
Toplumsal açıdan uzun zamandır zor bir dönemden geçiyoruz. Ülke adeta kaynayan kazan misali, her gün farklı bir olay ile uyanıyoruz. Son günlerde de gündemimizi siyasetçilere açılan dava ve tutuklamalar doldurdu. Toplumsal tepkiler meydanlara taştı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, bir çok suçlamayla, tutuklandı. Tarafsız bir şekilde, yaşanan süreci yorumlamaktan bile imtina edilen bu süreci, başta ele almaktan çekindim. Öyle bir ortam var ki, bir şeyler söyleyebilmek gerçekten zor. İnsanların verebilecekleri tepkiler öncesinden kestirilemiyor. Bir diğer tarafta, yazılan şeyler propaganda ya da kışkırtma olarak değerlendirilebiliyor. Ancak elimizden geldiğince önemle üzerinde durulacak konular var.
Kamu görevi yapacak olan tüm vatandaşlar, ister başkan olsun, ister işçi, hepsi incelemeden geçmek zorundadır. Bu kesin ve değişmez bir gerçektir. Örneğin atamanızdan önce polis, teyit etmek için eve kadar gelebilir, hatta komşularınıza nasıl biri olduğunuzu prosedür gereği sorabilirler. Gelmeseler bile, devlet bünyesine alacağı kişiyi elbette araştırır. Zaten araştırmazsa ortada bir sorun ve eksik aramamız gerekir. Nitekim belediye başkanlığı gibi bir makam için talip olduğunuzda, gerekli kriterleri taşıyor olmanız gerekir. Devlet burada gerekli incelemeleri yaparak başvurunuzu kabul eder. Yani sizi onaylar. Aradan geçen sürede Ekrem İmamoğlu aynı zamanda iki dönemdir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yürütüyordu. Ve bir çok iddiayla kendisi Silivri’ye götürüldü. Ve yaşanan süreç ile birlikte CHP partilileri ve milleti sokağa davet etti.
Türk Milleti Meydanlarda!
Her ne kadar bir kişi için çıkan eylem olarak değerlendirenler olsa da; milletin sokaklara çıkması, sadece belirli bir tepki olarak görülmemeli. Yaşanan ekonomik sorunlar, eğitim, toplumsal sorunlar, siyasi gerginlikler, çeyrek asır boyunca tek bir partinin iktidarda olması gibi insanların bir çoğu farklı dertlerle sokaklara indi. Adeta bir şeylerin onları ateşlemesi gerekiyormuş, ve önemli bir kesimin desteğini alan İmamoğlu ve yaşanan süreç bu konuda ateşleyici oldu.
İnsanlar yasaların verdiği yetkiye dayanarak, eylem yapma, fikirlerini yayma, paylaşma hakkına sahiptir. Bu anayasal hakkımızdır. Bunu hiç kimse elimizden alamaz. Çünkü bu yönetimin adı Cumhuriyettir. Tüm bu haklarımız eşitlik ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Ancak şunu unutmamak gerekir, Türkiye’de yaşanan toplumsal hareketler her zaman provokasyona açıktır. Hukukun üstünlüğünü, adaleti nasıl savunuyorsak, her adımı kanunlar çerçevesinde atmalıyız. Hesap verilebilir olmalıyız. Bu da yadsınamaz bir gerçektir. Siyasiler (taraflar) eylemlerin başından itibaren bu uyarıları özellikle sürdürdü.
Toplumsal Reaksiyon
Toplumlar canlı bir organizma gibidir. Tepkisiz, hareketsiz kalan toplumlar ölüden farksızdır. Türk toplumu ise geçmişten bugüne bakıldığında, en zor dönemlerde bile reaksiyon üretebilen bir özelliğe sahiptir. Öyle ki yaşadığımız coğrafya iç ve dış politika açısından çok dinamiktir. Geleneksel olarak Türk kültürü bu dinamizmin yönlendirici unsurlarından biridir.
1876 yılında Meşrutiyet’in ilanı öncesi ve sonrasında ülkemizin aydın ve üst sınıfı her daim kaynayan bir kazan gibiydi. Meclisin her ne kadar az yetkilerle donatılması başlangıçta normal karşılansa da siyasal ortamın çalkantılı hali sürekli değişim ve dönüşümlerin yaşanmasına yol açtı. Sosyolojik ve siyasal tahliller yaparken hala bu dönemleri iyi şekilde etüt etmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü demokrasi tarihimiz sadece cumhuriyetin kuruluşuyla başlamıyor. Çok daha öncesinde tarihsel izler arayacaksak, Orta Asya Türk tarihine kadar incelemelerimizi sürdürmeliyiz.
Bu açıdan bakıldığında, her ne kadar kanunlar ile korunan haklarımızı, özgürce kullanma hakkımız var ise; bu reaksiyonların Türk toplumunda çok daha öncesinde de var olduğunu unutmamak gerekir. 21. Yüzyılı yaşadığımız bu günlerde, sosyal medya ve gerçek yaşam arasında kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Bu geçmiş yüzyıllara bakıldığında, çok daha hızlı ve niteliksel yaşanıyor. Toplumun her kesimi bu süreçlere dahil olabiliyor. Ülkemizde ise ciddi oranda kitle iletişim araçları kullanılıyor. Bu oran TÜİK’in 2024 yılı rakamlarına göre 88,8. Ortalama günlük 2 saat sosyal medyada zaman geçiriyoruz. Yani uçan kuştan haberimiz var.
Siyasi açıdan değerlendirirsek, 2024 yılı mahalli yerel seçimlerine katılım oranı ise 78,11. Örneğin bu diğer yıllarla kıyaslandığında oranlarda düşme görülüyor. Aşırı siyasal ortamın yanında, yaşanılan sorunlar yüzünden toplum demokratik olarak tepkisini ortaya koyduğunu o dönem değerlendiriyorlardı. Örneğin 2019 yılı yerel seçimlerine katılım oranı 85 idi. En çok katılım ise 1987 yılı yerel seçimlerinde yaşandı, 93,3. Elbette temennim, her seçimde bu oranların 100’e en yakın şekilde sonuçlanarak, bir demokrasi şöleni yaşanması.
Sonuç olarak Türk Milleti geçmişten bugüne, Cumhuriyetle birlikte büyüdü. Millet olarak varlığını ise İttihat Terakki döneminden itibaren oluşturmaya başlasa da, Anadolu’nun işgali ve öncesinde yaşananlar birleştirici unsur oldu. Mustafa Kemal Atatürk ise önder olarak üzerine düşeni yaparak çok zor koşullarda, Cumhuriyeti bizlere miras bıraktı. Bize düşen her zaman yapıldığı gibi, Cumhuriyete ve onun ilkelerine bağlı kalarak, sahip çıkmak; gelecek nesillere aktarmaktır. Toplumsal reaksiyon, aksiyon, bu milletin hamurundaki saklı bir tarihtir.
Son olarak Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır. Nevruz Türk’ün bayramıdır, ancak ve ancak Albayrak ellerde sallanacak, göklerde dalgalanacaktır!
ozan Utku Arıcan / Tarihçi/yazar
|
||
|