Reklamı Geç
HABER DETAY
Misak-ı Milli politikası ve Hatay, Halep, Musul meselesi
‘Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir ‘konfederasyon’ teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir irtibat tesis eylemek maksadıyla birlikte hareket edilmesi bildirilmiş ve biz de bu tekliflerinizi kabul ederek tafsilatlı talimat göndermiştik.’
08 Aralık 2024 - Pazar 10:15
2396 defa okunmuş.
Türkiye

ERCAN DOLAPÇI

Terör örgütleriyle Halep fethine çıkanlar kendilerine Atatürk’ü referans gösterme çabası içinde. Oysa Atatürk’ün Halep derdi yoktu. Daha çok İskenderun (Hatay) ve Musul derdi/davası vardı. Bunun için de çok uğraştı.

Hatay’ı aldı ancak Musul’a gücü o gün için yetmedi. Bu konuda Misak-ı Milli’yi referans gösterenler de yanılıyor. Atatürk’ün Misak-ı Milli politikası, “Kesin çizilmiş bir hat yoktur. O hat gücümüzdür.” tarifinde yatar!

Mustafa Kemal Paşa, 1905 yılında genç bir subayken Suriye’ye bir anlamda sürgüne gönderildi. Görev yaptığı yıllar içinde bölgeyi tanımaya çalıştı. Özel ilişkiler/dostluklar kurdu. Cihan Harbi sırasında da 1916-18 arasında bu cephede görev yaptı.

Sina-Filistin cephesinde İngilizlerle vuruşa vuruşa Halep’e geldi ve sokak sokak çarpışarak kendini ve askerlerini Anadolu’ya attı. İskenderun, Halep ve Musul hattına vurgu yaptı. Bu hatta Anadolu’yu savunmaktan yanaydı. Bu jeostratejik olarak gerçekçi bir hattı.

Daha 1917’de birliklerin bu hatta çekilerek vatan savunması yapılması gerektiğini Sadrazam Talat Paşa ve Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya 20 Eylül 1917 tarihli raporuyla bildirdi. Önerileri gerçekleşmedi. Ancak vurguladıkları yıllar sonra önümüze çıktı.

 

İSKENDERUN-HALEP-MUSUL HATTI

5-8 Kasım 1918 tarihli telgraflarıyla İskenderun Limanı’nın asla İngilizlere terk edilmemesini istedi.

Mütareke şartlarının ağır ve muğlak olduğunu, bundan İngilizlerin yararlanarak önemli yerleri işgal edebileceğini belirtti. Bununla düşmanın Anadolu’yu kuşatacağı ve stratejik yerleri tutarak üstünlük elde edeceğini belirtti. İngilizlerin işgali derinleştirmeye çalıştığını vurguladı.

13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi. Başkentin 55 parça zırhlıyla işgal edildiğini gördü. “Geldikleri gibi giderler!” dedi… 6 ay kaldığı İstanbul’da güçlü bir milli hükümet kurulmasına çalıştı. Bununla yönetimi ve milleti direnişe hazırlamak istiyordu.

Başaramayınca verilen görevi kabul ederek Samsun’a çıktı. Samsun-Havza-Amasya-Erzurum-Sivas hattında yayımladığı beyannamelerde Arapların bağımsızlığını ve haklarını kabul ettiğini ilan etti. Anadolu’nun kurtuluşu için milletle çalışacağını ve hedefinin tam bağımsızlık olduğunu belirtti.

MİSAK-I MİLLİ’NİN KABULÜ

İstanbul’da açılan Meclis-i Mebusan’da, Ankara’da hazırlanan Misak-ı Milli 28 Ocak 1920 günü küçük değişikliklerle kabul edildi ve dünyaya ilan edildi. Burada sınırımız şöyle tarif edilir:

“Osmanlı Devleti'nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskûn olup, 30 Teşrinievvel [Ekim] 1918 tarihli Mütareke'nin yapıldığı sırada muhasım orduların işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek lazım geleceğinden, belirtilen Mütareke hattı dâhil ve haricinde dinen, irfanen, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu ve ırki ve toplumsal hakları ile çevre şartlarına tamamıyla riayetkâr Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımlarının tamamı hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), C.6, Kaynak Yayınları, s.167.)

Mustafa Kemal Paşa tarafından 19 Ocak 1920 günü hazırlanan Misak-ı Milli taslağında Arapların bağımsızlığına ilişkin 4. madde ise şu şekildedir: “Arap memleketlerinin bağımsız olarak alacağı şekil ve mevcudiyet şartlarını tayin, kavimlerin mukadderatına bizzat hâkim olması hakkına dayanarak Arap kavmine aittir. (…)” (ATABE, c.6, s.162.)

ARAPLARLA KONFEDERASYON DÜŞÜNÜLDÜ

24 Ocak 1920, Halep’te Arap Milli Teşkilatı Riyaseti’ne: “Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir ‘konfederasyon’ teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir irtibat tesis eylemek maksadıyla birlikte hareket edilmesi bildirilmiş ve biz de bu tekliflerinizi kabul ederek, tafsilatlı talimat göndermiştik.” (ATABE, C.6, s.217.)

23 Şubat 1920, 15. Kolordu Kumandanlığı’na: “Suriye ve Irak’ta, Fransa’nın ve İngilizlerin aleyhine meydana getirilen harekât, düşmanların Kilikya, Maraş, Antep’teki zulümleri neticesinde harekete mecbur olan Kuvay-i Milliye’ye yardım gayesine yöneliktir. Hakikaten, bu sayede Fransızlar Suriye’ye bağlı bırakılarak, Maraş’ta Kuvay-i Milliye’yi mağlubiyet ve utanca maruz kalmaktan korunmuştur.” (ATABE, C. 6, s.383.)
16 Ekim 1921, TBMM’de konuşma: “Misak-ı Milli’mizde belli ve tespit edilmiş bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle tespit edeceğimiz hat, sınır hattı olacaktır.” (ATABE, C.12, s.47.)

KURTULUŞTAN SONRA MİSAK-I MİLLİ TARİFİ

Mustafa Kemal Paşa, Lozan görüşmeleri sırasında geleceğe ilişkin önemli açıklamaları İzmir ve İzmit halkına ve buraya gelen gazetecilere yapar. Önemli bir konu da Türkiye’nin sınırları ve Misak-ı Milli’dir.

Buna ilişkin olarak 19 Ocak 1923 günü İzmit halkına hitaben yaptığı konuşmada şunları söyler:

“Efendiler! Demiştim ki, henüz hiçbir olumlu netice yoktur. Fakat bu olumlu netice mutlaka olacaktır. Millet, mevcudiyeti için, bağımsızlığı için, hâkimiyeti için mutlaka elde etmeye mecbur olduğu esasları Misak-ı Milli halinde bariz bir surette bütün cihana ilan etti.

“Misak-ı Milli'nin anlamını, bütün cihan tasdik etmeye mecburdur ki, Türkiye, kuvvetiyle, süngüsüyle ve bütün mevcudiyeti ile bunu elde etmiştir. Baki kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen ifadesinden ve tasdikinden başka bir şey değildir.” (ATABE, c. 14, s.328.)

Burada kuvvetle aldığımız yer vurgusu anlamlıdır.

MUSUL VURGUSU DAHA ÖNEMLİ

Gazi Paşa, 16/17 Ocak 1923 günü İzmit’te gazetecilerin soruları üzerine yaptığı açıklamada ise Musul’un önemine vurgu yapar:

“Musul bizim için çok kıymetlidir; birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar mühim olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak üzere sınırı güneyden geçirmek lazımdır.” (ATABE, C.14, s.269-270.)

“Musul vilayeti, Türk devletinin milli sınırı dâhilindedir, buralarını anavatandan koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz. Cemiyet-i Akvam ile bu meselenin münasebeti yoktur.” (Age, s.45.)
17 Mart 1923, Mersin’de Suriyeli Müslümanlara: “Suriye’nin kendi kaderini tayin etmesini arzu ediyorum.” (ATABE, C.15, s.224.)

4 Kasım 1936, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan Suriye Vatani Partisi Reisi Elbarudi’ye teşekkür: “Samimi tebriklerinize teşekkür ederim. Suriye’ye karşı hissiyatımız halisane ve dostanedir. Suriye halkının mesut ve müreffeh olmasını dilerim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.328.)

MUSUL MESELESİNİN TEHİRİ

27 Şubat 1923, TBMM gizli oturumunda konuşma: “Bugün kolaylıkla hepimiz anlayabiliriz ki, Musul’u vermemekle ısrar edersek muharebeye dâhil oluruz. Dolayısıyla Musul meselesini bir seneye kadar halletmek üzere erteleyip barışa geçmek ve muharebeyi kabul etmemek mümkün müdür, kabil midir ve faydalı mıdır?” (ATABE; C.15, s,157.)

MİSAK-I MİLLİ SINIR ÇİZDİ Mİ?

TBMM’deki konuşmasında şu vurgu çok önemli:

“Misak-ı Milli, şu hat bu hat diye hiçbir vakitte sınır çizmemiştir. O sınırı çizen şey milletin menfaati ve yüksek heyetinin görüşündeki isabettir. Yoksa bu haritası mevcut bir sınır yoktur. (…) Musul meselesinin hallini muharebeye girmemek için bir sene sonraya bırakmak demek, ondan vazgeçmek demek değildir. Belki bunun elde edilmesi için daha kuvvetli olabileceğimiz bir zamanı beklemektir. (…) Musul meselesini bugünden halledeceğiz, ordumuzu yürüteceğiz, bugün alacağız dersek bu mümkündür. Musul’u gayet kolaylıkla alabiliriz. Fakat Musul’u aldığımızı müteakip muharebenin hemen son bulacağına kani olamayız.” (ATABE; C.15, s.158.)

“Musul’dan vazgeçmiş olmuyorsunuz. Tahlil ederseniz, milli sınırımız dâhilinden bir şey bırakmış olmuyorsunuz. Belki daha kuvvetli bir mevkiye geçiyorsunuz. Yani bir sene sonra harp ile geçeceğine, barış ile geçsin. O hedefe daha iyi hazırlanıyoruz. Arz ettiğim budur.” (ATABE; C.15, s.160.)

HATAY MESELESİNDE HEDEF SURİYE DEĞİL FRANSA İDİ

Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin önceliği uzun yılların yaralarını sarmak, halkı üretime katmaktı. Ayrıca kazanacağı zaman içinde güçlenmek ve barış içinde komşularıyla yaşamaktı. Irak ile Musul meselesi halledildi. Gazi’nin deyimiyle Musul, Irak halkına emanet edildi.

Suriye ile daha doğrusu burayı işgal eden Fransızlarla 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması gereği, Hatay meselesini halletmek için 1936 yılından itibaren aktif politika uygulanmaya başlandı. Ankara Antlaşması’na göre Hatay’ın kaderi ileride halkın oylarıyla belirlenecekti.

Gazi’ye göre Avrupa’da Almanya’nın tehditleri nedeniyle sıkışan Fransa ile bu konuyu halletmenin zamanıydı. Bunun için yoğun diplomasi uyguladı. Bu konuda ağır kalan Başbakan İsmet İnönü’yü 20 Eylül 1937 günü görevden aldı. Burada da muhatabı Suriye Hükûmeti ve halkı değil, Fransa Hükûmeti idi…

Bunda da başarılı oldu. Bu yoğun günlerde 21/22 Aralık 1937 günü Suriye Başvekili Cemil Mardam ve Adil Arslan ile Ankara’da yaptığı görüşmede sarf ettiği şu sözler anlamlı: “Ben ve hükûmetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. (…) Türkiye Cumhuriyeti Suriye’nin samimi dostudur.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.30, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.119-123.)


Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.