Reklamı Geç
HABER DETAY
Belediyeler yozlaşmaya para akıtıyor
Belediyelerin fahiş konser harcamaları konuşuluyor. Bir de o sahnelerde LGBT’nin, cinsel hazzın, alkolizmin, uyuşturucunun, cinsel metalaşmanın, duyarsızlığın, sorumsuzluğun, bireyciliğin, sahte özgürlüğün sözcülüğünü yapanlar yer alıyor
21 Kasım 2024 - Perşembe 05:43
405 defa okunmuş.
Siyaset

IŞIL GÜRSOY / MÜZİK ÖĞRETMENİ

Bazı yerel yönetimler tarafından düzenlenen konserler için ayrılan bütçeler kamuoyunda çok tartışıldı. Yurttaşlarımızın cebinden çıkan paraların hoyratça israf edilmesi çokça eleştiri konusu oldu fakat bunun yanında diğer büyük tehlike ne yazık ki gündeme gelmedi.

 

Yerel yönetimler, Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlamalarında milletin vergilerini, millî değerlerimize tamamen uzak bir biçimde gençliğimizi yozlaştırma aracı olarak harcadılar. 29 Ekim akşamı meydanları dolduran yurttaşlarımız, Cumhuriyetimizin kuruluşuna ve emperyalizme karşı kazandıkları büyük zafere sahip çıkmak için o meydanlardaydılar.

Ancak büyük paralar dökülerek kurulan sahnelerde ne Cumhuriyet Devrimleriyle yükselen Türk kadınını ne de Türk gençliğini göremedik. Türk milletinin bu en büyük bayramında Batı’nın çürüyen kültürü belediyeler aracılığı ile yurttaşlarımızın üzerine boca edildi.

29 Ekim akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ödediği yüklü paraların karşılığında sözde(!) günün anlam ve önemine uygun olarak giydiği kırmızı elbisesinin derin yırtmacının altından Hadise’nin sergilediği iç çamaşırlarını seyrettik.

Yerel yönetimler, Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlamalarında milletin vergilerini, millî değerlerimize tamamen uzak bir biçimde gençliğimizi yozlaştırma aracı olarak harcadılar. 29 Ekim akşamı meydanları dolduran yurttaşlarımız, Cumhuriyetimizin kuruluşuna ve emperyalizme karşı kazandıkları büyük zafere sahip çıkmak için o meydanlardaydılar.

Ancak büyük paralar dökülerek kurulan sahnelerde ne Cumhuriyet Devrimleriyle yükselen Türk kadınını ne de Türk gençliğini göremedik. Türk milletinin bu en büyük bayramında Batı’nın çürüyen kültürü belediyeler aracılığı ile yurttaşlarımızın üzerine boca edildi.

29 Ekim akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ödediği yüklü paraların karşılığında sözde(!) günün anlam ve önemine uygun olarak giydiği kırmızı elbisesinin derin yırtmacının altından Hadise’nin sergilediği iç çamaşırlarını seyrettik.

MİLLÎ BAYRAMLAR BÖYLE KUTLANMAZ

Hadise “Nerdesin Aşkım!” şarkısı ile LGBT sloganını kullandığı için, LGBT örgütleri tarafından destekleniyor ve onların sesi olarak tanınıyor. Avcılar Belediyesi, yine LGBT destekçisi olduğu bilenen Sıla’nın “İyi gelmez mi hiç deniz havası? Bi göz oda bulur sokarız başımızı. Bi de koyarız iki kadeh. Kafa nereye biz oraya...” şarkısıyla, gençliğimize aklınca görev tayin ediyor sahneden.

Ataşehir Belediyesi ise bir şarkıcı değil DJ Del Castio’yu halkımıza layık gördü. DJ’lik postmodern kültürün müzik alanındaki safsatalarının son icadı. Kişi, kullandığı donanım veya yazılım sayesinde çalgı kullanmadan, yüksek sesle gürültü yayıyor.

Ataşehir Belediyesi, alkollü eğlence mekânlarının satışlarını artırmak için kullandıkları bir yöntemle, yani yüksek desibelli ses dalgaları yayarak kutladı milli bayramımızı. Bakırköy Belediyesi şarkıcı Simge Sağın’la “Gel bir sarayım, aşkın olayım...” diyerek başladı kutlamalara.

En başarılı kadın vokaller arasında görülen Simge de LGBT örgütlerinin dayatmalarıyla gurur duyan bir LGBT hayranı. Öyle ki en büyük LGBT dergisi Gzone’nin kapak kızı yapıldı. Beşiktaş Belediyesi, “Kuralı yok, kuralı yok, hayat senin gibi delisi yok, yaşıyorum gelişine, takılıyorum kafama göre...” şarkısını söylemesi için Athena grubuna fahiş ücretler ödedi.

Athena grubu “Ses Etme” şarkısının klibinde kadın kıyafetleri giyen bir erkeği (drag queen) oynatması ile tanınıyor. Beylikdüzü Belediyesi rengârenk ojeleriyle ünlü olan ve oje kullanmayı çok sevmekle övünen oğlumuz Gökhan Türkmen ile kutlamayı tercih etti.

Çatalca Belediyesi kurduğu sahneye, LGBT dayatmasının bir özgürlük olduğunu savunan şarkıcı Merve Özbey’i çıkardı. Esenyurt Belediyesi “Follow me, follow me, aşk benle burada, şeker mi şeker, tadı var, dudaklarımda...” diyerek hangi dilde şarkı söylediği belli olmayan ama “Bundan sonra seyret sen, görcen şimdi beni de, gezcem, tozcam, eğlencem, vurucam dibine dibine...” diyerek “özgür” yapılmış kızımız Ece Seçkin ile Cumhuriyet Bayramımızı kutladı.

Ece Seçkin de LGBT dergisine kapak olan, aynı zamanda çocuğunun eşcinsel olmasını yadırgamayacak kadar da “özgürlükçü” olan bir şarkıcı. Eyüpsultan Belediyesi ise sahnesinde “Açmak istiyorsanız açın.” diyen kadın hareketinin öncülüğüne soyunmuş Melek Mosso’ya yer verdi.

Küçükçekmece Belediyesi Kaos GL’nin gay ikonu olarak seçtiği, iç çamaşırlarıyla şarkı söylemeyi tercih eden Hande Yener ile yurttaşlarımızı buluşturmayı tercih etti. Sancaktepe Belediyesi “duygu ve tensel dünyalarımızın protesto edilmesini” doğaya aykırı bulan ve LGBT dayatmasına karşı çıkanların zihinlerini korkunç bulan Aleyna Tilki ile kutlamayı uygun buldu.

Tuzla Belediyesi, içinde “Kaldıramayacak olanlar arabadan insin, beni tanımadan diyor ne kadar zalimsin, rakibim olamazsın ki köpeğimsi cinsin bozuk, hesap edemedin s.kte vitaminsin daha...” sözleri geçen “Araba” şarkısının sahibi Sefo ile kutladı.

Bizim sözlerinin tamamını yazmaktan utandığımız şarkıyı 29 Ekim akşamı, Tuzla Belediyesi halkımıza dinletmekten utanmıyor.

Üsküdar Belediyesi, “İçerim ben bu akşam...” şarkısını “Mustafa Kemal’in verdiği yetkiyle” söylediğini belirten ve sahneye ayık çıkmayan, ünlü Duman grubu ile bayram kutladı. Eminiz Sayın Başkan konuşmasında “Mustafa Kemal’in askeriyim!” de demiştir.

Dağlarında çiçekler açan ve CHP’nin kalesi olmakla övünen İzmir’in Bornova Belediyesi de “İçindeki dışındaki kahpelerin hepsine ölüm. Ta- ta- ta-ta -ta-ta tararken, yüreğimizden kopan bu ateşi salarken, senin ağzından dökülen dışkı, cesaret sandığın şeyin adı kuşku, puştsun, geberirken viskine ve kokainine sarıl...” şarkısını seslendiren Anıl Piyancı’yla kutlamayı tercih etti.

PARA ALMASALAR DAHİ KAMUNUN SAHNESİ BUNLARA AÇILAMAZ!

Bu saydıklarımız sadece birkaç örnek, aynı sahneler yurdumuzun dört bir yanında kuruldu. Kültür sanat etkinlikleri adı altında şehirlerimizin meydanlarında, içki ve uyuşturucu özendirilmekte, sözde muhalif şarkı sözleriyle içi boş bir özgürlük anlayışı aşılanmakta, kadınlarımıza da çağdaşlık adı altında cinsel bir obje olmak dayatılmaktadır.

Şarkıcıların ortak özelliklerinden biri de hepsinin LGBT dayatmasının sahnedeki sözcüleri olmalarıdır. Bu bilinçli bir kampanyadır ve müzik, bu kampanyanın aracı yapılmaktadır.

Bu konserleri düzenleyen organizasyon şirketleri ve sözde banatçıar hiç para talep etmeselerdi dahi, şehirlerimizin meydanları bunlara açılmamalıydı.

Sanatçı, var olduğu topraktan ve yaşadığı toplumun kültüründen beslenir. Gerçeği, ahenk ve estetikle ortaya koyar. Sanatçıyı var eden bu özelliğidir. Sanatçı duygularımızı gerçekle harmanlayan ustadır.

Kurulan sahnelerde bu toprakların sesinden bir ezgi duyamıyoruz; ne ahenk ne estetik ne de gerçeği görüyoruz. Ahenk ve estetik; cinsel hazzın, alkolizmin, uyuşturucunun, cinsel metalaşmanın, duyarsızlığın, sorumsuzluğun, bireyciliğin, sahte özgürlüğün pençesinde can çekişiyor. Batı’nın yoz kültürüyle gerçeğin üstü örtülüyor.

Bütün sanatların içinde halkla en çok iç içe olan müzik, toplumsal bir olgudur. Gelişimi insanın üretim ilişkileriyle paraleldir. Müziğin tarihsel gelişimi ve oluşan müzik türleri, içinden çıktıkları toplumun, coğrafyanın, siyasi, ekonomik ve sosyolojik yapısıyla birebir paralellik gösterir.

Hangi sınıf tarafından üretiliyorsa o sınıfın ideolojisinin sesini yansıtır. Bu müziği üreten ve seslendiren için de geçerlidir. Sahneye çıkanların şarkı sözlerinde, kıyafetlerinde ve sahne terbiyesinden uzak davranışlarında, Türk milletini ve Cumhuriyetimizi temsil eden ahlak ve erdemleri göremiyoruz.

Oysaki Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda belirttiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü vardır.

Belediyeler tarafından göz boyamak için kurulan yanardöner, bol ışıklı sahnelerin arkasındaki gerçek değil karanlıktır. İlkelliğin ve çürümüşlüğün özendirilmesidir, gericiliktir. Bu sözde sanatçıların söylediği şarkılarının sözlerinde Türk milletinin hayatı değil, Batı’nın özgürlük kafesinde tükenen hayatlar vardır.

Bu hayatlar; saatler süren makyajlarla allanıp pullanarak bol ışıklı sahnelerde pazarlanıyor. Bugün ise yerel yönetimler tarafından parayla satın alınarak ve bize güya ücretsiz bir şekilde sunuluyor, dayatma da tam burada başlıyor.

PİYASA İÇİNDE ‘ÖZGÜRLÜK’ OLMAZ

O bol ışıklarla şov yapan sözde sanatçılar özgür değildir. Kapitalizmin, piyasa sistemi içinde esirdirler. Sahnede “özgürlük” naraları atan bu şarkıcıların söylem ve eylemlerinde organizasyon şirketlerinin talimatları vardır.

Ne söylüyorlarsa, ne giyiyorlarsa tamamen şirketin talimatlarına göredir. Sergilenen sanat değil, üründür. Bu etkinliklerde halkımıza bir ürün paketi pazarlanıyor. Örneklerde gördüğümüz gibi, söyleyenin adı değişse de satılan ürün aynı.

Bu ürün paketi de kapitalizmin dayattığı yoz kültürdür. Bu sahnelerde ne bir sanatçıya ne de bir sanat eserine rastlamıyoruz. Oysa ki, her ilde millî kültürümüzü yaşatmak için emek veren ozanlarımız var. O ozanlarımız her şeye rağmen ayakta durmak ve millî değerlerimizi yaşatmak için bir mücadelenin içindeler.

Yerel yönetimler, kendi illerindeki ozanlarımızı sahipsiz bırakarak, gönüllü olarak yozlaşmanın taşeronluğunu yapmayı tercih ediyorlar. Neredeyse her ilde konservatuar ve orkestralarımız var. Belediye başkanlarının kendi illerinde çalışan müzik eğitimcileri millî kültürümüzü yükseltme görevini gönüllü bir şekilde, okullardaki görevlerinin dışında ayrıca kendi çabalarıyla yürütüyorlar.

29 Ekim’i bayram yapan bu milletin sesi olan, sazını çalan, çok değerli sanatçılarımız var. Belediyelerimiz millî değerlerimize değil, çürüyen sistemin araçlarına milyonlar akıtıyorlar.

Bu şirketlerle çalışmak sadece kamu kaynaklarının çarçur edilmesi değil, aynı zamanda yerel yöneticilerimizin kamu hizmeti kavramından ve millîlikten ne kadar uzaklaştığının da bir göstergesidir.

Yerel yönetimler bu halleriyle emperyalizmin kültür ve sanat alanındaki yıkıcı faaliyetlerine ve etki ajanlarının bu alanlardaki çalışmalarına hizmet etmektedirler.

Bu gidişe dur demek en başta Türk milletinin kültürel değerlerini yaşatan bütün sanatçılarımızın sorumluluğundadır. Cumhuriyetimizin önderlerinin başlattığı müzik devriminin alevleri olan Türk beşlerinin izinden giden, Yunus Emreleri, Karacaoğlanları, Pir Sultanları, Âşık Veyselleri yaşatan gerçek sanatçılarımızın görevidir. Sanatçılarımızı emeğimize, namusumuza, vatanımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.


Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.