FARKINDA değiliz; belki bize de bulaştı o mendebur virüs. Ayakta, hiçbir belirti olmadan geçirmiş olabiliriz.
Hani bazen başımız ağrır, ateş basar, halsiz hissederiz kendimizi. Öyle zamanlarımız da oluyor yani.
İşte belki de o zamanlar.. Bulaşmıştır kim bilir?
On gün kadar önce bizim kızda benzer belirtiler vardı; gittik hastaneye, test yaptırdık.
Pozitif çıktı!
Bizi de ‘temaslı’ hanesine yazdılar. Beş gün sonra teste gittik, sonuç negatif.
Rahatladık.. Sevindik. Hâttâ o gün doğum günümdü; pasta kesip kutladık…
Bizim kızın durumu gayet iyi; sokağa çıkmak için karantina süresinin bitmesini bekliyor.
Oysa bizi hastane koridorlarında asker edecek ne hastalıklarımız var. Göz için gitmem lazım meselâ; uzun süredir dilim damağım kuruyor, şekere baktırmam lazım. Raporun zamanı geçti, doktora gidip ilaçlar için yeni bir rapor yazdırmam lazım…
Hem sonra üç kez anjiyo olmuş, damarı stentlenmiş biriyim. Kontrole gitmem lazım.
Kulaklar ikide bir tıkanıyor, bronşlardan gıyk gıyk sesler geliyor.
Yani hastane bizi bekliyor.
Varsa yoksa korona… Testin negatifse, virüs bulaşması falan yoksa.. Sağlıklısın!
Bütün hastalıkları unutturan, sadece kendine odaklayan bir virüs bu.
***
VAKALARIN hızla arttığı, yoğun bakımların dolup taştığı, Covid-19 kaynaklı ölümlerin çoğaldığı bu ortamda.. Çevremizde virüse yakalanan o kadar çok insan var ki.
Daha geçen gün eniştemizi kaybettik koronadan.
Nasıl kapmışsa kapmış, kendini iyi hissetmeyince test yaptırmış. Pozitif!
Sonra hastaneye kaldırdılar. İlaç tedavisi sonuç vermedi; yoğun bakımda entübe edildi. On beş – yirmi gün yoğun bakımda kaldı. Salı sabahı vefat haberi geldi. Kurtulamadı.
Çarşamba günü Başçeşme’ye defnettik. Allah rahmet etsin.
Sağdan soldan sürekli birilerinin virüse yakalandığı, hastaneye kaldırıldığı haberlerini duyuyoruz.
Balıkesir’in vaka artışında üçüncü sırada olduğu bu ortamda, kendinize çok daha fazla dikkat etmeniz gerekiyor.
***
SONUÇTA pandemi deniyor buna. Salgın hastalık. Kitlesellik arzediyor.
Öyleyse, pandemi sürecinin iyi yönetilmesi gerekiyor.
Genel manada bakınca, sağlık hizmetleri, tedavi olanakları falan iyi durumda.
..ve fakat pandemiyi kağıt üstünde yönetiyorlar sanki. Telefonuna yüklediğin Hayat Eve Sığat uygulamasında ‘risksiz’ yazdıysa sistem, kağıt üstünde sağlıklısın yani!
Testi pozitif çıkanda hastalık belirtisi yoksa, “bol bol meyve yiyin, portakal suyu için, vitamin takviyesi alın” diye uyarıyor sizi arayan görevli.
Temaslılara sokağa çıkma yasağı konmuyor.
İlk zamanlar polis aşağıdan korna çalar, sen camdan el sallarsın, böylece karantinadan kırmadığın tespit edilir. Şimdi o da yok. Evde misin, değil misin, kimse kontrol etmiyor!
Ateşin falan çıkar, halsiz hissedersin kendini.. O zaman 112’yi arıyorsun, gelip alıyorlar seni.
Bir de test ortamı var ki, evlere şenlik!
Meselâ Devlet Hastanesi’nde test yaptırdık biz. Binanın arka kısmında küçücük bir odanın önünde birikiyorsun; eline form tutuşturuyorlar, doldurup teslim ediyorsun. Sonra bahçede bekliyorsun.
Bir görevli gelip ismini anons ediyor, eline test çubuğunu tutuşturuyor, karşıdaki konteynerin muşambalı penceresinde, elleri dışarıda bekleyen görevliye çubukları veriyorsun. O da ağzına burnuna sokup sürüntü alıyor, “haydi git” diyorlar…
Beş altı saat sonra sonucu e-nabız’dan falan öğreniyorsun.
Test ortamı o kadar şekilsiz ve sağlıksız ki…
***
SALGINI yönetmek, vaka artışının önüne geçmek, ölümlere azaltmak, yoğun bakımları rahatlatmak, sağlık çalışanlarının yükünü hafifletmek, vatandaşı salgınla mücadelede bilinçlendirmek ve daha pek çok şey.. Yönetenlerin görevi.
Yönetenler, sosyal medya hesaplarından yaptıkları uyarılarla görevlerini layıkıyla yerine getirmiş oluyorlar!
Salgında en başa döndük oysa. Her gün iki yüz iki yüz gidiyor öte tarafa!
Her gün yirmi bin, otuz bin yeni vaka…
Cami müezzinlerinin hoparlör anonslarıyla süreci yönetiyoruz.
“Tedbirlere uyalım, uymayanları uyaralım…”
***
BALIKESİR Tabip Odası, gün aşırı açıklama yapıyor. Sürecin yönetilemediğini, aşılamanın sağlıklı yapılamadığını, bakanlığın mış gibi yaptığını, yeni varyantın daha kötü koşullar yaratacağını falan…
Vatandaş dikkate alsın, okusun, ne yapması gerektiğini öğrensin, bilgilensin diye yayımlıyoruz gazete sayfalarında.
Sonra bir bakıyoruz; ortalık maskesiz mesafesiz insan kaynıyor!
Biz korkudan neredeyse çift maske, çift kolonya modunda…
Pek çokları, salgın bitmiş havasında.
E hani cadde boylarında, sokak aralarında kontroller yapıyordunuz.. Esnafları, vatandaşları uyarıyordunuz.. Kurallara uymayanlara ceza kesiyordunuz.. Otobüsleri, minibüsleri, caddeleri, sokakları foşur foşur yıkıyordunuz.. Salgınla mücadele adına bir yığın görüntü icraat yapıyordunuz.
Şimdi hiç biri yok.
Sosyal medya hesabından “kurallara uyun, aşınızı yaptırın” diye yazdın mı, işlem tamam!
***
OKULLAR kaynıyor meselâ.. Servis araçları, sınıflar.. Hele de şu kış günlerinde bulaş riskinin en yoğun olduğu yerler.
Kafelerde, lokantalarda mesafe ayarı yok.. Millet dip dibe oturuyor.
Kamu kurumları, belediyeler, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler falan.. Hepsi geniş katılımlı salon programları düzenliyor. Paneller, sempozyumlar, kongreler, toplantılar, konserler, tiyatrolar; Allah ne verdiyse.
Sonuç ortada… Balıkesir’de aşı ortalaması iyi ama vakalar hızla artıyor!
Aşı yaptırana bulaşmaz diye bir şey yok aslında. Hafif atlatma olasılığı yüksek aşılının.
Ama taşıyıcı olabiliyorlar.
“Ben aşılıyım” rahatlığında, başkalarına virüs bulaştırma olasılıkları var.
***
DURUM budur. Hafife almayın. “Bana bir şey olmaz” demeyin.
Aşınızı yaptırın. Maskesiz dolaşmayın. Mesafenizi koruyun. Yeni varyant daha beter geliyor.
Haa, “zaten ekonomi bitap, hayat pahalılığı, enflasyon belimizi büktü, yüzümüz gülmüyor, karnımız doymuyor, halimiz harap.. Yaşama sevincimizi yitirdik” diye düşünüyorsanız…
Siz bilirsiniz!..
************
ŞEHRİN ikinci mezarlığı Çınarlıdere…
Birinin adı Başçeşme, öteki Çınarlıdere..
İkisi de ‘sulak’ isim taşıyor.
Başçeşme’nin çeşmeleri şırıl şırıl akıyor. Ortam yemyeşil; mezar ziyaretine, cenaze defnetmeye falan gittiğinde, o yeşillik insana başka bir huzur veriyor.
Çınarlıdere’ye ne demeli?
Adında ‘dere’ var, ama kavruk bir yer.
Çölün ortasında gibisin. Çeşmelerinden su akmıyor değil; ama yeşili yok, ağacı yok.
Cenaze için Çınarlıdere’ye gidenlerin içi hiç rahat değil.
Ağaçsız, yeşilsiz, çorak ortamın verdiği hüzün, neredeyse ölenin arkasından yaşayacağın üzüntünün önüne geçiyor!
Zerre kadar manevi bir his oluşmuyor.
Bakımsız bir yer.
Toprağı kötü. Kürekle kazamıyorsun, kaya gibi.
Kepçeler çalışıyor.
İki metrelik derin çukurlar açıyorlar.
Cenaze defninde, kürekle kayalaşmış toprağı mezara atmaya çalışıyorsun.
Koca koya toprak parçalarını kürekle kaldırıp atmak ne mümkün?
Kepçe marifetiyle toprağı atılıyor meftanın…
Yani, oralara oturup kalkacak bir yerler yapın.
Daha çok ağaçlandırın.
Refüjlere koca koca ağaçları dikebiliyorsunuz; mezarlığa yirmi senede büyüyecek fidanlar yerine, hazır büyümüş olanlardan dikiverin.
Çukurları o kadar derin açmayın.
Toprak bulundurun toprak.
Başçeşme’ninki gibi.
Nerelere neler taşıyorsunuz koca koca kamyonlarla… Toprak taşıyın.. Mezarlara kaya parçalarını değil, ince toprağı kürekleyip atsın vatandaş.
Bunu düşünemiyor musunuz?
Kepçeyle ölü gömmek nedir?
Bu hazin manzarayı, geçen yıl teyzemin cenazesinde yaşadım. Kürekle parçalayamadık taşlaşmış toprağı.. Kepçeyle doldurdular mezarına!
Bir de yaz aylarında yılanların hücumuna uğruyor diyorlar mezarlık için.
Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Bir yıldır Başçeşme Mezarlığı’nın takını, kapısını, gasilhanesini, idare binasını bitiremeyenlere söylüyoruz bunları.
Selam ederim…
|
||
|