Yaka rengi değişen göç! Kol işçiliğinden beyin işçiliğine..
Ülkemizin temel sorunu beyin göçü..Beyin göçünü tüm yönleriyle sorguladık.
Özellikle son on yılda ülkemizden Almanya'ya taze bir göç dalgası başladı. Kol işçiliğinden beyin işçiliğine evrilmiş, eskisinden farklı bir göç bu seferki. Yeni gelen göçmenlerin tamamı diplomalı, donanımlı, aydınlık çehreli gençler. Birçoğu, adlarına dilimizin zor döndüğü yabancı kolejlerden, özel liselerden ve özel üniversitelerden mezun olmuşlar. Yüksek öğrenimlerinin bir bölümünü Avrupa'da tamamlamış, uzak kıtalarda, değişik ülkelerde iş deneyimleri edindikten sonra gelenler de var aralarında. İngilizceleri iyi olduğundan Almancayı da çabucak öğreniyorlar. Mühendisler, doktorlar, ekonomistler, bilişim teknolojisi alanında çalışanlar başı çekiyor bu göçte. Ne iş yaptıklarını sorduğunuzda, “beyaz yakalıyız” yanıtını alıyorsunuz. 'Beyaz yakalı' terimi Almanya'da pek kullanılmıyor. İlk kez 1930'lu yıllarda Amerikalı yazar Upton Sinclair tarafından kullanılmış; bedensel güçten ziyade, masa başında, yönetsel ve idari işlerde, beyin gücüyle çalışanları simgeleyen bir sıfatmış bu.
GÖÇMENLER ARASINDA YÜKSELEN DUVAR
Genelleme yapmak doğru olmaz; fakat çıplak gözle görünen bir gerçek var: Yeni gelen Türk göçmenlerin azımsanmayacak bölümü, Almanya'ya postunu sermiş, altmış küsür yıldır burada yaşayan eski göçmen yurttaşlarıyla aralarına âdeta kalın duvarlar örmüşler.
Almanya'ya farklı yollardan geçerek, farklı ereklerle geldiklerini, onlar gibi yaşamadıklarını, çevrelerine hissettirmek için özel bir çaba harcıyorlar. Havalimanlarında, tren istasyonlarında, marketlerde, yani yollarının kısacık kesiştiği yerlerde dahi, zorunlu haller dışında eski göçmenlerle pek konuşmuyor, onlarla yan yana gözükmekten dahi kaçınıyorlar.
Sosyal medyada paylaştıkları videolarda, kendileriyle yapılan söyleşilerde, bu mesafeli tutumlarını açıkça vurguluyorlar. İçlerinde sadece doktorlar ve sağlık çalışanları sıcak ve içtenlikli davranıyorlar eski göçmenlere. Tedaviye gelen hastalarının tamamına yakını Türk gurbetçilerden oluşuyor çünkü. Altmışlı, yetmişli yıllarda, yıkıntılar üstüne yeniden kurulan Almanya'nın ağır iş yükünü çekmiş, zaman içinde bedensel ve ruhsal sağlığını yitirmiş bu ezgin insanların ağzından göç gerçeklerini can kulağıyla dinledikleri için, göçmenlik kavramının anlamını daha ön yargısız, daha nesnel değerlendirebiliyorlar...
DİPLOMALARLA EDİNİLEMEYEN AYDIN TAVRI
Frankfurt'un bankalar semtinde, eski bir dostumun işlettiği kafe var. Her gün kısaca uğrayıp ayaküstü kahvemi içtiğim bu mekanda epeyce 'beyaz yakalı' Türk genciyle tanışma, sohbet etme olanağı buldum. Büyük danışma şirketlerinin, ünlü yatırım bankalarının, uluslararası hukuk bürolarının özenle seçip getirdiği, diplomaları yedi iklimde kabul gören, öz güvenli, pırıl pırıl gençlerdi hepsi de. Beni de 'eski işçi göçmenlerden' saydıklarından olmalı, başlarda kuru selamdan öteye pek geçemiyorduk. Aramızdaki bariyerleri kaldırmak, onlarla birazcık yakınlaşmak için bazen ısrarla kahveler, kurabiyeler ısmarladım. Yüzlerindeki ürkek donukluğu birazcık eritmek, onları sohbete ısındırmak için hak ettikleri övgüleri bolca boca ettim üstlerine.
Zaman içinde biraz gülümser oldular, az konuşan dilleri hafif hafif çözüldü. Kibirlerini aşamayıp hâlâ soğuk duranlara da, “Selamınız çok yükseklerden geliyor, sesinizi zor işitiyorum, bulutlara değen bürolarınızdan azıcık aşağılara inin sevgili beyaz yakalı dostlarım!” diye takıldım. Onlarla sohbeti derinleştirdikçe, saptamalarımda hiç yanılmadığımı anladım. Düşündüklerimin sağlaması gibiydi anlattıkları. Alman ve Avrupalı iş arkadaşlarının kendilerini klasik gurbetçilerin bir parçası olarak görmelerini kesinlikle istemiyorlardı. Türkçe konuşurken seslerini alçaltıyor, yanımızdan geçen kravatlı kalabalık duymasın diye oldukça temkinli davranıyorlardı. Her cümlelerine, “Siz üstünüze alınmayın abi ama...” diyerek başlıyor, artık Almanların bile seslendirmekten vazgeçtiği, çok eskilerde kalmış birtakım basmakalıp aşağılayıcı sıfatları acımasızca kullanıyorlardı eski göçmen yurttaşlarımız için. Şaşırmamak elde değildi. Nasıl olmuş da, kendi insanlarına bu denli yabancılaşmışlardı? Bazı kemikleşmiş, ön yargılarla dolu keskin görüşlerini bırakın değiştirmeyi, yumuşatmak dahi olanaksızdı.
Küçüklüklerinden beri kafalarında durmadan cilalayıp parlattıkları bir düşü, 'Batının sınırsız özgürlüğünü' yaşamak için bin bir emek verip buralara kadar gelmişlerdi. Yaldızlı düşlerini bozacak her şeyden, herkesten ısrarla uzak duruyorlardı!
TRAJİKOMİK İTİRAFLAR
Sohbet ettiğim gençlerden biri, “Vallahi abi, Türküm dememek için Kıbrıslıyım ya da Girit göçmeniyim diyorum yeni tanıştığım Almanlara.” dedi. Avrupa'nın çizdiği haritalarda tamamı Yunan adası ve AB üyesi olarak gösterildiği için Kıbrıslı ya da Girit göçmeni olması Alman iş arkadaşlarına ve binasındaki komşularına 'Türk' olmasından daha daha sempatik geliyormuş!
Bir diğeri, “Sarışın olduğum için hayli rahatım abi burada! Bugüne değin nerelisin diye soran olmadı bana. Amerika’da yıllarca kaldığım için de İngilizcem aksansız. Adım da tipik Türk adını çağrıştırmıyor. Oturduğum sokakta bile hangi milletten olduğumu bilen bir kişi yok şükür” dedi.
Almanya'ya işçi göçünün tarihini birkaç kelimeyle özetleyeni de eksik değildi beyaz yakalı gençlerimizin aralarında! Uygar Avrupa, her türlü insani davranışına, iş, aş vermesine rağmen, bizim Anadolu dağlarından gelen cahil cühela Türk işçilerini bir türlü adam edememişti!
Sundukları sınırsız fırsatlara, verdikleri her türlü maddi, manevi desteğe rağmen bizim ilkel göçmenleri bir türlü entegre edip medeni yaşamlarının dolaşımına katamamışlardı!
Eleştirilerinde keskin olsalar da, ömürlerini eğitime, öğretime adamış taze göçmenlerimizle ara sıra sohbetler etmek hem ilginç hem de öğretici oluyordu benim için. Beyin işçisi gençlerimizin taze umutlarını, acı deneyimlerimle baştan boğmamak için anlatmaktan ziyade dinlemeyi yeğledim çoğu kez.
BEKLER ASIL ŞİİRLER BAZI YAŞLARI
Görece dolgun maaşlarının ve iş yerlerindeki kabul görmüşlüğün zevkini çıkartıyorlardı şimdilik. Buna sonuna kadar hakları da vardı. Fakat, kısa gelecekte aile kurduklarında, geniş evler aramaya çıktıklarında, çocuklarına iyi okul baktıklarında, yani, gurbet yaşamının engebeli yollarına tam gaz girdiklerinde, şimdi ağızlarına pek almadıkları 'yabancı olmak' gerçeğiyle mutlaka yüz yüze geleceklerdi. Statünün, 'yakalarının beyaz renklerinin' aşamadığı zorlu engelleri gördükçe, şu anki pembe düşüncelerinin çoğu aniden renk değiştiriverecekti.
Eski göçmen yurttaşlarımıza sırt çevirmek yerine, gurbet yaşamlarını, onların yalın göç deneyimlerinden süzülen gerçekliklerin harcıyla şimdiden sağlamlaştırsalar, gelecekte yaşayacakları kaçınılmaz hayal kırıklıklarından, ruhsal hasarlardan kendilerini daha iyi koruyacaklardı...
Ama Necatigil'in bir anlamlı dizesinde belirttiği gibi, 'bazı şiirler bekleyecekti bazı yaşları' mecburen...
YAKAMIN RENGİNİ ÖĞRENDİM
Dün kafede yine karşılaştım beyaz yakalı gençlerimizle. Arkası kesilmeyen bahar sağanakları vardı dışarıda. Hal hatır sorduk birbirimize. Havaların kötülüğünden, Almanya'da artan pahalılıktan, uzun çalışmaların yorgunluğundan, evlenecek eş bulmaya bile vakitlerinin kalmadığından, yükselen ırkçılıktan vs yakındılar kahvelerini yudumlarken. “Siz beyaz yakalısınız, size bir şey olmaz!” dedim. Dev bir inşaatın önünde vinç operatörüne 'indir, kaldır!' diye bağıran başları baretli Türk işçileri gösterip “Allah bunların yüzüne baksın!” dedim. Sessizce gülümsediler.
Her zamanki gibi gözleri saatlerindeydi. Ayrılırken sordum: “Sizinkiler 'beyaz' anladık da, bizim yakaların rengi ne peki?” Bir ağızdan “Sizinkiler mavi!” dediler.
'Mavi yaka'da, kol emekçilerini simgeliyormuş. Beynini az, bedeninin çok kullananları yani..
“İnşallah beyaz ve mavi dışında başka renkleri yoktur bizleri birbirimizden ayıran bu lanet yakaların” dedim. “Var abi, olmaz mı!” dediler. Sarısı, kırmızısı, turuncusu, grisi, yeşili, hatta pembesi bile varmış... Diğer buluşmamızda yaka renklerinin anlamlarını tek tek anlatacaklar bana, söz verdiler...
Altmış küsur yıl sonra, taze bir göçe, daha doğrusu 'yaka rengi değişen bir göçe' tanıklık ediyorduk Almanya'da. Göçün yalnız yaka rengi değil, öyküleri, romanları, şiirleri de kökten değişecek gibiydi yakın gelecekte. Asansöre yürüyen düşünceli genç göçmenlerimizi izlerken öyle bir hava sezdim nedense...
Özellikle son on yılda ülkemizden Almanya'ya taze bir göç dalgası başladı. Kol işçiliğinden beyin işçiliğine evrilmiş, eskisinden farklı bir göç bu seferki. Yeni gelen göçmenlerin tamamı diplomalı, donanımlı, aydınlık çehreli gençler. Birçoğu, adlarına dilimizin zor döndüğü yabancı kolejlerden, özel liselerden ve özel üniversitelerden mezun olmuşlar. Yüksek öğrenimlerinin bir bölümünü Avrupa'da tamamlamış, uzak kıtalarda, değişik ülkelerde iş deneyimleri edindikten sonra gelenler de var aralarında. İngilizceleri iyi olduğundan Almancayı da çabucak öğreniyorlar. Mühendisler, doktorlar, ekonomistler, bilişim teknolojisi alanında çalışanlar başı çekiyor bu göçte. Ne iş yaptıklarını sorduğunuzda, “beyaz yakalıyız” yanıtını alıyorsunuz. 'Beyaz yakalı' terimi Almanya'da pek kullanılmıyor. İlk kez 1930'lu yıllarda Amerikalı yazar Upton Sinclair tarafından kullanılmış; bedensel güçten ziyade, masa başında, yönetsel ve idari işlerde, beyin gücüyle çalışanları simgeleyen bir sıfatmış bu.
GÖÇMENLER ARASINDA YÜKSELEN DUVAR
Genelleme yapmak doğru olmaz; fakat çıplak gözle görünen bir gerçek var: Yeni gelen Türk göçmenlerin azımsanmayacak bölümü, Almanya'ya postunu sermiş, altmış küsür yıldır burada yaşayan eski göçmen yurttaşlarıyla aralarına âdeta kalın duvarlar örmüşler.
Almanya'ya farklı yollardan geçerek, farklı ereklerle geldiklerini, onlar gibi yaşamadıklarını, çevrelerine hissettirmek için özel bir çaba harcıyorlar. Havalimanlarında, tren istasyonlarında, marketlerde, yani yollarının kısacık kesiştiği yerlerde dahi, zorunlu haller dışında eski göçmenlerle pek konuşmuyor, onlarla yan yana gözükmekten dahi kaçınıyorlar.
Sosyal medyada paylaştıkları videolarda, kendileriyle yapılan söyleşilerde, bu mesafeli tutumlarını açıkça vurguluyorlar. İçlerinde sadece doktorlar ve sağlık çalışanları sıcak ve içtenlikli davranıyorlar eski göçmenlere. Tedaviye gelen hastalarının tamamına yakını Türk gurbetçilerden oluşuyor çünkü. Altmışlı, yetmişli yıllarda, yıkıntılar üstüne yeniden kurulan Almanya'nın ağır iş yükünü çekmiş, zaman içinde bedensel ve ruhsal sağlığını yitirmiş bu ezgin insanların ağzından göç gerçeklerini can kulağıyla dinledikleri için, göçmenlik kavramının anlamını daha ön yargısız, daha nesnel değerlendirebiliyorlar...
DİPLOMALARLA EDİNİLEMEYEN AYDIN TAVRI
Frankfurt'un bankalar semtinde, eski bir dostumun işlettiği kafe var. Her gün kısaca uğrayıp ayaküstü kahvemi içtiğim bu mekanda epeyce 'beyaz yakalı' Türk genciyle tanışma, sohbet etme olanağı buldum. Büyük danışma şirketlerinin, ünlü yatırım bankalarının, uluslararası hukuk bürolarının özenle seçip getirdiği, diplomaları yedi iklimde kabul gören, öz güvenli, pırıl pırıl gençlerdi hepsi de. Beni de 'eski işçi göçmenlerden' saydıklarından olmalı, başlarda kuru selamdan öteye pek geçemiyorduk. Aramızdaki bariyerleri kaldırmak, onlarla birazcık yakınlaşmak için bazen ısrarla kahveler, kurabiyeler ısmarladım. Yüzlerindeki ürkek donukluğu birazcık eritmek, onları sohbete ısındırmak için hak ettikleri övgüleri bolca boca ettim üstlerine.
Zaman içinde biraz gülümser oldular, az konuşan dilleri hafif hafif çözüldü. Kibirlerini aşamayıp hâlâ soğuk duranlara da, “Selamınız çok yükseklerden geliyor, sesinizi zor işitiyorum, bulutlara değen bürolarınızdan azıcık aşağılara inin sevgili beyaz yakalı dostlarım!” diye takıldım. Onlarla sohbeti derinleştirdikçe, saptamalarımda hiç yanılmadığımı anladım. Düşündüklerimin sağlaması gibiydi anlattıkları. Alman ve Avrupalı iş arkadaşlarının kendilerini klasik gurbetçilerin bir parçası olarak görmelerini kesinlikle istemiyorlardı. Türkçe konuşurken seslerini alçaltıyor, yanımızdan geçen kravatlı kalabalık duymasın diye oldukça temkinli davranıyorlardı. Her cümlelerine, “Siz üstünüze alınmayın abi ama...” diyerek başlıyor, artık Almanların bile seslendirmekten vazgeçtiği, çok eskilerde kalmış birtakım basmakalıp aşağılayıcı sıfatları acımasızca kullanıyorlardı eski göçmen yurttaşlarımız için. Şaşırmamak elde değildi. Nasıl olmuş da, kendi insanlarına bu denli yabancılaşmışlardı? Bazı kemikleşmiş, ön yargılarla dolu keskin görüşlerini bırakın değiştirmeyi, yumuşatmak dahi olanaksızdı.
Küçüklüklerinden beri kafalarında durmadan cilalayıp parlattıkları bir düşü, 'Batının sınırsız özgürlüğünü' yaşamak için bin bir emek verip buralara kadar gelmişlerdi. Yaldızlı düşlerini bozacak her şeyden, herkesten ısrarla uzak duruyorlardı!
TRAJİKOMİK İTİRAFLAR
Sohbet ettiğim gençlerden biri, “Vallahi abi, Türküm dememek için Kıbrıslıyım ya da Girit göçmeniyim diyorum yeni tanıştığım Almanlara.” dedi. Avrupa'nın çizdiği haritalarda tamamı Yunan adası ve AB üyesi olarak gösterildiği için Kıbrıslı ya da Girit göçmeni olması Alman iş arkadaşlarına ve binasındaki komşularına 'Türk' olmasından daha daha sempatik geliyormuş!
Bir diğeri, “Sarışın olduğum için hayli rahatım abi burada! Bugüne değin nerelisin diye soran olmadı bana. Amerika’da yıllarca kaldığım için de İngilizcem aksansız. Adım da tipik Türk adını çağrıştırmıyor. Oturduğum sokakta bile hangi milletten olduğumu bilen bir kişi yok şükür” dedi.
Almanya'ya işçi göçünün tarihini birkaç kelimeyle özetleyeni de eksik değildi beyaz yakalı gençlerimizin aralarında! Uygar Avrupa, her türlü insani davranışına, iş, aş vermesine rağmen, bizim Anadolu dağlarından gelen cahil cühela Türk işçilerini bir türlü adam edememişti!
Sundukları sınırsız fırsatlara, verdikleri her türlü maddi, manevi desteğe rağmen bizim ilkel göçmenleri bir türlü entegre edip medeni yaşamlarının dolaşımına katamamışlardı!
Eleştirilerinde keskin olsalar da, ömürlerini eğitime, öğretime adamış taze göçmenlerimizle ara sıra sohbetler etmek hem ilginç hem de öğretici oluyordu benim için. Beyin işçisi gençlerimizin taze umutlarını, acı deneyimlerimle baştan boğmamak için anlatmaktan ziyade dinlemeyi yeğledim çoğu kez.
BEKLER ASIL ŞİİRLER BAZI YAŞLARI
Görece dolgun maaşlarının ve iş yerlerindeki kabul görmüşlüğün zevkini çıkartıyorlardı şimdilik. Buna sonuna kadar hakları da vardı. Fakat, kısa gelecekte aile kurduklarında, geniş evler aramaya çıktıklarında, çocuklarına iyi okul baktıklarında, yani, gurbet yaşamının engebeli yollarına tam gaz girdiklerinde, şimdi ağızlarına pek almadıkları 'yabancı olmak' gerçeğiyle mutlaka yüz yüze geleceklerdi. Statünün, 'yakalarının beyaz renklerinin' aşamadığı zorlu engelleri gördükçe, şu anki pembe düşüncelerinin çoğu aniden renk değiştiriverecekti.
Eski göçmen yurttaşlarımıza sırt çevirmek yerine, gurbet yaşamlarını, onların yalın göç deneyimlerinden süzülen gerçekliklerin harcıyla şimdiden sağlamlaştırsalar, gelecekte yaşayacakları kaçınılmaz hayal kırıklıklarından, ruhsal hasarlardan kendilerini daha iyi koruyacaklardı...
Ama Necatigil'in bir anlamlı dizesinde belirttiği gibi, 'bazı şiirler bekleyecekti bazı yaşları' mecburen...
YAKAMIN RENGİNİ ÖĞRENDİM
Dün kafede yine karşılaştım beyaz yakalı gençlerimizle. Arkası kesilmeyen bahar sağanakları vardı dışarıda. Hal hatır sorduk birbirimize. Havaların kötülüğünden, Almanya'da artan pahalılıktan, uzun çalışmaların yorgunluğundan, evlenecek eş bulmaya bile vakitlerinin kalmadığından, yükselen ırkçılıktan vs yakındılar kahvelerini yudumlarken. “Siz beyaz yakalısınız, size bir şey olmaz!” dedim. Dev bir inşaatın önünde vinç operatörüne 'indir, kaldır!' diye bağıran başları baretli Türk işçileri gösterip “Allah bunların yüzüne baksın!” dedim. Sessizce gülümsediler.
Her zamanki gibi gözleri saatlerindeydi. Ayrılırken sordum: “Sizinkiler 'beyaz' anladık da, bizim yakaların rengi ne peki?” Bir ağızdan “Sizinkiler mavi!” dediler.
'Mavi yaka'da, kol emekçilerini simgeliyormuş. Beynini az, bedeninin çok kullananları yani..
“İnşallah beyaz ve mavi dışında başka renkleri yoktur bizleri birbirimizden ayıran bu lanet yakaların” dedim. “Var abi, olmaz mı!” dediler. Sarısı, kırmızısı, turuncusu, grisi, yeşili, hatta pembesi bile varmış... Diğer buluşmamızda yaka renklerinin anlamlarını tek tek anlatacaklar bana, söz verdiler...
Altmış küsur yıl sonra, taze bir göçe, daha doğrusu 'yaka rengi değişen bir göçe' tanıklık ediyorduk Almanya'da. Göçün yalnız yaka rengi değil, öyküleri, romanları, şiirleri de kökten değişecek gibiydi yakın gelecekte. Asansöre yürüyen düşünceli genç göçmenlerimizi izlerken öyle bir hava sezdim nedense...