Geçtiğimiz hafta sonunda İlkHaber Yayın Grubu kurucusu ve İlkHaber gazetesi’nin sahibi İhsan Kuruoğlu bir dizi sağlık sorunu yaşadı ve geçirdiği beyin kanaması sonucu aramızdan ayrıldı.
Bu satırları yazmak benim için kolay değil. Çünkü, yıllanmış bir dosta, yol arkadaşına ‘elveda’ demek kolay değil. Ancak, yaptığımız mesleğin inceliklerinden ve kabul etmesi zor yanlarından biri de bu: Ölümü, hayatın bir gerçeği olarak kabul etmek. başınıza ve en yakınınızdakinin başına gelmiş olsa da, bu talihsiz ve acı veren gerçeği kabullenmek…
Oysa ki,60’’lı yaşların baharında bu kaçınılmaz sonucu doğal bir olaymışçasına kabullenmek,’elveda’ demek bana zor geliyor. Oysa ki, biliyorum ki, daha yaşamdan alacağı çok şey, başarmak istediği çok şey, açık olan dosyaları kapatabilmek, helalleşmek için yapacağı çok ama çok şey vardı. Eminim ki, ölüme ve başındaki celladı Azrail’e direnirken ‘biraz daha zaman’ diyerek bunun acısını hep yaşamıştır.
İhsan Kuruoğlu, bir mücadele insanıydı ve teslimiyeti kabullenmez, hiç sevmez bir çağdaş Kuvayi Milliyeciydi. Balıkesir ve Bandırma, onu hep sevgiyle, özlemle anacak, anımsayacak. Bandırma ve Balıkesir’in basın yaşamına katkılarını burada yazmaya kalksam, sayfalar yetmez. Bu nedenledir ki ömrü boyunca kendi ve ailesinin, özelikle sevgili eşi Can ve oğulları Akbey ve İlbey’in başına gelmedik dert, bela kalmadı. Sessiz sedasız hep direndiler ve belkide tam rahat edecekleri günlerde baba Kuruoğlu’nun kaybıyla bu kez bir kez daha ve biraz erken acının katmerlisiyle tanıştılar.
Zor, gerçekten zor… Ölüm adın kalleş olsun puşt olsun demek kâr etmiyor. Sonunda koca adam yitti ve gitti. Şaka gibi... Şimdi ‘elveda’ demek zamanı.!
Ölüm haberi sonrası dost ve arkadaşlarını arıyorum. Ne kadar da çoklar ve acı da olsa ne güzel…’ilkHaber’e sahip çık, devam et’ seslenişi kulaklarımda. Belki de ben eksik ve yanlış yaptım ama imkansızdı. İlkHaber tabelasının binadan indirilişini hiç kabullenemedim. O bir sancaktı ve uğradığı onca saldırı ve baskıdan yıllar sonra İlkHaber isminin silinmesini asla kabullenemedim. O da kabullenmedi ve ‘bir gün mutlaka Engin, Yeniden, daha güzelini çıkartacağız’ sözü aramızdaki sessiz akit olarak kaldı.
Sözün bittiği yer ve nokta, ölüm… Oysa ki, ağız dolusu söylenecek o kadar çok,yapılacak iş ve söz vardı ki… Hepsi yarım, hepsi öksüz ve yetim kaldı… O Feto’cuların ahu yüklü zehirli dilinin başına ördüğü çorapların, kendisi ve ailesinin bedeninde açtığı yaraları hiç yüksünmeden onurla taşıdı.’Bir gün mutlaka’ diyerek hep işine baktı, işinin aslanı olmaya çalıştı. Eksiklik ve yanlışları olmadı mı, tabi ki oldu. Dersini aldı yine ‘nerede kalmıştık’ diyerek yoluna devam etti.
‘Nerede kalmıştık?’
Bu sihirli sözcükler,yaşamının şifresi gibiydi.Yıllanmış yorgunluk ve bedbinliğin yükünü yıllanmış stresle daha fazla taşıyamadı. Bir almamda bedeni isyan etti ve ‘benden bu kadar’,dedi.
O,tipik ve hastalık boyutunda bir Bandırma sevdalısı,eser insanıydı,Müteahhit olarak üstlendiği her işi bir kalıcı esere dönüştürmenin derdine düşer,dertlerle dertlenir, demlenirdi.’Sevdalı’ olmak, hem de ‘kara sevdalı’ olmak akıl karı iş değildir.Bir anlamda Bandırma manyağı olmak demektir ve aynı zamanda o bir Bandırma manyağı idi.’Memleketi sen mi kurtaracaksın’ serzenişini hep duymuşuzdur.O, bu yönüyle günümüzün Don Kişotuydu ve bedelini canından vazgeçme pahasına ödedi.
Makalemize son verirken’ elveda’ ile bitirmek ve Allah geride kalanlara sağlık,sabır ve güç versin demek güç.Eşi Can ve oğulları Akbey ve İlbey artık bu kente ve bizlere emanettir.Anacağızının ak sütü gibi hakkımız sana helal ,ebedi yolculuğunda yolun açık olsun.Elveda…!
Nerede kalmıştık..!?
|
||
|