Türkiye’de açılan toplumsal gediklerden birisi kuşkusuz ideolojik ayrımlardır. İnsanlar birbirlerine olmadığı kadar uzak ve ayrık, olmadığı kadar düşman olur. Aynı kan bağı, aynı mahalle, dost, arkadaş, kardeş olman kâr etmez. Deriz ki, 21. Yüzyılda bu kadarı da olmamalı, insana insan olduğu için değer verilebilmeli. Haksa, hepimiz için haktır, bunda ayrım gözetmeyiz. Demokrasi, herkes için demokrasidir. Saygı, tüm insanlığa… Komşum, candır…
Ancak öyle zamanlar geliyor ki, bir çok şeyi çözebilmek şöyle dursun, türlü sebeplerden dolayı her şeyi bir kenara itiveriyoruz. Ne oluyor, bu kadar ciddi ve mühim olan hayati şey de nedir? Bir insanla aranda uçurumlar yaratan, belki de yıllarca kurduğunuz bağları bir anda koparmanı sağlayan şey nasıl bir güç olabilir? Mesela düşünelim; sevgi duyduğumuz, beslediğimiz, aynı sofrada yemek yediğimiz insandan siyasi bir tartışma sonunda soğuyabilir miyiz? Emin olun, bu yazıyı yazan ben bile olsam, siyasi atmosferin çetinliği, ayrıştırması kişiyi öyle bir kuvvetle sarsıyor ki, kimi zaman ister istemez kendimi bile tanıyamıyorum. Ancak, tüm yaşadığım o duyguların aslında doğru olmadığını, demokratik olarak herkesin belli düşünceleri ve fikirleri olması gerektiğini düşünerek, saygı duyulabilecek olanlara saygı duyup, kesin çizgilerle özgürlükten ayrılan doğru bulmadığım şeyleri kesinlikle kabul etmiyor, tüm argümanlarımla tartışmayı canlı tutmaya çalışıyorum.
İşte, toplumsal açıdan öğrenemediğimiz ‘şey’ ne yazık ki bu!..
Öyle bir noktaya geliyoruz ki ortada ne bir tartışma kalmış ne de bilgiye dair herhangi bir kırıntı. Tüm bilgilerin abandone olduğu, adeta bir arapsaçı muhabbet. Ne biri diğerini anlıyor ne de diğeri öbürünü… Tek bildiğimiz ve duyduğumuz , insanların gittikçe artan sesleri ve yavaş yavaş kelimelerin ağırlığının hissedilmesi. En sıradan bir konu hakkında bile konuşurlarken insanlar birbirlerini kırıyor, üzüyor, olabildiğince ayrışıyor; sevgi, saygı, birlik ve beraberlik duygularının yerini, içimizdeki koca bir karadelik dolduruyor.
Aslında tartışma kültürüne sahip olan bir toplum olsaydık, daha yapıcı ve olayları daha akılcı analiz edebilen bir toplum haline gelebilirdik. Oysa ki, düşünsel farklılıklarımız demokratik zenginliğimiz gökkuşağı gibi kabul edilmeli. Ancak, ne yazık ki sadece kırıp dökmek ve her baskıladığımız düşünden uzak bir düşünce ve yaklaşımı ‘zafer’ addediyoruz. Bu da bizim içten içe büyüyen hayvansıllığımızı ortaya çıkarıyor.
Ümit ediyorum ki, toplumsal olarak ayrışan ve birliktelikten uzaklaşan Türk toplumu ve dünya toplumları, bir gün aklın ve insanlığın birleştiği noktada kucaklaşır.
Umarım bir gün, sadece insanlar gerçeğe ve doğruya hizmet edebilmenin derin huzurunu iliklerinde, kalbinde ve beyninde tüm benliğiyle hisseder.
24 Ocak 1993 günü katledilen ve ülkemizde bu kültürün en güzel timsallerinden ve önderlerinden biri olan sevgili Uğur Mumcu’yu ve aziz hatırasını gönülden anıyorum. Selam olsun tam bağımsız Türkiye’yi savunan ve emperyalizme karşı mücadele veren ışığın savaşçılarına.
|
||
|