Hepimizi gündeminin ve küresel ekonomik krizin pahalı yaşam koşulları sarıp sarmalamışken, bir anda dünyada alarm sesleri yükselmeye başladı. Bu sesin çıkacağını biliyorduk belki de, ancak o anı yaşamak, hatta yakından şahit olmak insanı kaosa doğru sürükleyebilir. Oysa öyle zor günlerden geçiyoruz ki, günlük rutinlerimizin dışında başka bir gündem bizi ilgilendirmiyor bile... Sadece evde yanan ocağımız, ışığımız, televizyonumuz ve kaynayan çayın verdiği haz günü kapatmaya yetiyor.
Bir an geliyor, bölgesel depremlerle evimin içindeki avize sallanıyor mu diye kontrol ediyoruz,’ohh’ sallanmıyor. Gelip geçen günlerde bazen pencere açık kalıyor, ufak ufak kımıldıyor. Öyle bir an geliyor ki, avize beşik olmuş! Gözlerin feri büyümüş. Fay hattı kasıla kasıla patlamaya başlıyor. Sonrası belki de bir cehennem…
*** ***
Dünya’ya gözlerini açan insanoğlu için yıkımların en büyüğü olan savaş, olağan akışın kesilmesi veya sonlanması demek. Aldığın nefesin heyecandan ciğerlerini derin derin yırtması demek. Evine ateş düşen insanın yaşadığı telaşı, onu yaşayanlar daha iyi anlar ama tarihinde cehennemi yarıp hayata kavuşan Türkler kadar sanırım bunu anlayabilecek çok fazla millet yoktur. Bizlere zamanında yaşadığımız acılar yüzünden, vatan bellediğimiz topraklardan Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldık. Ve Anadolu bizlere kucak açtı. Anasız da olsak babasız da olsak, devlet, ana da oldu baba da... Aç kaldığında doyurdu, ağladığında göz yaşlarımızı sildi, korktuğunda elini sırtımızdan hiç eksik etmedi.
Tabii ki eksiği de vardır zaman zaman yanlışları da… Neticede devleti meydana getiren de insandır, ama varlığı insan için su gibi vazgeçilmezdir. Sana her koşulda kucak açan, yuva olan; hatta soyunun devamını sağlayan yegane güvence, devlettir. Bugün devletsizliğin ne anlama geldiğini, yanı başımızdaki Ukrayna’da tüm çıplaklığıyla görüyoruz. Çünkü biz, emperyal devletlere karşı, kanımızın son damlasıyla çarpıştığımızda, devleti, imparatorluğumuzun küllerinden yeniden yaratmış, bunu da yıllarca savaştan savaşa kanından kan eksilen Türk halkıyla başarmıştık. O yüzden Atatürk’ün dediği gibi, bağımsızlığı karakterimiz olarak benimsedik ve Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiğimizden beri bu sancağı göklerde dalgalandırmayı şiar edindik. Bu dava uğruna, nice canlar, nice bedeller ödedik.
** ** **
İşte evimizde kara kara faturaların ne kadar geleceğini düşünüp, içten içe hayıflanırken, bir anda dünyamıza göktaşları düşmeye başladı. Gerçeğin en çarpıcı olanı, yani savaş, filmin perdesini yırtıp yine sahneye çıktı. O ana kadar yaşanan ‘soğuk savaş’, artık devletlerin resmi bayraklarıyla ‘sıcak’ temasa dönüşüyordu... İnsansoyunun yarattığı bu vahşi sistemin azgın dişleri olan emperyalizmin, en kanlı ve yayılmacı, saldırgan haliyle baş başaydık. Ancak, buna hazır değildik. Demek ki, içine gömüldüğümüz bir rüyanın içinde, zamanı bozuk para gibi hoyratça tüketiyorduk. Dünyada yaşanan küçük sarsıntıların, göçlerin, kıyımların, darbelerin etkisi ‘kediyi’ ürkütmeye yetmiyordu. Daha büyük şeylerin yaşanması gerekiyormuş diye düşünmeden edemiyorum. Aslında yarattığımız sistemin sonuçlarını yaşıyor, kendi ellerimizle oluşturduğumuz pusuların içinde debeleniyorduk.
Kapitalizmin yapışık ikizi olan emperyalizm, bir pandemi gibi ilk defa dünyayı ve insanlığı sarmıyordu. Yaşanan iki dünya savaşında da asıl sebep bu değil miydi? Ya da ondan önce yaşanan savaşların temelinde çıkarlar yatmıyor muydu? Elbette sonra aklımıza başka sorular geldi, bunu tanık olup, yaşadığımız şeylerden çok daha açık gördüm, ’21 yüzyılda da bu kadar olur mu?’. Olur tabii ki! 2. Dünya Savaşı’ndan sonra silahlanma yarışı hız kazanmadı mı, savaşın yöntemleri değişmedi mi, gün gelir yeniden savaş çıkarsa diye hazırlanılmadı mı, kan akmaya devam etmedi mi? Birinin patlaması bile insanlık için ciddi sonuçlar yaratacak toplu imha silahlarını, nükleer bombaları bir çocuk gibi onar-yüzer istifleyip, oyuncaklarımızla övünmedik mi?
Oysa ki, tüm o şatafatlı uluslararası örgütler, diplomasi ve yaptırımlar, sadece canavarı tutan zincirlerden ibarettir. Bu canavarın adı, cinsi, ırkı, rengi, kutsalı olmaz. Ortada demokratik süslerle süslenmiş, pembiş bir elbisesi, sırıtan yüzü ile... sevgi, saygı, vicdan, hak, can, bu insanlık düşmanı bu canavarın üstündeki makyajdır.. Ve bizler, 21. yüzyıl insanları olarak, onun gerçek yüzünü ne yazık ki, hala göremiyoruz.
Savaş ve savaşın boyutları, savaşın 5N1K’sı gibi sorulara da sağlıklı cevaplar bulamıyor, adeta afallıyorduk. Tüm olaylara karşı tutarsız ve mantıksız yaklaşımlarımız gibi, yaşanan ve gittikçe tüm dünyayı içine çekebilecek bir gücün meydana çıkması için fazlasıyla çaba sarf edilen basit ancak komplike bir sorunu, sadece yitirilen canlarla açıklamanın yeterliliğine inanıyoruz. Ölüm ve berelinmiş,yaralınmış bedenlerin kupkuru rakamlarla ifade ediyoruz.
Savaş, insanın çıkmazı olan en büyük şeyi getirir, ölümü.!
Ölüm insanlık için en büyük sarsıntı, karanlık sınırsızdır (Milletlerin kültürlerine göre farklılık gösterse de). İnsanların savaş yüzünden hayatını kaybetmesi yüzünden taziye mesajlarının yayınlanması, tepki gösterilmesi, savaşın durmasının istenmesi çok insani bir durum. Sözüm, buna değil. Demek istediğim, yaşanan süreç, sadece hümanist bir bakış açısıyla değil, çok boyutlu şekilde değerlendirilmeli.
Çünkü, ben şuna inanıyorum; Dünyaya barış getireceğine inanan, kurumsallaşan, silahsızlanmayı savunan, demokrasiye inanan her devlet, kapitalizm canavarı var oldukça, can kayıplarının da, kaosun da, terörün de, darbelerin de, nükleer bombaların da bitmeyeceğini öğrenmek zorunda. Bizler, insanlık adına bir davayı savunacaksak, önce bu temel gerçeği öğrenmeli ve fazlasıyla irdeleyerek olayları süzgeçten geçirmeliyiz. Açıkçası tüm insanlık buna mecbur.! 21. yüzyılda da buna mecbur olmayana ne demeli....
Gerçekler Ne?
Gerçek şu ki, yaşanan bu operasyon, öncelikle ABD’nin yaşadığı krizle doğrudan ilgili olup, savaş baronlarının tek isteğinin silah satmak olduğuna dair bilgilerin çok daha önce bilindiği göz önüne alınırsa, ABD’nin Avrupa ve diğer devletleri besleyerek NATO’yla büyümesi, Rusya’yı önlem almaya zorlamıştır. İki dünya savaşında da kârla kapatan ABD, içinde yaşadığı durumu tersine çevirmek için savaş çıkarmaktan neden kaçsın? İkincisi, savaş çıkartmasa da yeni bir ‘ortadoğu çukuru’ niye yaratmasın? Üstelik Ukrayna’da neo-nazi örgütlenmesinin açığa çıktığı şu günlerde, ABD’nin Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’ni eğitmesi, başka bir devletin güvenliğini teslim etmesi değil mi? Turuncu devrimle yönetime getirilmenin artık doğrudan medyaya yansımasıyla cambazın ithal olması da bunu kanıtlamakta değil mi.?
Tam da bu nokta da, yaşanan süreci anlamlandırmaya çalışırken, KKTC Cumhurbaşkanı Danışmanı’nın açıklamalarının gündeme gelmesinden çok önce, aynı yorumu yapmıştım. Kıbrıs’ta 1974 harekatı düzenlenmesiydi, KKTC diye bir şey olur muydu? Bu düşünce, Rusya’nın haklı ve haksız olduğunu gerçeğini pekiştirmek için değil, sadece Rusya’nın egemen devlet olarak, neden böyle bir girişimde bulunduğunu nüfus, tarih ve coğrafi bakımdan göstermek için örnek verdim.
Bu Gidişle Ne Olur?
Rusya’nın tüm uyarılarına rağmen, NATO’nun Rusların burnunun dibine gelmesi, iki süper gücün çarpışmasıyla sonuçlandı. Bu çarpışma da yine ABD kendi ordusunu değil, Ukrayna halkının ordusunun kullandı. Önce Sorosçular’ın eliyle yönetimi değiştirdi, ardından yönetimiorduyu,toplumu dizayn etti. Bu bizim için Kıbrıs, Suriye ve Hatay gibiyse, Ruslar için de o anlama gelmektedir. Ki Ruslar ‘bağımsız ve tarafsız kalın’ demelerine rağmen bunu bilinçli olarak yapmayarak süreci körüklemiş, ABD,AB ve Nato’da ateşe körükle gitmedi mi? Soğuk Savaşın tabiri caizse son ayırıcı sınır hattı olan Ukrayna, bu şekilde yeni bir ‘sıcak’ süreci başlattı. Ve gariptir ki, AB ve NATO, hiç durmadan, süreci körüklemeye devam ediyor. İşin daha da garibi, Ukrayna’dan yaralı insanların, çocukların, göç eden insanların fotoğraflarını da paylaşarak,algı operasyonlarıyla insanların canını düşündüklerini, Putin’in Hitler olduğunu, ama Türkiye’nin boğazları açması gerektiği propagandasını yapmaktan da geri durmuyor!
Depremin soğuk nefesini ensemizde hissederken, iki ‘büyük birader’ kozlarını paylaşmaya, birileri de cambaza baktırmaya devam ediyor. Bu gidişle...!?
|
||
|