‘Atatürkçü’lerin hazin dönüşümü

CEMİL KAYILIOĞLU / EM. YARGITAY (ASKERİ) ONURSAL DAİRE BAŞKANI

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve işgalden kurtuluşunun büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk, Türk halkının gönlünde emsalsiz bir yer edinmiştir. Sevgisi her geçen gün artarak büyümektedir.

Düşmanları bile onu açıktan hedef alamamakta, adını anmadan Atatürk ideolojisine saldırmaktadırlar. Bu, özellikle Türkiye üzerindeki emperyalist siyasetlerin temel yol haritası olmuştur. Atatürk ideolojisinin Anayasa’da, kanunlarda, programlarda yer alan temel ilkelerine fazla dokunmadan hedefe ulaşma çabasındadırlar.

Atatürkçülükte mangalda kül bırakmayan, yakalarında gururla Atatürk rozeti taşıyanların büyük bir kısmı “çağdaşlık” ve “laiklik” görüntüsü altında Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden ideolojisinden uzaklaştırılmış, devletin bölünmez bütünlüğü, bağımsızlık, milli egemenlik, halkçılık, üretim, milli savunma, milli eğitim ve milli kültür gibi varlığımızın ve geleceğimizin temel direklerinden vaz geçilmesine razı olmaya varacak kadar yumuşatılmıştır.

Kime sorsanız Kurtuluş mücadelemizden, vatanın düşman istilasından kurtarılmasından övünç duyar. Bunu Atatürk önderliğinde Türk Milleti başarmıştır. “Ya İstiklal ya ölüm” demiş, bütün bir millet, etnik, dinsel ve mezhepsel hiçbir ayrım olmadan topyekûn bir mücadeleyle başı dik yaşamanın yolunu açmıştır.

Ne yazık ki, Atatürk’ün ölümüyle başlayan süreçte, ABD, İngiltere ve Fransa ile yapılan çeşitli ittifak anlaşmaları ve özellikle 18.2.1952’de NATO’ya katılmamızla birlikte “Küçük Amerika” olma sevdası yanlış ideoloji ve programlara sapmamıza neden olmuş; bu durum, emperyalist devletlerin Türkiye’ye kabul ettiremedikleri Sevr programını yavaş yavaş ve dolaylı yollardan gerçekleştirmek üzere siyasi, sosyal, toplumsal ve kültürel alanlarda müdahalelerine zemin hazırlamıştır.

 

SİLİVRİ ÖNLERİNDE DİRENİŞ

Cumhuriyetin milli savunma ve sanayileşme adımları durdurularak kalkınması önlenmiş; tarım ürünleri ve ucuz hammadde ihracatçısı bir ülke haline getirilmiştir.

12 Eylül öncesinde vatanın ve milletin iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen ve özünde bir olan vatanın yurtsever evlatları faşist-komünist yaftalamalarıyla karşı kamplara bölünmüş; aynı aile içinde bile kardeşler birbirine düşman hale getirilerek, binlerce genç birbirine kırdırılmıştır. Ardından gelen darbeyle milletin devrimci kesimleri tırpanlanırken, bölücü ve gericilere yol verilmiş, bir yanda şeriat, bir yanda terör korkusuyla toplum baskı altına alınmaya çalışılmıştır.

2002 yılında iktidara gelen AKP iktidarının BOP Eşbaşkanlığı döneminde vesayetin kaldırılması kılıfı altında Cumhuriyetin temel savunma mekanizmaları etkisiz hale getirilirken, özelleştirmelere hız verilmiş; PETKİM ve TÜPRAŞ gibi önemli sanayi tesisleri, TELEKOM, fabrikalar, bankalar, elektrik ve doğalgaz dağıtımı hizmetleri, kısaca Devletin önemli varlıkları yok pahasına satılmıştır.

Bütün bunların yanında laiklik karşıtı uygulamalar, FETÖ ve diğer cemaatlerle iş birliği, adam kayırmacılık, PKK teröristleriyle açılım masaları kurulması ve bu siyasetlere karşı kesimlerin kenarlara süpürülmesi Atatürkçü kesimde büyük tepkilere neden olmuş, Cumhuriyet mitinglerinde milyonlarca insan meydanlarda tepkisini göstermiştir.

Bu tepkilerin ardından, Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, İstanbul ve İzmir Askeri Casusluk gibi ABD-FETÖ iş birliğiyle kurgulanan onlarca davalarla Devletin direnç gösteren her kesiminden insanlar cezaevlerine doldurulmuş; bölücü ve gerici emperyal projeler için alan temizliği yapılmak istenmiştir.
Bu davalardaki sahte delillerin açığa çıkmasıyla toplumda oluşan büyük öfke, yüzbinlere varan kitlelerin Silivri Cezaevleri önünde günlerce süren eylemleriyle kendisini göstermiştir.

TÜRK MİLLETİ TERÖRE TESLİM OLMADI

AKP ile FETÖ arasında iktidarın paylaşımı noktasında çıkan anlaşmazlıklar ve BOP projesinin istenildiği gibi yürütülememesi sonrasında AKP-FETÖ koalisyonu bozulmuş; ortaklar düşman haline gelmişlerdir.

7.6.2015 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde 40,87 oy oranıyla tek başına çoğunluğu sağlayamayan AKP iktidarı 24 Temmuz 2015 tarihinde PKK ile yeniden mücadeleye başlamış, günlerce süren hendek operasyonlarıyla kentlerimiz terörist işgalinden kurtarılmış; açılım politikasıyla vatanın bölünmesine kadar varacak olan uzlaşma yerine vatanın bölünemeyeceği ve son terörist de ortadan kaldırılıncaya kadar terörle mücadele ilkesi yeniden temel siyaset olarak belirlenmiştir.

AKP, yaklaşık beş ay sonra yapılan seçimlerde 49,5 oy oranına ulaşarak tekrar çoğunluğu sağlayabilmiştir. Kısa zaman içinde toplam seçmenin 8,63’ünün daha oyunun alınmasında iktidarın yanlış politikalardan dönmesinin ve 24 Temmuz 2015 tarihinde yeniden terörle mücadeleye başlamış olmasının etkili olduğu açıktır.

1984 yılından beri terör örgütü PKK ile mücadele eden ve binlerce şehit veren Türk Milleti, açılımla teröre teslim olmayı reddetmiş, bu konudaki kararlılığını göstermiştir.

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarıyla istediklerinin gerektiği gibi yürümediğini gören ve onu deviremeyen ABD, bu defa Devletin her aşamasına ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerine yerleşmiş olan FETÖ ile 15.7.1016 tarihinde darbe girişiminde bulunmuş; Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahramanları ve Büyük Türk Milleti darbeyi kısa sürede def etmiştir.

Bununla da kalmamış, kırk gün sonra 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı Fırat Kalkanı harekâtıyla ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı PKK terör devleti koridoruna girmiştir.

KONTROLLÜ DARBE SÖYLEMİ ABD’Yİ PERDELİYOR

İç ve dış siyasette on yılı aşan bir süreçte yaşanan değişimi, Devletin bekasının zorunluluğunu, milletin dış müdahaleye ve bölünmeye tepkisini kavrayamayanlar, ABD’nin açık ve örtülü propagandasıyla 251 şehit verdiğimiz darbe girişimini dahi iktidarın kontrolünde bir kurgu olarak kabule yönlendirilmiş, bunda da kısmen başarılı olmuşlardır.

Özellikle darbe sonrasında OHAL kapsamında çıkarılan kararnamelerle FETÖ’nün kamudan temizlenmeye başlanmasının ardından CHP’nin “Kontrollü darbe” söylemleri girişimin arkasındaki ABD’nin perdelenmesine yol açmıştır.

AKP iktidarını sona erdirmeye odaklanmış muhalefet, iktidardan zaman içinde dışlanmış olan PKK’nın siyasi uzantılarıyla ve FETÖ bağlantılı örgütlerle birlikte olmada bir sakınca görmemiştir.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü kabul etmeyen; demokrasi, özerklik, federasyon yoluyla bölünmeyi amaçlayan, kırk yıldır bebek, çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden binlerce canımızı şehit etmiş olan PKK’dan emir ve talimat alan ve onun siyasi uzantıları olan HDP, DEM gibi siyasi partilerle, yasallık, çoğulculuk ve demokrasi kılıfıyla örtülü ittifaklar kurmadan çekinmemişlerdir.

Tek amaçları vardır: AKP iktidarını devirmek. Bunun için Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, milli program ve siyasetle muhalefet yapmak ve milletle bütünleşmek gibi çok daha kısa bir yol varken; iç ve dış bölücü, yıkıcı ve irticai güçlerle iş birliği yolunun seçilmesi, “Atatürkçü”lerin hazin bir dönüşümüne neden olmuştur.

Onlar için, artık:

- PKK önderleri tarafından belirlenen ve “PKK terör örgütüdür” diyemeyen kişilerin siyasi parti kurmalarında, milletvekili seçilmelerinde, bunlara seçim yardımı olarak milyarlarca lira verilmesinde; ‘PKK sizi tükürüğüyle boğar’ diyen ve bu söyleminde bir pişmanlık göstermeyen kişinin belediye başkanı olmasında bir sakınca yoktur.

- Bu partileri Anayasa Mahkemesi kapatmadığı, terör suçu failleri hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığı sürece onlarla her türlü işbirliği yapılabilir.

- Şeyh Sait ve Seyit Rıza bayraktarlığı yapanlar demokratik haklarını kullanmaktadırlar.

- “Kürt sorunu” olarak adlandırılan ve barış ve demokrasi kılıfı altında propaganda edilen Türkiye’nin bölünmesi isteklerinin “demokratik” yoldan çözülmesi gerekmektedir.

- Tam bağımsızlık gerçekleşmesi mümkün olmayan bir idealdir.

- AB’ye tam üyelik esastır, NATO savunma örgütüdür.

- Emperyalizme karşı mücadele gerekçesiyle Atlantik kampından uzaklaşmak kabul edilemez, komşu devletlerle ve yükselen Asya devletleriyle ittifaklar demokrasiden uzaklaşmaktır.

- Altı Ok tarihsel bir anıdır ve Devletçilik okunun yarısının liberalizm sarısına, yarısının LGBT moruna boyanması çağdaş gerekliliktir.”

Elbette bunların Atatürk ilke ve devrimleriyle bağdaştırılması mümkün değildir. Bir anlamda gözleri kör, kulakları sağırdır; fakat onlar için asıl aksi düşüncede olanlar yandaş, dönek, kör ve sağırdır.

Ancak, bu hazin durumun kalıcı olamayacağı açıktır. Milletimizin önemli bir bölümünü oluşturan bu insanlarımız yaşadıkça gerçeği görecek, er veya geç doğru yolu bulacaklardır. Çünkü Türk Milleti, köklerinden gelen isyanlarla, onuruyla ve tam bağımsız yaşamak için, hegemonyayı ve Sevr projesini asla kabul etmeyecek; “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla emperyalizme karşı koyacaktır.