İyi veya kötü, insanların karar verme süreçlerinde bilgi eksikliği ve düşünce fakirliği demokrasinin asıl misyonunu engeller mi, aslında engellemez. Çünkü demokrasi halkın kararının güvenli bir şekilde uygulamaya dökülmesidir. Bu süreç siyasi partiler ve kamu birlikteliği ile sürdürülerek, tamamlanır. Bahsettiğim sıkıntı, ülkemiz ve halkımız adına karar verirken, bence savunulması gereken doğru ilke ve program ne olmalı?
Neden ilke ve siyasi programı konuşuyorum?
Siyaset kendi doğasında yanar dönerlik, kıvraklık, usta yalancılık gibi özellikleri barındırdığı gibi, halkın ve kamunun ihtiyaçlarını gidermek için de kullanılır. Sadece doğasında kötü şeyler barındırmaz, çünkü bu siyasi karakterin tercihi ve hedeflerine bağlıdır. Siyasi karakterinde sıkıntı olmasa bile, bir ulusun oluşturduğu ve kurduğu bir devletin ana siyaseti, en başta o ülkenin yararına şekilde programlanmalı. Eğer geçmişte, ülkenin ve milletin yararına hareket etmeyen, ilkeli ve doğru siyasi programı oluşturamamış yönetimler başa gelmişse, aynı yanlışlara düşülmemeli. İlkesini belirleyen, millet ve devlet için siyaset yapacak olan partilerin bundan sonraki görevi doğru siyasi programı ve projeleri üretmektir. Bunu ürettikten sonra halk ile doğrudan paylaşmalı, ihtiyaç dahilinde projelerinden kendi çıkarları için bir süre bahsetmeyebilir bunda sorun yok. Ancak bir proje ve programının olduğunu halka bildirmelidir.
Türkiye’de doğru siyasi çizgi nedir?
Türkiye’de bir siyasi partinin, yönetim erkinin en önemli çizgisi, her alanda devletin ve milletin bağımsızlığıdır. Orta Asya’dan bugüne kadar kurulan tüm Türk devletlerinin temel ilkesi, bağımsızlıktır. Bu ilkeyi savunmayan hiçbir Türk devleti, tam anlamıyla gelişememiş, büyüyememiş, bağımlılıktan kurtulamamıştır. Geçmişten bugüne kadar yaşanan süreci tetkik ettiğinizde, görüp görebileceğiniz en önemli şeyin zor coğrafyalarda ayakta kalarak, hoşgörü çerçevesinde bağımsız bir devlet düsturuyla yaşamak ve yaşatmak olduğunu anlamadan, Türk siyasetinin ve devlet adamlığının ana çizgisinin de bu minvalde olması gerektiğini anlayamayız.
Türkiye’de doğru siyasi çizgi, bir çok ideolojik bütünleşme de kendini gösterdi ve hissettirdi. Mutlak monarşi, meşruti monarşi, cumhuriyet gibi değişen yönetimsel yapıda, ana karakterinde bağımsızlık varsa, her zaman doğru yol olarak kabul edilebilirdi. Elbette bunu söylerken, demokrasinin ve cumhuriyetin doğru yol olduğunu reddetmiyoruz, ancak dönemsel olarak farklar olsa da, temel dayanak millet ve devlet için doğru yolun tercih edilmesidir.
Yönetimsel şeklin değişikliği, temel siyasi tercihler doğru olduğu sürece ülkenin ve milletin geleceğine katkı sağlıyorsa, aynı şekilde demokrasilerde ideolojik farklılıklar da bu açıdan kabul edilebilir hale gelir. Fransız İhtilali’nin etkisiyle, devletlerde sağ ve sol şeklinde ideolojik farklılaşmalar oluştu. Günümüz açısından sistemler değişti ancak gelenekçi ve yenilikçi ideolojik ayrışma değişmedi. Gelenekçilik ve yenilikçilik, kendi içerisinde çeşitlendi, hatta gelenekçi ve yenilikçilik birbirine dahi karıştı. Siyasi anlamda sağ ve sol olarak belirttiğimiz taraflar, toplumun bir çok kesimini temsil etti. Temsiliyet, demokrasinin en önemli özelliği olarak karşımıza çıksa da, ulusal anlamda ilkeleri yoksa, bizim için büyük bir sorun haline geldi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğundan bugüne kadar geçen süreçte, her zaman kültürel ve siyasi bir mozaik özelliği gösteren toplum ve siyasi yapıya sahipti. Bu çeşitliliği eski bir imparatorluğun son kalan parçası olmamızdan ileri geldiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. O kadar çeşitliydi ki, yaşanılan badireler de bir o kadar fazlaydı. O yüzden hala Türkiye, tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından çok zengin bir araştırma sahası olarak önemini koruyor.
Tüm tarihsel süreç ve özellikler ışığında, bana göre Türk vatandaşlarının, siyasetçileri ve devlet adamlarını incelerken unutmaması gereken bazı gerçekler vardır. Gelin şu gerçeklerin bir kaçına göz atalım.
Haçlı Savaşları’ndan bugüne kadar, Türkler her zaman Anadolu’dan atılmak istendi. Osmanlı da belli bir dönem bağımlı olmaya başladı. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte bağımlı olmaya devam etti. Bağımsızlığa gölge düştü. Nato’ya üye oldu ve 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı’nda ABD’nin ambargosuna maruz kaldı. Amaç neydi, Türkiye’nin eski gücüne kavuşmasını engelleyerek, hakkı olan ne varsa elinden almak. O yüzden ABD hala Montreaux Boğazlar Sözleşmesi’ni kabul edemiyor ve hazmedemiyor.
Türkiye’yi dıştan çökertemeyenler, içten çökertmeye karar verdiler. Bu kararı anlamak için kahin olmaya gerek yok. PKK/YPG/PYD gibi sınırımıza yerleştirilen ve içimize sızan terör belası varken, bunu anlatmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Sevr Antlaşması gibi bir gerçek varken ve hala ABD bunu hatırlatma gereği duyuyorsa, şapkayı önünüze koyup düşünmelisiniz. Hiç anlayamıyorsanız, NUTUK en güzel başvuru kaynağınızdır. Her şey dış güçlerin oyunu diyerek, siyasetçilerin yaptıkları hataları bir kenara itmiyorum. Ancak Türkiye’nin geçirdiği süreçleri anlamak istiyorsanız, dış güçler denilen emperyal devletleri anlamadan hiçbir şekilde iç politika da meydana gelen olayları anlayamayız.
Karadeniz, Boğazlar, Ege, Akdeniz gibi stratejik özelliği yüksek denizlerimiz ve boğazlarımızda, Türk donanmasının elini ayağını çekmesini isteyen her kişi ve devlet, bu ülkenin bağımsızlığına düşmandır. Aynı şekilde, Türk Ordusu’nun farklı kıta ve ülkelerde bulunmasından rahatsız olan da, Türkiye’nin geleceğine ve bağımsızlığına taraftar değildir.
Türkiye’nin yerli silah, mühimmat ve taşıt üretmesine karşı olan her türlü oluşum bu millete ve devlete düşmandır. Bunu süreçleri daha önce yaşamadık mı? yaşadık. Nuri Killigil’i, Vecihi Hürkuş’u, Bandırma Füze Kulübü’nü, Devrim Arabaları’nı, öldürülen mühendisleri ne zaman unuttuk?
İHA,SİHA, ANKA, HÜRKUŞ, HÜRJET gibi önemli projeleri sonlandırmak ile tehdit eden, rahatsız olan her kimse, bu ülkenin düşmanıdır.
NATO’yu ve onun çevreleme politikasını destekleyerek, Türkiye’yi hala Batı’nın kapısına diken, uşak konumuna indirmek isteyenler her kimse, onlar bu ülkenin ve milletin geleceğine gölge düşürür. NATO’ya ve bir çok ittifaka girilebilir ancak burada önemli olan, devletin anahtarlarını teslim etmemektir.
Siyaseti ve partilerin söylemlerini sosyal medya, televizyon ve yazılı basından takip ederken, ülkenin bağımsızlığının, geleceğinin, varlıklarının karşısında olan her söylem ve icraat, doğru siyasi ilke ve programdan uzaktır. Onların siyasi ilkeleri ve programı dizayn edilmiştir.
|
||
|