Reklamı Geç
HABER DETAY
BD emperyalist olmaktan vazgeçer mi?
Hiçbir devlet emperyalist olmaya kendisi karar vermedi. Kapitalizmin yükselişinin ve devamında tekelleşmesinin zorunlu bir sonucu olarak emperyalist devletler haline geldiler. Neticede istedikleri gibi emperyalist olmaktan da vazgeçemezler
08 Ağustos 2024 - Perşembe 14:34
1225 defa okunmuş.
Manşet

EMRE ALBAYRAK / VATAN PARTİSİ MKK ÜYESİ - BALIKESİR İL BAŞKANI

“Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor.”- Mao Zedung

Dünya, Amerika Birleşik Devletleri’nde kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimine kilitlendi. Önce Donald Trump’ın kıl payı kurtulduğu suikast girişimi, sonra Joe Biden’ın adaylıktan çekilmesi, bu arada 3. Dünya Savaşı söylemlerinin de yoğunlaşması yeni tartışmaları beraberinde getirdi.

5 Kasım seçimi; neoliberal-küreselci politikaların devamından yana olanlarla, ‘‘Önce Amerika’’ sloganını benimseyen Trump’ın arasında geçecek. ABD’nin saldırgan politikalarına aşina olduğumuzdan daha çok “Trump seçilirse ne olur?” sorusuna yoğunlaşacağız.

Donald Trump’ın Başkan seçildiği takdirde Ukrayna Savaşı’nı bitireceği ve İsrail’e askeri desteği durdurabileceği, dünya jandarmalığı yapmak yerine ekonomik sorunları çözmeye öncelik vereceği, ABD derin devleti ile mücadele edeceği, ülkesine esas tehdidin Çin’den geldiğini ve Çin’e yönelik yaptırımları artıracağı konuşuluyor.

TARİHSEL SÜREÇLERE SINIFSAL BAKMAK

Trump’ın vaatleri elbette ABD için bir seçenek. Bizim için kulağa hoş geliyor. Peki, gerçekçi mi? Uygulanabilir mi? Soruyu biraz daha açalım. CIA, Pentagon ve uluslararası tekeller, Trump’ın bütün bunları yapmasına izin verir mi?

Vatandaşlarımızın ezici çoğunluğunun ABD karşıtı olduğunu biliniyor. İster istemez şöyle yorumlar yapılabiliyor: “Trump kazanırsa bütün dünya ABD belasından kurtulacak.”

Bu, o kadar kolay değil. Trump’ın söylemlerinden yola çıkarak ABD’yi ve neredeyse bütün dünyayı kazanan hanesine yazmak; emperyalizm, millî devlet ve devrim olgularını hafifletmek anlamına gelir.

Hiçbir devlet emperyalist olmaya kendisi karar vermedi. Kapitalizmin yükselişinin ve devamında tekelleşmesinin zorunlu bir sonucu olarak emperyalist devletler haline geldiler. Neticede istedikleri gibi emperyalist olmaktan da vazgeçemezler. Ancak milli devletler tarafından silahlı güç marifetiyle caydırılabilir ve uslandırılabilirler.

Dolayısıyla Trump'ın seçilmesiyle, bütün sorunların kendiliğinden hallolacağı gibi bir yanılsamaya kapılmamak gerekir. Gelecek mimarisinde, sistemi değil de bireyleri temel alırsak meselenin esasını ıskalamış oluruz.

Tarihe ve günümüzün siyasi koşullarına sınıfsal bakmalıyız. Bugün ABD Emperyalizmi-İsrail Siyonizmi ve diğer ülkelerde bir avuç kalmış işbirlikçileri bir safta, ABD halkı dâhil olmak üzere bütün milli devletler diğer saftadır. Bunların arasında kaybedenler olacaktır, kazananlar olacaktır. Herkesin kazanacağı bir denklem tarihin yasalarına aykırıdır ve mümkün değildir.

ABD seçimlerinde, halkın ülkelerini savunma pozisyonunda mı yoksa saldırı pozisyonunda mı görmek istediği belli olacaktır. Tabii, ABD halkının ne istediğinin de tek başına bir önemi yoktur. Sonuçta ipler artık ABD’nin elinde değildir.

ABD; özellikle SSCB’nin dağılmasıyla birlikte elde ettiği fırsatı, agresif dış politika enstrümanlarıyla birleştirerek dünyanın tepesine oturdu. Ordusunun gücüyle mafya sistemi kurdu. SSCB’ye karşı kurulduğu iddia edilen NATO, kendisine üye olan devletlerin denetlenebilmesi ve hizadan çıkmaması için güçlendirildi ve doğuya doğru genişlemeye devam etti.

Örneğin ABD, şu an devam eden savaşların ve gerginliklerin etkisiyle 2023 yılında 238 milyar dolarlık silah satışı yaparak rekor kırdı. Bu, küresel silah satışının yüzde 40’ına tekabül ediyor. İsrail’e yüklü miktarda gayriresmi silah satışı yaptığı iddialarını da hesaba katarsak çok daha büyük meblağlardan bahsetmek mümkün.

150’nin üstündeki ülkede asker bulunduran, NATO’da üye ülkeleri hem denetleyip hem de kendi düşmanlarına karşı saldırtabilen, trilyonlarca doları kağıt ve mürekkep maliyetine basabilen, finans kapitalin gücüyle diğer ülkelerin üretimini baskılayabilen, kültürel hegemonyasını dünyanın genelinde hakim kılabilen bir güç, bu üstünlüklerini neden terk etsin?

SATRANÇ TAHTASINDAKİ SENARYOLAR

Diyelim ki Trump, saldırgan politikalardan vazgeçerek Ukrayna ve İsrail yönetimlerine desteğini kesti, Çin’le ekonomik yarışa girişti. Yukarıda saydığımız imkânlarını kaybettiğinde, üretimini geliştirmek için ihtiyacı olan gerekli sermaye, hammadde ve enerjiyi nasıl bulacaktır?

ABD halkının yoksullaşmaya başladığı da bir gerçek. Buradan yola çıkarak “ABD, savaşmaya asker bile bulamaz.” deniyor. Uzaktan kumanda edilebilen savaş teçhizatları, insansız hava araçları ve en önemlisi nükleer güce sahip bir ülkeden bahsediyoruz. Unutmamak gerekir ki, savaşlarda silahlı güç her zaman belirleyici konumdadır.

ABD tarihinde genellikle dış politika doktrinleri hegemonyacılığı hedeflerken, mesela geçmişte Nixon doktriniyle sınırlı bir geri çekilme süreci yaşanmıştı. Pekala Trump da bir süre geri çekilme stratejisi izleyip güç toplamayı hedefleyebilir. Bu da ihtimallerden bir diğeri.

Rakibine siyasi ve askeri alanda diş geçiremeyen bir ülke, yalnızca ekonomik mücadele yaparak başarılı olamaz. Kanaatimizce ABD, Çin'e karşı bütün dünyayı kendi haline bırakarak Çin'le yarışamaz.

ABD’nin emperyalist olmayan yoldan Çin’le yarışabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Çünkü, iki ülkenin gelişme süreci birbirinden farklı. Emperyalist devletler ekonomide nasıl öne geçti? Asya'nın, Afrika'nın ve Güney Amerika'nın zenginliklerini sömürerek, sonra da haraca bağlayarak yani el koyarak.

Çin; emperyalist olmadı, emperyalizm tarafından ezildi, köklü tarihiyle ayağa kalktı, milli demokratik devrim ve sosyalizme açılan ideolojik hattı takip etti, disiplinli toplum oluşturdu, emek yoğun biçimde işgücünü seferber ederek (nüfus avantajını kullanarak) hızla büyüdü.

2008 ekonomik kriziyle birlikte düşüşe geçen ABD, yüzbinlerce askeriyle işgal ettiği Irak ve Afganistan’da yenildi, binlerce askerini kaybetti ve geri çekilmek zorunda kaldı. Dünyadaki başlıca çatışma bölgeleri olan Filistin’de, Suriye’de ve Ukrayna’da yeniliyor. Batılı kuruluşlar dahi 2030’lu yıllarda ABD’nin ekonomide liderliği Çin’e kaptıracağını öngörüyor.

Milli paralarla ticaret ve altına yönelim, dolar saltanatının tahtını sallıyor. Avrupa’nın Asya ülkelerine ihtiyacı her geçen gün artıyor. AB ülkelerinin dış politikada makas değişikliği yaşaması kuvvetle muhtemel görünüyor. Transatlantik ittifakının bölünme eğilimi güçleniyor. Bütün bunlar ABD’nin emperyalist karakteriyle, oluşan yeni koşulların ters orantılı olduğunu bize gösteriyor.

MAFYA DÜZENİ KENDİNİ İMHA EDEMEZ

Bu durumda Trump seçilse de, seçilmese de ABD halkının geniş kesimleriyle ABD derin devleti arasındaki mücadele büyüyecektir. Öte yandan Trump kazansa ve en başta sıraladığımız hegemonyacılıktan uzak politikaları uygulamak istese bile diğer tarafın teslim olmasını beklemek saflık olur. ABD’nin bölünmesi senaryosunda, emperyalist karakterdeki taraf kendiliğinden teslim olmaz.

Emperyalist savaş ağaları, hem kendi ülkelerinde hem de bütün dünyada her türlü mafyatik eylemi (savaş başlatmak da dâhil) deneyeceklerdir. Bu bir öngörü değildir. Malum, ABD tarihinde dört başkanın öldürüldüğü ve altısının da yaralı veya şans eseri suikastlerden kurtulduğu biliniyor.

Bu sebeplerle ABD derin devleti, bazı stratejik konularda Trump'ı dinlemeyebilir. Özellikle emperyalizm ve Siyonizm arasındaki simbiyotik ilişkinin kısa vadede sonlanması mümkün görünmüyor. CIA ve Pentagon’un, Batı Asya’da birlik eğilimlerinden hoşnut olmayacağı, stratejik piyonu PKK ile diğer bölücü ve yobaz örgütleri desteklemekten vazgeçmeyeceğini beklemeliyiz.

Elbette Trump'ın seçilmesi "hayrımıza" ve fakat en başta da belirttiğimiz gibi Trump'ın bütün dünyaya "kurtuluş bahşedeceği" gibi bir iyi niyet bizi gaflete sürüklememeli.


Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.