Çocuk yetiştirmek bireysel gibi görünse de yaptığımız en toplamsal işlerden biridir. Çocuk yetiştirmenin ana sorumlusu da annedir. Doğal olarak annelik, edebiyatımızda romanlara, öykülere önemli ölçüde konu olmuştur
Yarın anneler günü. “Annelik, kendine özgü davranış kalıplarının sergilendiği, beyindeki nöroendokrin sistemler tarafından yönetilen doğal ve fizyolojik bir süreçtir. Yeni doğan bebeğe yönelik içgüdüsel bakım ve korunma sağlayan davranışlar annelik davranışı” olarak tanımlanır.
Annelik üzerine binlerce yazı yazıldı bugüne kadar. Sayılmayacak kadar anı anlatıldı. Annelik, sonsuz sevgi, sınırsız tahammül, özveri olarak tanımlandı. Anne, evladı uğruna ölecek, kendinde önce evladını düşünen oldu. Babası ölmüş olana yetim, annesi ölmüş olana öksüz denildi. Evladı ölmüşe isim konulamadı. Çünkü öyle büyük acıydı ki karşılayacak kelime bulunamamıştı.
Yani sarmak sarmalamaktı annelik. Çocuğunun yaralarını da acılarını da çekmekti. Verecek bir şeyi, yapacak bir şeyin kalmadığında da sonsuz sevgisini verebilmekti annelik.
Böyle tarif edilse de aslında annelik, çok ilişkili bir kavram. Çünkü anne olmak, bir kişinin kendi başına baş edeceği bir durum değil. Ebeveynlik kavramı da herhalde bu yüzden yer buldu literatürümüzde. Yine annelik biyolojik bir süreç gibi görünse de her kadın kadının psikolojik durumunu da etkilediği için, aile ve toplumsal desteği hakkeden bir durumdu.
38 YAZARIN ÖYKÜSÜNDE KADIN
Türk Edebiyatı'nda kaleme alınan anne öykülerini, Necati Güngör tarafından hazırlanan, Benim Annem Güzel Annem, Seçilmiş Anne Öyküleri antolojisinde bir arada bulmak mümkün.
Antoloji kitabında, Ahmet Rasim’in Ana Özlemi, Memduh Şevket Esendal’ın İki Ana İki Kız, Halikarnas Balıkçısı’nın Yol Ver Deniz Bir Ana Taşıyoruz, Refik Halit Karay’ın Gözyaşı, Kemal Bilbaşar’ın Sümbül, Orhan Kemal’in Doğum gibi edebiyatımızın önemli yazarları başta olmak üzere toplam, 38 ünlü yazarın öyküleri derlenerek okura sunuluyor.
Bunlardan 27'si anne ve oğul ilişkilerini anlatırken, 11 tanesi de anne-kız ilişkilerine odaklanıyor. Edebiyatımızın önemli yazarlarının öykülerindeki anneleri hatırlatmak istedik.
'ANA BİR SEVGİ KAYNAĞIDIR'
Seçilmiş Anne Öyküleri antolojisini hazırlayan Güngör, 1864'ten 1949'a kadar uzanan bir dönem insanlarının annelerini anlattığını belirttiği önsözünde, şunları kaydediyor; “Dünyadaki bütün anneler, hikayeleri yazılacak, şiirlere, şarkılara konu olacak kadınlardır. Annelik karşılığı ödenmez bir olgudur. Annelikte emek vardır, özveri vardır, hepsinden önemlisi sevgi vardır. Anne, çocuğuna sütünü verirken, sevgisini de verir; bir çocuğu asıl besleyen, yaşama bağlayan o sevgidir! Ana bir sevgi kaynağıdır...”
ANA HİSLERİ ANLATILIRSA
Halide Edip Adıvar'ın “Ana Hisleri' adlı öyküsünde, üvey kızının ölen annesinin yerini almaya çalışan üvey annenin, yaşadığı karmaşık hislerini şöyle anlatıyor; “(...) Çoktan toprak olmuş bir kadının yerini tutmanın bir kabahat olmadığını ona nasıl anlatabilirdim. Bazen bu evden, bu büyük gözlü mahzun çocuktan kaçmak, onun anacığının mukaddes hayalini rencide etmemek isterdim. Bazen de benim yerime gelecek bir kadının onun ince kederini, ana yoksulluğundan bütün etrafına yerleşen mağmum, çekingen durgunluğunu anlayamayarak onu rencide etmesi ihtimalini düşünür, o vakit onu anlayışsız ellere, insafsız tesadüfe tevdi etmeye kıyamazdım...”
BİR ANNENİN GÜZEL YÜZÜ
Necati Cumalı da Annemin Yüzü öyküsünde, kahramanına annesini şöyle tanımlatıyor; “Tam bir halk kadınıydı annem. Güçlü kuvvetli sağlam yapısı, her işe yatkın iri kemikli, hünerli elleriyle halkımızın eli öpülesi sayısız çalışkan analarından biriydi. Bolluk günümüzde de darlık günümüzde de evin hiçbir işi yoktu ki, bir ucundan o tutmuş olmasın. Çamaşırımıza, yatak yorganımıza, yemeğimize el sürdürmezdi. Kolay kolay kimseden yardım istemez, buyurmaktan hoşlanmaz, kimseyi horlamazdı. Kapımızdan hiçbir yoksulu boş döndürdüğünü görmemiştik. Evimizde hepimizden erken kalkan, hepimizden geç yatan oydu. Gece bir yandan bir yana dönecek olsak, mırıldansak, uyanıp kulak veren, açılırsak üstümüzü örten oydu. Hep tertemiz, söküksüz gezdirdi. Kimsenin önünde utandırmadı bizi...”
ANA ÖZLEMİ
Yatılı okulda okuyan bir çocuğun yaşadıklarını anlatan Ahmet Rasim'in Ana Özlemi adlı öyküsünde ki, şu duygusal ifadeler dikkat çeker: “Ana!... Bu his pek yırtıcı, pek vahşi. Beni eziyor. Beni sevindiriyor. Fakat yanımda değil. Okuduğum kitapta ana kelimesini görür görmez titrer, derhal yanımdaki çocukla ana hakkında söze başlardım. O da benim gibi, o da anasını seviyor. Görmek, boynuna sarılmak, ağlayarak öpmek, başını göğsüne dayayarak onu gücendirmek istiyor. Ah! Bilseniz bu ortak sevgi ne kadar dokunaklıdır...”
ANNE KIZ ÖYKÜLERİ
“Annelik anneden öğrenilir” denir… Cumhuriyet tarihinde 20. yüzyıl odaklı ve anne temalı olup da satışa çıkmış tek öykü Necati Güngör’ün antolojisinde anne-kız ilişkilerine yer veren altı öyküden dördünde, anne-kız ilişkisi üzerinedir.
Memduh Şevket Esendal’ın 1926 yılında kaleme aldığı, İki Ana, İki Kız öyküsü, iki kısa parçadan oluşur. Öykünün her iki parçası da annelerin, sinirli ve hasta küçük kızlarına kimi zaman sadece başarıyla sonuçlanabilen ilaç içirme ritüelleri hakkındadır. Ne annenin ne de kızın bir adının olduğu ilk öyküde küçük kız sekiz dokuz yaşlarında, ince ve sarı benizlidir. Annesi ona balıkyağı ve kahve içirme amacındadır. Saatler süren bu ilaç içirme ritüeli sırasında anne sabırlı, çok yumuşak, çok yavaştır. Kız ise ilaçtan korkmaktadır ve nazlıdır. Annenin kıza ilaç içirme ısrarı ve kızın içmeme konusundaki inadı arasındaki gelgitler, öykünün konusunu oluşturur. Öykü annenin kıza ilacı içirmesi, ana-kız çatışmasının sona ermesi ve ana–kız ilişkisinin günlük rutinine dönmesiyle biter.
KÖR ANNENİN MÜCADELESİ
Tahsin Yücel’in 1953 yılında kaleme aldığı, Pazarlık öyküsü, muhacir bir ailede delidolu, hiçbir işte dikiş tutturamayan babanın ölmesinden sonra, Ahüzar bacı, kızı Elif'i doğurur. Ahüzar bacı kızı Elif'i yaşatmak için canını dişine takıp çalışmış; gözlerini kaybetmiş ve sonunda dilenmeye başlamıştır. Dilencilikten iş çıkmayınca “tertemiz ve namuslu günleri sona ermiş”, diğer bir deyişle seks işçiliği yapmaya başlamıştır. Ahüzar bacı, öyküde “delik deşik elbiseler içinde, eli yüzü buruş buruş ve saçları bembeyaz” olarak, dokuz on yaşlarındaki Elif ise “yalınayak, yırtık ve kirli fistanıyla” resmedilmiştir. Öykü, Ahüzar bacı'nın dilencilik yaptığı yerde uyanması ve kızı Elif'in ne zaman geldiğini ve onu fazla örseleyip örselemediklerini sormasıyla başlar.
HEM KİŞİSEL HEM SOSYAL ANNELİK
Leyla Erbil'in 1968 yılında kaleme aldığı Ayna öyküsü, ele alınışı Türk edebiyatının genelinden farklıdır.
Erbil, neredeyse tüm yazdıklarında anne olma halini, annelik kurumunu hem kişisel hem de sosyal bir ilişki olarak ele alıyor. Onun kahramanlarının mutlaka anneleri vardır. Anneyi karşısına almakla kalmıyor, hesaplaşıyor, oynuyor, oynarken eğleniyor, bizi de eğlendiriyor.
Ayna öyküsünde iki göbek İstanbullu olan, Paşa kocasından dul kalmış yaşlı bir kadının kızına, oğluna, kendine, kapıcısına ve başkasına geçmişi ve şimdisi hakkındaki konuşmalarını içermektedir. Yaşlı kadın, hareketli ve kalburüstü bir hayat yaşamış, paşa kocasının ölümünden sonra evlenmeyip, kızını ve oğlunu büyütmüş ve okutmuş olduğundan kendini fedakâr olarak görmektedir. Kendini devrimci olarak gören oğlu, şimdi, Güney Amerika'ya gidip ölmeden en az iki Amerikalı öldürmeyi hedeflediğinden çekip gitmiştir. Kızı ise annesinin malı mülkü sırf kendisine kalacağından sevinmektedir. Bu öyküde de anne tarafından başlatılmış yıkıcı bir anne-kız ilişkisi görüyoruz.
YOKSULLUK ve ANNE
Füruzan’ın 1970 yılında kaleme aldığı, İskele Parklarında öyküsünde, toplumun dışında itilen anne, ihtiyaçlarını karşılayamamakta, intihar etmeyi düşünmektedir. Bir de kızı vardır. Bu koşullarda kızına da ilgi göstermemektedir. Hatta kadın kızının olmadığı bir hayatı düşlemektedir. Kısacası yoksulluk, yıkıcı bir anne-kız ilişkisine yol açmaktadır. Kadın öykünün sonuna doğru, kızı okula yazdırırsa, iş arayabileceğini düşünür; ama kızın okul ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ekonomik kaynağı olmadığı için çözümsüzdür.
Bu sorunu çözse bile şehirde nereden iş bulabileceği konusunda bilgisi olmadığından karamsardır. Öyküye hâkim olan zayıf, sağlıksız ve güven duygusundan yoksun anne-kız ilişkisi, anne kızın durumlarıyla ilgili ortak bir zeminde yapıcı bir sonuca ulaşmalarıyla bitmemekte, bu açıdan da karşılıklı bir anlayışın sağlandığı ana soylu anlatı örüntüsüne uyum göstermemektedir.
Yarın anneler günü. “Annelik, kendine özgü davranış kalıplarının sergilendiği, beyindeki nöroendokrin sistemler tarafından yönetilen doğal ve fizyolojik bir süreçtir. Yeni doğan bebeğe yönelik içgüdüsel bakım ve korunma sağlayan davranışlar annelik davranışı” olarak tanımlanır.
Annelik üzerine binlerce yazı yazıldı bugüne kadar. Sayılmayacak kadar anı anlatıldı. Annelik, sonsuz sevgi, sınırsız tahammül, özveri olarak tanımlandı. Anne, evladı uğruna ölecek, kendinde önce evladını düşünen oldu. Babası ölmüş olana yetim, annesi ölmüş olana öksüz denildi. Evladı ölmüşe isim konulamadı. Çünkü öyle büyük acıydı ki karşılayacak kelime bulunamamıştı.
Yani sarmak sarmalamaktı annelik. Çocuğunun yaralarını da acılarını da çekmekti. Verecek bir şeyi, yapacak bir şeyin kalmadığında da sonsuz sevgisini verebilmekti annelik.
Böyle tarif edilse de aslında annelik, çok ilişkili bir kavram. Çünkü anne olmak, bir kişinin kendi başına baş edeceği bir durum değil. Ebeveynlik kavramı da herhalde bu yüzden yer buldu literatürümüzde. Yine annelik biyolojik bir süreç gibi görünse de her kadın kadının psikolojik durumunu da etkilediği için, aile ve toplumsal desteği hakkeden bir durumdu.
38 YAZARIN ÖYKÜSÜNDE KADIN
Türk Edebiyatı'nda kaleme alınan anne öykülerini, Necati Güngör tarafından hazırlanan, Benim Annem Güzel Annem, Seçilmiş Anne Öyküleri antolojisinde bir arada bulmak mümkün.
Antoloji kitabında, Ahmet Rasim’in Ana Özlemi, Memduh Şevket Esendal’ın İki Ana İki Kız, Halikarnas Balıkçısı’nın Yol Ver Deniz Bir Ana Taşıyoruz, Refik Halit Karay’ın Gözyaşı, Kemal Bilbaşar’ın Sümbül, Orhan Kemal’in Doğum gibi edebiyatımızın önemli yazarları başta olmak üzere toplam, 38 ünlü yazarın öyküleri derlenerek okura sunuluyor.
Bunlardan 27'si anne ve oğul ilişkilerini anlatırken, 11 tanesi de anne-kız ilişkilerine odaklanıyor. Edebiyatımızın önemli yazarlarının öykülerindeki anneleri hatırlatmak istedik.
'ANA BİR SEVGİ KAYNAĞIDIR'
Seçilmiş Anne Öyküleri antolojisini hazırlayan Güngör, 1864'ten 1949'a kadar uzanan bir dönem insanlarının annelerini anlattığını belirttiği önsözünde, şunları kaydediyor; “Dünyadaki bütün anneler, hikayeleri yazılacak, şiirlere, şarkılara konu olacak kadınlardır. Annelik karşılığı ödenmez bir olgudur. Annelikte emek vardır, özveri vardır, hepsinden önemlisi sevgi vardır. Anne, çocuğuna sütünü verirken, sevgisini de verir; bir çocuğu asıl besleyen, yaşama bağlayan o sevgidir! Ana bir sevgi kaynağıdır...”
ANA HİSLERİ ANLATILIRSA
Halide Edip Adıvar'ın “Ana Hisleri' adlı öyküsünde, üvey kızının ölen annesinin yerini almaya çalışan üvey annenin, yaşadığı karmaşık hislerini şöyle anlatıyor; “(...) Çoktan toprak olmuş bir kadının yerini tutmanın bir kabahat olmadığını ona nasıl anlatabilirdim. Bazen bu evden, bu büyük gözlü mahzun çocuktan kaçmak, onun anacığının mukaddes hayalini rencide etmemek isterdim. Bazen de benim yerime gelecek bir kadının onun ince kederini, ana yoksulluğundan bütün etrafına yerleşen mağmum, çekingen durgunluğunu anlayamayarak onu rencide etmesi ihtimalini düşünür, o vakit onu anlayışsız ellere, insafsız tesadüfe tevdi etmeye kıyamazdım...”
BİR ANNENİN GÜZEL YÜZÜ
Necati Cumalı da Annemin Yüzü öyküsünde, kahramanına annesini şöyle tanımlatıyor; “Tam bir halk kadınıydı annem. Güçlü kuvvetli sağlam yapısı, her işe yatkın iri kemikli, hünerli elleriyle halkımızın eli öpülesi sayısız çalışkan analarından biriydi. Bolluk günümüzde de darlık günümüzde de evin hiçbir işi yoktu ki, bir ucundan o tutmuş olmasın. Çamaşırımıza, yatak yorganımıza, yemeğimize el sürdürmezdi. Kolay kolay kimseden yardım istemez, buyurmaktan hoşlanmaz, kimseyi horlamazdı. Kapımızdan hiçbir yoksulu boş döndürdüğünü görmemiştik. Evimizde hepimizden erken kalkan, hepimizden geç yatan oydu. Gece bir yandan bir yana dönecek olsak, mırıldansak, uyanıp kulak veren, açılırsak üstümüzü örten oydu. Hep tertemiz, söküksüz gezdirdi. Kimsenin önünde utandırmadı bizi...”
ANA ÖZLEMİ
Yatılı okulda okuyan bir çocuğun yaşadıklarını anlatan Ahmet Rasim'in Ana Özlemi adlı öyküsünde ki, şu duygusal ifadeler dikkat çeker: “Ana!... Bu his pek yırtıcı, pek vahşi. Beni eziyor. Beni sevindiriyor. Fakat yanımda değil. Okuduğum kitapta ana kelimesini görür görmez titrer, derhal yanımdaki çocukla ana hakkında söze başlardım. O da benim gibi, o da anasını seviyor. Görmek, boynuna sarılmak, ağlayarak öpmek, başını göğsüne dayayarak onu gücendirmek istiyor. Ah! Bilseniz bu ortak sevgi ne kadar dokunaklıdır...”
ANNE KIZ ÖYKÜLERİ
“Annelik anneden öğrenilir” denir… Cumhuriyet tarihinde 20. yüzyıl odaklı ve anne temalı olup da satışa çıkmış tek öykü Necati Güngör’ün antolojisinde anne-kız ilişkilerine yer veren altı öyküden dördünde, anne-kız ilişkisi üzerinedir.
Memduh Şevket Esendal’ın 1926 yılında kaleme aldığı, İki Ana, İki Kız öyküsü, iki kısa parçadan oluşur. Öykünün her iki parçası da annelerin, sinirli ve hasta küçük kızlarına kimi zaman sadece başarıyla sonuçlanabilen ilaç içirme ritüelleri hakkındadır. Ne annenin ne de kızın bir adının olduğu ilk öyküde küçük kız sekiz dokuz yaşlarında, ince ve sarı benizlidir. Annesi ona balıkyağı ve kahve içirme amacındadır. Saatler süren bu ilaç içirme ritüeli sırasında anne sabırlı, çok yumuşak, çok yavaştır. Kız ise ilaçtan korkmaktadır ve nazlıdır. Annenin kıza ilaç içirme ısrarı ve kızın içmeme konusundaki inadı arasındaki gelgitler, öykünün konusunu oluşturur. Öykü annenin kıza ilacı içirmesi, ana-kız çatışmasının sona ermesi ve ana–kız ilişkisinin günlük rutinine dönmesiyle biter.
KÖR ANNENİN MÜCADELESİ
Tahsin Yücel’in 1953 yılında kaleme aldığı, Pazarlık öyküsü, muhacir bir ailede delidolu, hiçbir işte dikiş tutturamayan babanın ölmesinden sonra, Ahüzar bacı, kızı Elif'i doğurur. Ahüzar bacı kızı Elif'i yaşatmak için canını dişine takıp çalışmış; gözlerini kaybetmiş ve sonunda dilenmeye başlamıştır. Dilencilikten iş çıkmayınca “tertemiz ve namuslu günleri sona ermiş”, diğer bir deyişle seks işçiliği yapmaya başlamıştır. Ahüzar bacı, öyküde “delik deşik elbiseler içinde, eli yüzü buruş buruş ve saçları bembeyaz” olarak, dokuz on yaşlarındaki Elif ise “yalınayak, yırtık ve kirli fistanıyla” resmedilmiştir. Öykü, Ahüzar bacı'nın dilencilik yaptığı yerde uyanması ve kızı Elif'in ne zaman geldiğini ve onu fazla örseleyip örselemediklerini sormasıyla başlar.
HEM KİŞİSEL HEM SOSYAL ANNELİK
Leyla Erbil'in 1968 yılında kaleme aldığı Ayna öyküsü, ele alınışı Türk edebiyatının genelinden farklıdır.
Erbil, neredeyse tüm yazdıklarında anne olma halini, annelik kurumunu hem kişisel hem de sosyal bir ilişki olarak ele alıyor. Onun kahramanlarının mutlaka anneleri vardır. Anneyi karşısına almakla kalmıyor, hesaplaşıyor, oynuyor, oynarken eğleniyor, bizi de eğlendiriyor.
Ayna öyküsünde iki göbek İstanbullu olan, Paşa kocasından dul kalmış yaşlı bir kadının kızına, oğluna, kendine, kapıcısına ve başkasına geçmişi ve şimdisi hakkındaki konuşmalarını içermektedir. Yaşlı kadın, hareketli ve kalburüstü bir hayat yaşamış, paşa kocasının ölümünden sonra evlenmeyip, kızını ve oğlunu büyütmüş ve okutmuş olduğundan kendini fedakâr olarak görmektedir. Kendini devrimci olarak gören oğlu, şimdi, Güney Amerika'ya gidip ölmeden en az iki Amerikalı öldürmeyi hedeflediğinden çekip gitmiştir. Kızı ise annesinin malı mülkü sırf kendisine kalacağından sevinmektedir. Bu öyküde de anne tarafından başlatılmış yıkıcı bir anne-kız ilişkisi görüyoruz.
YOKSULLUK ve ANNE
Füruzan’ın 1970 yılında kaleme aldığı, İskele Parklarında öyküsünde, toplumun dışında itilen anne, ihtiyaçlarını karşılayamamakta, intihar etmeyi düşünmektedir. Bir de kızı vardır. Bu koşullarda kızına da ilgi göstermemektedir. Hatta kadın kızının olmadığı bir hayatı düşlemektedir. Kısacası yoksulluk, yıkıcı bir anne-kız ilişkisine yol açmaktadır. Kadın öykünün sonuna doğru, kızı okula yazdırırsa, iş arayabileceğini düşünür; ama kızın okul ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ekonomik kaynağı olmadığı için çözümsüzdür.
Bu sorunu çözse bile şehirde nereden iş bulabileceği konusunda bilgisi olmadığından karamsardır. Öyküye hâkim olan zayıf, sağlıksız ve güven duygusundan yoksun anne-kız ilişkisi, anne kızın durumlarıyla ilgili ortak bir zeminde yapıcı bir sonuca ulaşmalarıyla bitmemekte, bu açıdan da karşılıklı bir anlayışın sağlandığı ana soylu anlatı örüntüsüne uyum göstermemektedir.