Tarih boyunca toplumların kritik sorunlarından birisi oligarklara karşı tepki vermekte zorlanmasıdır. Gücü elinde bulundurana karşı, güçten bir tutama muhtaç olanın yaşadığı acziyet, insanın en savunmasız ve dipsiz halidir. Koca bir dev gibi karşısında dikilen sarsılmaz bir söz, bir vücut var. Tarihin bir zamanında orangutanlar gibi güçlü olana boyun eğiliyorken, kimi zaman kılıcı iyi sallayandan korkuyor insan. Tahtı eline geçirebilmek, insanlar üzerinde hakimiyet kurabilmek için tanrının oğlu olduğuna inanarak yükselene ilah gözüyle bakıyor. Zaman değişiyor, insan gelişiyor, ancak yine yönetilmek istiyor.
Anlayamadıklarımız mı yoksa bilmediklerimiz mi bizim itaat duygumuzu besliyor?
Örneğin: insanlar başlarda anlayamadığı şeylere değer biçiyordu. Güneşi, Ayı, hatta hayvanları tanrı olarak görüyordu. Elbette insan sadece belli bir düşünceyle bunları kutsamadı. Hayvanın kendisine saygı duyduğu için veya su, insan yaşamında önemli olduğu için kutsileştirme gereği duydu. Ancak insanlar bilgi sahibi olmadıkları, tecrübe etmedikleri şeyleri anlamakta zorlandığı için garip bir şekilde boyun eğebiliyor. Oysa ki, hiçbir semavi dinin kutsal kitabı, Kur’an gibi ‘ikra’ (oku!) ile başlamıyor, okumaya davet etmiyor…
Mesela, yaşadığımız bir bölgeye ufo inerken, güpegündüz çıplak gözlerle şahit olduğumuzu varsaysak, ilk yaptığımız şey ne olurdu? Gerçi Anadolu insanı “ defol tarlamdan” diyerek taş atabilir... (yaşanmış örnekleri de var) Kesinlikle aşağılamak için söylemiyorum, uzaydan gelmesi önemli değil, tarlası onun için hayati olduğundan dünyalar arası meseleler olsa bile bizim insanımız bundan korkmaz, sapanla bile kovalayabilir, emin olun o kadar cesurdur. Ama bizler gücün karşısında ancak eğiliriz. Bu genel olarak böyle olmanın yanında, gelişen beyinlerimiz sadece neler olup bittiğini, bize zarar verip vermeyeceğini düşünebilirdi. Önce güvenlik ön plana çıkacağı için, kalbimiz yerinden çıkacak gibi hızlı hızlı nefes alıp verir, gözlerimiz fal taşı gibi olurdu. Hatta telefonu çıkarıp bir hikaye paylaşırdık. Belki de aklımıza önce ünlü olmak, paraya çevirmek gelirdi. Ya da Bob Marley’i düşünelim. Onlara barış çubuğu uzatıp, “Peace” der miydi? Bir sürü sebep sıralamak tabii ki mümkün, insan bu, yüzlerce sebep olabilir …
Düşünelim, boyun eğmek, kabullenmek, itaat etmek, gerçekten doğamızın ortaya çıkardığı bir şey mi?
Tarihin bütününe bakarsak, aslında cehaletin boynumuzu kallavi bir zincir gibi aşağıya çektiğini görüyoruz. Çünkü günümüz dünyasının oluşmasında zinciri boynundan atmak isteyen insanın çok defa isyan ettiğini ve bir aşamada özgürlükleri genele yayabilmek için zinciri elleriyle sıyırıp atmanın cesaretini apaçık gösterdiğini biliyoruz.
Bir şeyleri göze alabilmek... Ne kadar da imkansız gözüküyor. Bu çok sakin, her şeyin insan için aynı olduğu, yeterli görüldüğü bir zamanda göğe uzanan bir dağa tırmanmak kadar iliklerimize işliyor. En çekici olan ise konfor alanı. Yaşamsal beklentilerin geliştiği ve zevkle buluştuğu bir zamanda insanı zorluklara göğüs germeğe davet edebilmek... İşte asıl zor olan şey bu.! O yüzden, krizler olduğunda, beklentiler tükendiğinde, konfor bittiğinde, umut bir ateş gibi insanı katmerlendirir. Bir bakmışsınız dağları yıkmaktan, duvarları un ufak etmekten bahseden yığın yığın insan, hakkı olan neyse onu alabilmek için ölmeyi göze almış. Hemen Gorki’den Ana aklımıza geldi. Ne hazin ve haklı bir mücadele değil mi?
Peki nasıl oldu? Ne oldu da bu insanlar bir anda ayağa kalktılar? Çünkü uyandılar. Bir şey yapmalı!.. Mesela, bir yazı yazabilmeli. Ya da insanlara gerçekler anlatılmalı; olması gerekenleri anlayabilecek kapasiteye yükselebilmeli ve bunu gönülden istemeliler. Peki hepsi mi istemeli? Aslında hepsinin istemesi gerekmiyor. Tarihe bakarsanız, çoğunluk istediğini alır. Geriye kalan ona uymak zorunda kalır. Ya bu azınlık çoğunluğa uyar, ya da zamanla bir sonraki nesil çoğunluğa uydurulur. Belki de bunun tam tersi olur, azınlık zamanla çoğunluğun yerini alır. Aslında sosyolojik olarak bu hipotez yeterli sayılmaz. Çünkü gelişen olaylar, toplumsal hareketlenmeyi etkiler. Bundan bir çok etkeni sıralayabiliriz. Bu etkenleri bugünden kuramazsınız, ancak tahmin eder ve bir çok argüman kullanırsınız.
İnsanlar, neden bir şeylere tepki veremiyor!?
Hiç unutmam. Lise zamanlarımda George Orwell’ın meşhur 1984 kitabını okumuştum. Hatta beni etkileyen kitaplardan biri de Heinrich Böll’ün “9.45’te Bilardo” diye bir kitabıydı. Kitabı okumadan önce, yazarların biyografisini okur, kitabı hangi dürtülerle yazdığını, yolunun nerelere düştüğünü, ailesinin yaşamını falan merak eder, yazdıklarını ona göre değerlendirirdim. Orwell’ın kitabını o zaman okuduğumda, çok şaşırmıştım. Evet, biz bugün bunları yaşıyorduk. Korkuyu perdenin arkasından, kameraların hangi ekrana düştüğünü bilmediğimiz düşüncesinin boşluğuyla hissediyorduk. Yaşar Kemal’in deyimiyle yılan göbeğinin değmediği bir diyarda da olsan, cebinde küçük casus yoldaşınla geziyorsun.
Aradan yıllar geçti. George Orwell’ın hakkında bilgi veren bir paylaşıma rastladım. Ve okuduğum şeyler karşısında bir an düşünüp kaldım, parçaları birleştirmek için biraz zaman gerekiyordu. Yıllar önce lise sıralarında okuduğum, şimdi kimsenin dilinden düşürmediği, kitapların vazgeçilmezi haline gelen, sistemin en güzel eleştirilerinden biri olan bu kitap nasıl olurda oligarkların izniyle dünya listelerine girebilir? Meğer kitabı bastıran CIA imiş J. George Orwell’ın ABD ile direkt bir bağlantısı varmış, zamanında casusluk yapmış ve sonra yazarlığa atılmış. Bu bilgiye ulaşınca tabii, düşündüm düşündüm, kendi kendime güldüm, “vayy arkadaşş...” dedim. Bunca garip şeyden sonra, aklıma bir başka soru daha geldi: Neden? Neden emperyal bir güç, kendini bu kadar eleştiren bir kitabı, toplumu harekete geçirebilecek bir esere ses çıkarmadı. Hatta daha da yayılması için destek verdi. Cevabı çok basit görünebilir ancak gayet akılcı olduğunu düşünüyorum. Birincisi bu tür kitaplar toplumun gazını alıyor, emperyalizm eliyle yapılınca demokrasi ve özgürlükleri çam ağacına süslü toka yapıyor. İkincisi, eğilimi olan insanları ortaya çıkararak kendisine olağan önderler yaratıyor ya da tehlike arz eden kişileri tespit ediyor, belki de kullanıyor. Aslında bunu şu an farklı argümanlarla da yapıyor. Böylece neye ulaşıyor, daha sert bir tepki verilmesi gerekirken, insanlar durumu uyanamadığı için namluyu istediği yere döndürüyor. Kung fu desek var, karate desek var...
Bizim insanlar ise araştırmadığı, okumadığı, stratejik düşünemediği, uyanık olmadığı için oligarkların elinde bir o yana bir bu yana gidip geliyor. Elimizde magicbox, kulağımızda dıptıs, gözümüzde yatlar katlar; ne kötü ki aslında haksızlığa değil de, aynı şekilde ayrıcalıklı olamadığımız için nevrotik travmalar yaşayan endüstriyel et yığınlarına döndük...
|
||||||||
|