12 Eylül'ün göz boyaması: 24 Kasım Öğretmenler Günü

Türkiye’de 1981 yılından bu yana 12 Eylül paşalarınca çıkarılan bir kanunla (26 Şubat 1981 — Sayı: 17263), Mustafa Kemal Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul ettiği gün olan 24 Kasım’ı (1928) ‘Öğretmenler Günü’ olarak kutlanmaktadır. Ülkemizde bir meslek grubu için kanunla belirlenen tek gündür. 

Ayrıca ülkemizde birçok öğretmenin, bazı öğretmen sendikalarının ve öğretmen örgütlerinin kutladığı Dünya Öğretmenler Günü vardır. Bu günün tarihsel dayanağını, 5 Ekim 1966’da Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) ile Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) önderliğinde düzenlenen ve Türkiye’nin de temsil edildiği hükümetler arası bir konferansta alınan, ‘Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiyesi Kararı’ oluşturmaktadır. UNESCO 1994’te bu günü Dünya Öğretmenler Günü olarak ilan etmiştir. Ayrıca birçok ülkede öğretmenler günü olarak, kültürel ve tarihi özelliklerine ve okulların tatil günlerine uygun tarihleri kabul edilmiştir.

Ülkemizde hem 12 Eylül paşalarının koydukları kanun gereği hem de Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiyesi Kararına atfen, iki öğretmenler günü kutlanmaktadır. Böyle bir durumun dünyada ikinci bir örneği var mıdır?  Bilmiyorum. Ayrıca bu iki günün hem konuluş nedeni hem de amaçlarında hiçbir ortak özellik yoktur.

Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiyesi Kararı, öğretmenlik mesleğini evrensel normlarla tanımlayan ve öğretmenlerin haklarını ulusal ve yerel hükümetler karşısında güvenceye almaya çalışan bir belgedir. Yani içeriği, ilkeleri, hedefleri ve önerileriyle bu belge: öğretmen sorunlarının çözümü, mesleki statülerinin korunması ve geliştirilmesiyle birlikte öğretmenlerin yetiştirilmesi konusunda devleti görevli sayıyor ve ona ödev veriyor. Bu niteliğiyle,  UNESCO ‘tavsiye belgesi’ aynı zamanda uluslararası düzeyde yapılmış bir toplusözleşme niteliği taşımaktadır.

Türkiye Hükümeti’nin altına imza atığı bu belgeye rağmen, gelmiş geçmiş hükümetlerin yükümlülüklerini yerine getirdiği söylenemez. Örneğin, ülkemizde öğretmenler Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve özlük haklar açısından son sıralardadır. 

24 Kasım Öğretmenler Günü Kanunu, mesleki dayanışma ve öğretmenlik mesleğinin kutsallığından da söz etmiş olmasının yanında öğretmenlere, Milli Eğitim Temel Kanunu’na ek olarak, 12 Eylül ile birlikte kurulan sistemi koruma/savunma ve Milli Eğitim Bakanlığının iç düzeninin uyumu için yeni görevler yüklemiştir.

Ayrıca Öğretmenler Günü Kanunu'nu çıkaran cuntacı paşalar, öğretmenleri ve onların örgütlerini hedef tahtasına koymuşlardır. 12 Eylül paşalarına göre ilk önce ezilmesi ya da en azından sindirilmesi gerekenlerin ilk sıralarında öğretmenler yer almaktaydı. Çünkü onlara göre öğretmenler "anarşinin" baş sorumlularındandı. Genç beyinleri onlara, bu haliyle teslim etmemek gerekirdi. Öyle de yaptılar. 670 şubesi ve 220 bini aşan üyesiyle dünyanın sayılı örgütlerinden biri olan TÖB-DER’in (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) faaliyetine son verildi. TÖB-DER’in 12 Eylül 1980’e kadar 230 üyesi katledilmiş ancak, darbeci paşalar bu katledilenlerin faillerini bulmak için hiçbir soruşturma ve takibat yaptırmamışlardır. Aksine, TÖB-DER yöneticileri tümü ve aktif olan üyelerinin çoğunluğu tutuklandı, işkencelerden geçirildi, işten atıldı. Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından TCK’nın 141 ve 142. maddelerine göre TÖB-DER’in 64 yönetici ve temsilcisine 4 ile 9 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu, vatandaşlıktan çıkartıldı. 1402 sayılı yasa gerekçe gösterilerek 3 bin 854 öğretmenin işine son verildi. Binlercesi sürgün ya da erken emekli edildi.1 TÖB-DER’in mallarına el konuldu ve hazineye devredildi. Daha sonra TÖB-DER üyesi öğretmenlerin tüm girişim ve çabalarına karşın bu mallar geri verilmedi. Malların öğretmenlere iadesiyle ilgili açılan davalar reddedildi (bu dava dosyası şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görüşülmektedir). Bunlarla yetinmeyen 12 Eylül paşaları, Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın (TÖS) önderliğinde ve Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası'nın (İLKSEN) katılımıyla gerçekleştirilmiş olan ve dört gün süren Büyük Öğretmen Boykotu'na (15 Aralık 1969) katıldıkları gerekçesiyle TÖS üyesi olduğunu sandıkları binlerce öğretmen hakkında soruşturma açarak ve hayali suçlamalarla ücret kesimi, kademe durdurması ve benzeri cezalar verdiler.

Paşalar bunları yaparken, göz boyamak ve şirin gözükmek için göstermelik bir şeyler yapma gereği duydular. Bunlardan ikisi dikkat çekicidir: Öğretmenevlerini açmak ve 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü olarak belirlemek. Bu günü belirlerken de Atatürkçülük kisvesine bürünmek. Oysaki 12 Eylül paşalarının Atatürkçülük yorumu, baskıcı ve her türlü özgürlüğe düşmanlığın izlerini taşıyan çarpıtılmış bir Atatürkçülüktü. Diğer bir anlatımla bu paşaların Atatürkçülüğü, Türk- İslam sentezine dayanan, aşırı milliyetçi ve kutsal devletçi, çarpıtılmış ve alakasız bir yoruma dayanıyordu. Yani bu yorumda 12 Eylül endoktrinasyonunu (birisine veya bir topluluğa görüş, düşünüş aşılama ya da fikir telkin etme) meşrulaştırma amaçlı bir Atatürkçülük söz konusuydu. Bu meşrulaştırma işine Atatürk’ün Millet Mektepleri ‘Baş Öğretmenliğini’ kabul ettiği gün Öğretmenler Günü için de en uygun gündü. Üstelik Atatürk’ün 100. doğum yılına da yakışırdı.

Düzenlenen kutlama törenlerinin amacının, "Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan ve özel ihtisas mesleğinin elemanı bulunan öğretmenlerin toplumdaki saygın yerlerini almalarını sağlamak, mesleğin özelliklerini vurgulayıp gereği gibi belirtmek, öğretmenler arasında saygı ve dayanışmayı kuvvetlendirmek, sorunlarını dile getirerek ilgililere ve yetkililere duyurmak" olduğu söylenildi. Ancak hiç de öyle olmadı. Örneğin: Henüz, 12 Eylül öncesi son Demirel Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Orhan Cemal Fersoy'un öğretmenler için "alçaklar" ifadesini kullanması hafızalardaki tazeliğini korurken, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam, bir toplantıda öğretmenlerin ekonomik olarak sıkıntı yaşadıklarının dile getirilmesine "Sırtınızda küfe yok. Beğenmeyen bu iş yapmasın" yanıtını vermiştir.

Öğretmenler günü kutlamalarına ve uygulamalara bazı örnekler:

Öğretmenler Günü etkinlikleri için yurt içinde ve dışında kutlama komiteleri kuruldu.  Her ilçede, değerlendirmenin neye göre yapıldığı belli olmayan yöntemle, bir öğretmen yılın öğretmeni seçildi. Bu seçilenler arasından biri de il için yılın öğretmeni seçilerek Ankara’ya gönderildi. Bunlar, Ankara’da ağırlandılar, televizyona çıkartılarak “meşhur edildiler”. Aralarından biri Türkiye’de yılın öğretmeni seçilerek “meşhurlar meşhuru” ilan edildi. Seçilen yılın öğretmenlerine maddi ödüller verildi. Hâlâ da bu uygulama devam edilmektedir. Okullarda öğrencilere kutlama etkinlikleri düzenletildi. Amblem, afiş, rozet, şilt hazırlandı. Okullar bayrak, flama, afiş ve Atatürk resimleri ile donatıldı.  Hazırlanan programlara göre sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler 24 Kasım’ı içine alan hafta boyunca gerçekleştirildi.  İlçelerde ve illerde çeşitli yarışmalar düzenlendi.  Öğretmenlerin piyeslerde rol alma ve koro çalışmalarına emrivakilerle katılımı sağlandı.  Bazı yerlerde öğretmenlere, ilçe ya da il protokolünü oluşturanların önünden resmigeçit yürüyüşü yaptırtıldı. Camilerde ise imamlar, öğretmenlik mesleği ile ilgili olan ve Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan hutbeler verdi. Mesleğe yeni başlayan öğretmenlere 24 Kasım’da devlet memurluğuna giriş ve öğretmenlik yemini ettirilmeye başlandı. 

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi öğretmenler “kendi günlerini” devletin belirlediği ve nasıl olması gerektiğini de dikte ettiği etkinliklerle kutladılar. Bu kutlama yöntemi bugün de devam etmektedir.

Her 24 Kasımda yöneticiler ve siyasiler öğretmenlik mesleğinin önemi ve kutsallığı üzerinde durdular; öğretmenler için çok iyimser vaatlerde bulundular; özlük ve ekonomik haklarının iyileştirilmesiyle ilgili iddialı laflar ettiler. Ancak hiçbir gerçekleşmediği gibi, gelenek haline gelmiş olan öğretmenler üzerinde baskı kurma, korkutma ve sindirme uygulamaları artırılarak sürdürüldü.  

Ayrıca; 

12 Eylül darbesinden sonra mağdur edilen binlerce öğretmen yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Öğretmenler, sürekli kardeş kavgalarının kışkırtıcıları ve vatan haini olarak suçlandı. TRT televizyonu ekranlarından "TÖB-DER’li öğretmenlerin ülkeye vermiş oldukları zararlar" alakasız ve abartılı bir şekilde aralıksız anlatıldı.  Görevine son verilen öğretmenlerden bir kısmı seyyar satıcılık, ansiklopedi pazarlamacılığı ve benzer işlerle geçimlerini sağlamaya çalıştı.

Yine bugün, yani bir 24 Kasım’da daha muktedirler, öğretmenler için övgü dolu sözler söyleyip, büyük vaatlerde bulunacaklardır. Ancak söylenen hiçbir sözün ve vaatlerin karşılığı olmayacaktır. Çünkü hep öyle olmuştur.

Yıllar içinde öğretmenlerin aldıkları ücret ve diğer ödemeler doğal olarak artmıştır. Ancak bu artış rakamsal olup reel gelir artışı değildir. Tersine öğretmenlerin, özelikle de mevcut iktidar döneminde reel gelirlerinde belirgin bir azalma söz konusudur. Hatta ücretler artık yoksulluk sınırın altına imiş ve açlık sınırına yaklaşmıştır.

Devlet okullarında sözleşmeli ya da ücretli çalışan öğretmenlerin aldıkları ücretler ise açlık sınırının altındadır. Ayrıca bu öğretmenlerin işvereni devlet olmasına karşın ne iş ne de mesleki güvenceleri vardır. 

Atanamayan öğretmenlerin durumu ise toplumun ve ülkenin kanayan yarası olarak bir kenara bırakılmıştır. Mevcut siyası iktidarın bu sorunu çözmeye niyetinin olmadığı da açıktır.

Kamuda devlet memuru statüsünde çalışan öğretmenlerimizin önemli bir bölümünün yaşamlarını parasal olarak normal koşullar içinde sürdürebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılmış olması artık toplumsal olarak kanıksanmış bir durumdur.

Özel okullarda çalışan öğretmenlerin durumları ise hem iş güvencesi hem aldıkları ücret hem de ücretlerini düzenli alamama gibi sorunlardan dolayı içler acısıdır. Her an işsiz kalma riski altındadırlar. Özel okul çalışanlarına yönelik yapılan yasal düzenlemelerse bu durumu daha da pekiştirmiştir.

Yıllar içinde öğretmenlerin ekonomik kayıpları ve sosyal sorunlarının artmasına ek olarak, mesleki saygınlıklarında da ciddi gerilemeler yaşanmıştır. Öğretmenlik mesleği, izlenen politikalar nedeniyle dikkat çekecek ölçüde yıpratılmıştır. Bu yetmiyormuş gibi 7528 sayı ve 10.10.2024 tarihli "Öğretmenlik Meslek Kanunu" öğretmen haklarını daha geriye götürdüğü gibi öğretmenler arasında da statü ayrımı yaratmıştır.

Bunun için ülkemizde eğitim politikalarına yön verenler, öğretmenlik mesleği ve eğitim alanında yaşanan sorunların, sürekli artarak çözümsüzlük noktasına yaklaşmasının baş sorumlularıdır.

İzlenen liberal politikaların etkisiyle, başta eğitim ve sağlık alanları olmak üzere, kamu hizmetlerinde güvencesiz, esnek ve performansa dayalı çalıştırma politikasını acımasızca sürdüren siyasi iktidar, sözleşmeli öğretmen alımında bile mülakat sınavı uygulaması yoluna gitmiştir. Ayrıca iktidarın izlediği politikalar, eğitim ve öğretim çalışanlarını çalışma yaşamında güvencesizleştirmenin yanında, özlük hakları ve çalışma koşulları arasında belirgin farklılıklar ve adaletsizliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Türkiye’de, öğretmen yetiştirme ilkeleri ve hedeflerinin, olması gerekenin çok uzağında kaldığı görülmektedir. Türkiye’nin hiç önem vermediği hedeflerin başında gelen "Gerekli moral, düşünsel, fiziksel ve kişisel nitelikler taşıyan ve istenilen bilgilere ve beceriye sahip öğretmen yetiştirilme" ilkesi2 neredeyse unutulmuştur. Ülkemizde öğretmen yetiştiren fakültelere girenler, öğrencilikleri süresince okullarını bitirdiklerinde atanamama endişesiyle eğitimlerini sürdürmektedirler. Ayrıca öğretmen adaylarının aldıkları eğitim, hem dağınıklığı hem de niteliği bakımından bu ilkelerden çok uzaktır. Çünkü yıllardır izlenen politikalarla öğretmenlerin mesleki saygınlığı ve heyecanı zayıflatılırken, öğretmen yetiştirmeye de aynı anlayışla bakılmıştır. Böylece öğretmen yetiştirmede de kısa bir sürede aşılması zor sorunlar ortaya çıkmıştır.

İşte bu gerçekler içinde bir 24 Kasım Öğretmenler Gününü daha "kutluyoruz".