Cumhuriyet’in iktisadî kalkınmasında Türk-Rus dostluğu
Cumhuriyet’in ilk yılları her anlamda çetin bir dönemin başlangıcıdır. 10 yıllık kesintisiz ve ağır şartlarda geçen bir savaştan çıkılmıştır. Dönemin en büyük avantajı Cumhuriyet kadrolarının tarihten ders almayı bilmeleridir. Devrimin kadroları her şeyin önüne iktisadi programı koymaktadırlar.
1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşa, her şeyin iktisada dayandığını şu cümlelerle anlatıyor:
“Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, düşüşüyle alâkadar ve münasebettar olan, o milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu hakikat, bizim millî hayatımızda ve milli tarihimizde de tamamen tecelli etmiştir. (...) Yeni Türkiya'mızı layık olduğu mertebeye ulaştırabilmek için mutlaka iktisadiyatımıza birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.” (1)
Kuşkusuz 1920’li yıllar, ekonomik anlamda zor yıllardır. Bir yandan Lozan Barış Antlaşması’yla birlikte imzalanan ticaret antlaşmasının getirdiği zorunlu tavizler, diğer yandan büyük çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan Osmanlı Devleti’nin borçları, devleti zorlamaktadır. Kuşkusuz sermaye ihtiyacı da dönemin zorlarından biridir. Bir parantez olarak 1920’li yılların sonuna değin bazı kısıtlamalara vesile olmasıyla birlikte Lozan Antlaşması’nın günün koşullarında yapılabilecek en iyi antlaşma olduğunu belirtelim.
1920’li yılların ekonomi programı, İttihat ve Terakki döneminde uygulanan Millî İktisat programının devamı olarak görülebilir. Bu dönem özel girişimlere ve -devletin şartlarını kabul ettiği takdirde- yabancı sermayeye açık olmakla birlikte millileştirmenin ve Türk burjuva sınıfının yaratılmaya çalışıldığı yıllardır.
Zira 1919 yılında Batı Anadolu’da çalışmakta olan 3 bin 300 sanayi işletmesinin yüde 73’ünün Rumların olmasının yanı sıra bu işletmelerde çalışan 22 bin işçinin yüzde 85’i de gayrimüslimdir. (2) Dolayısıyla sermayenin millîleştirilmesi hayatidir.
Bunun yanında kimi zaman bu dönem “liberal yıllar” olarak tarif edilse de hiçbir zaman “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” gibi bir serbestlik uygulanmamıştır.
Başka bir yazının konusu olması sebebiyle 1920’li yılların detaylarına yer veremeyeceğiz.
1929’a gelindiğinde hem Türkiye hem de dünya için önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Lozan’la gelen kısıtlamaların zamanı dolmuştur. Dolayısıyla Türkiye bağımsız bir gümrük politikası izleyebilecektir. Diğer yandan dünya büyük bir buhranın içine girmektedir. Büyük Buhran olarak tarihimizde yer eden 1929 Krizi, bir kriz olmanın sıkıntılarını yanında getirmekle birlikte Türkiye ve SSCB gibi ekonomik korumacılık ihtiyacında olan ülkeler için bir fırsat niteliği de taşımaktadır. Krizi fırsata çevirmenin anahtarı ise, 1931 yılında CHP programına eklenen Devletçilik ilkesi olacaktır.
1930’lu yıllar endüstrileşme, planlı ekonomi ve üretim seferberliği yıllarıdır. Türkiye açısından bu dönemin iki avantajı vardır. Birincisi, kriz dolayısıyla hemen hemen tüm ülkeler korumacı politikalara yöneldiklerinden serbest piyasa ekonomisinin zor gücü durağanlaşmıştır. İkincisi ise Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye el uzatmış, devamındaki süreçte de dostluğunu her fırsatta ispatlamış olan SSCB’nin endüstrileşme ve planlı ekonomi konusunda atağa kalkmış olmasıdır.
KALKINMADA TÜRK-RUS KADER BİRLİĞİPlanlı ekonomi ve endüstrileşme döneminde Türk-Rus dostluğu pekişmiş ve adeta bir kader birliği oluşmuştur. Batı da bu durumu farketmiştir. Manchester Guardian gazetesinin 18 Mart 1930 tarihli nüshasında, Batı’nın Türkiye’ye mali baskı yapmasının “Ankara’nın gözlerini eski dostu Rus hükümetine ciddiyetle ve içtenlikle çevirmesine yol açtığı” yazılmaktadır. (3)
Başbakan İsmet İnönü’nün liderliğindeki Türk heyeti, 25 Nisan-10 Mayıs 1932 tarihlerinde SSCB’ye ziyarette bulunarak birtakım incelemeler yaptı.1928 yılından itibaren planlı ekonomi programı uygulayan SSCB’de resmî kurumlar ve fabrikalar gezildi. Planlı ekonomi hususunda bilgi alındı. İnönü, SSCB lideri Stalin ve Dışişleri Bakanı Molotov ile görüşmeler yaptı.
Görüşmeler ve planlamalar neticesinde SSCB’nin Türkiye’ye 8 milyon altın kredi vermesi kararlaştırıldı. Bu kaynak, Türkiye’nin endüstrileşmesinde ve planlı ekonomi programını kurmasında kullanılacaktı. Kredi faizsiz olacak ve 20 yıla yayılan taksitlerle tarım ürünlerine dayalı mal karşılığında ödenecekti. (4) Bu şartlar kuşkusuz olağanüstü bir dostluğun getirdiği şartlardı.
SSCB hükümeti yöneticilerinden Litvinov ilişkilerin daha da gelişeceğini anlatmaktadır: “SSCB’nin 5 yıllık planının başarıyla gerçekleştirilmesi, sanayileşme alanında ulaşılam eşsiz başarılar ve Sovyetler Birliği’nde teknik altyapının kökten yenileştirilmesi, Sovyet-Türk ekonomik işbirliğinin genişletilmesine, bunun daha hızlı tempolarla gelişmesine olanaklar sağlamaktadır. Önümüzdeki yıllarda ekonomik ve teknik alanda Sovyet-Türk işbirliği çok gelişecektir.” (5)
SSCB’nin planlı ekonomiye ve endüstrileşmeye verdiği önemi ve bu uğurda milletçe girişilen fedakarlığı ise Falih Rıfkı Atay şöyle anlatıyor: “Sakarya kazanılmak için, Türkiye insanlarından istediğimiz fedakârlık ne ise, Dinyeper Barajı, Harkof traktör ve kamyon fabrikası yapılmak için Moskova’nın Rusya insanlarından istediği fedakârlık odur; belki daha fazlasıdır.” (6)
Türkiye’de başlatılacak planlı endüstrileşme seferberliği için Türk Hükümeti, başında SSCB Devlet İnşaat Proje Tröstü Müdürü Prof. Orlof’un bulunduğu yetkili bir heyeti Türkiye’ye davet etmiştir. Orlof’un ilk açıklamları Türkiye’ye ve Türk milletine övgü doludur: “Türkiye’nin sanayileştirilmesi için tanzim edilecek programda çalışmak üzere buraya davet edilmemizi büyük bir şeref addetmekteyiz. Türklerle bu hususta beraberce çalışmak suretiyle bize tevdi edilen vazifeyi kısa bir zamanda ikmal edeceğimizi ümit ediyoruz.
(...) Şu kanaatteyiz ki, birçok tabii menabie malik olan Türk milleti, Büyük şeflerinin idaresi altında memleketin sanayileştirilmesi programını da muvaffakiyetle tatbik edecektir. Ve bu plan aynı zamanda memleketin iktisadi istikrarını da temin edecektir.” (7)
Prof. Orlof’un liderliğindeki Rus heyeti Türkiye’ye gelmiş, geniş bir coğrafyada incelemeler yapmış ve demir, madencilik, kimya, pamuk gibi üretim alanlarında raporlar yazmışlardır. Heyetin, gittiği her yerde çok sıcak karşılandığını da belirtmeden geçmeyelim. Raporlarda teknik bilgilerin yanında hızlıca endüstrileşmenin gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulanmakta ve yabancıların iktisadi boyunduruğundan kurtulmanın önemi anlatılmaktadır. İktisadi rapora ek olarak Sovyet Ağır Sanayi Komiserliği, Türkiye için iktisadi kalkınmanın yanında millî savunmasını da güçlendirecek ağır sanayi kurulmasını tavsiye etmiştir. (8)
ABD’NİN ÇELME TAKMA ÇABASIRus uzmanların Türkiye’yi ziyaretleri sırasında Türkiye’nin İktisat Vekili değişir. Devletçi kimliğiyle tanınan Mustafa Şeref Bey (Özkan), görevi İş Bankası Genel Müdürlüğünden tanınan ve sermaye taraftarlarınca sevilen Celal Bey’e (Bayar) devretmek zorunda kalır. Yine başka bir yazının konusu olması sebebiyle Mustafa Şeref Bey’in tasfiye edilmesini de detaylı anlatmıyoruz.
Kuşkusuz Celal Bayar, Devletçilik rüzgârına cepheden karşı duramaz. Fakat zaman zaman Devletçiliğin yumuşatılacağına dair konuşmalar yapar, adımlar atar. O adımlardan biri, henüz Sovyet heyetinin Türkiye’deki çalışmaları sürdüğü sırada ABD’den bir heyeti Türkiye’ye davet edeceğini açıklamasıdır. Yine Bayar, İktisat Vekilliği’ndeki şubelerin başına yabancı uzman müdürleri getireceğini de açıklıyordu. (9) Başbakan İnönü’nün, Bayar’ın bu girişimlerine cepheden karşı olduğunun altını çizelim.
Prof. Orlof, Bayar’ın bu açıklamasını son derece doğru biçimde şöyle değerlendirmiştir: “İftihar ederek söylemek isterim ki Türk mühendisleri mesleklerinin ehli ve kıymetli insanlardır. Türk mühendislerinin zekâ, kabiliyet, ihtisas ve enerji itibariyle bizden ve diğer mühendislerden hiçbir farkları olmadığını memnuniyetle gördüm. Böyle olduğu halde Avrupa’dan mühendis getirtmenize akıl erdiremedim.” (10) Avrupa’dan kastın Batı olduğu notunu düşelim.
Sovyet heyetinin Türkiye’nin endüstrileşmesine verdiği önemi İnönü şöyle anlatmaktadır: “Sovyet Uzman Heyeti bize demir ve çelik sanayiine girmek lüzumunu telkin etmiş, bu yola götürmüştür. Memleketin bu sanayii kuracak halde bulunduğunu da kesin olarak temin etmiştir. Karabük Demir ve Çelik Fabrikası için ciddi olarak ısrar etti. Bunun lüzumunu anlatmak için uzun gayret sarf etti.” (11)
Bayar’ın davetiyle Türkiye’ye gelen ABD heyetinin raporu her şeyi açıklamaktadır. Raporda üretim atağının tehlikeler yaratabileceği ve sanayileşmenin hızlı değil yavaş yavaş gerçekleştirilmesi gerektiği fısıldanmaktadır. (12) Kuşkusuz Sovyet heyetinin raporunun aksine bu rapor Türkiye’nin değil ABD ve Avrupa’nın çıkarları öncüllenerek yazılmıştır. Türkiye, 19. yüzyıldaki Batı’ya bağımlı haline geri döndürülmek istenmektedir.
Dönemin rüzgârı içinde ABD raporunun uygulanması güçtür. Fakat unutmayalım ki rafa kaldırılan rapor, 2. Dünya Savaşı sonrasında raftan indirilecektir.
BİRİNCİ BEŞ YILLIK SANAYİ PLANITürk ve Sovyet heyetlerinin ortak çalışmasıyla, 1934 yılının başlarında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) uygulanmaya konmuştur. Planın başat amacı ithal ikameci bir sistem kurmak, öncelikli kolları ise sanayinin şu alanlarıdır: Mensucat, maden, selüloz, seramik, kimya. (13) BBYSP ile toplam ihracatın yüzde 44’ünün karşılanması hedeflenmiştir. (14) Plan başarıyla uygulanmıştır. 1934-1939 yılları arasında, yukarıda belirttiğimiz öncelikli alanlarda çark döndüren yirminin üzerinde fabrika kurulmuştur. (15)
Demir-çelik sanayinin geliştirilmesi de hem madenleri işleme hem de millî savunmayı güçlendirme hususlarında hayati önem taşımıştır. BBYSP için öngörülen harcama tutarı 44 milyon lira iken programın büyüklüğü dolayısıyla harcama tutarı 100 milyon lirayı bulmuştur. (16)
Endüstrileşme sürecinde ülkelerin toplam ithalatları içinde makine ve ekipmana ayırdıkları ithalat oranında SSCB ve Türkiye dikkat çekmektedir. 1931-1934 yılları arasında toplam ithalat içinde makine ve ekipmanın oranı SSCB’de yüzde 41,8, Türkiye’de ise yüzde 12,6’dır. (17)
Başarıyla tamamlanan BBYSP’nin ardından İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe konmuşsa da İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla uygulanamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında benimsenen iktisadi programlar ise ABD heyetinin raporları ve dayatmaları doğrultusunda karşıdevrimci bir mahiyettedir.
DİPNOTLAR
(1): Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), c.15, Kaynak Yayınları, 2005, s. 139.
(2): Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınları, 1982, s.88.
(3): Dimitır Vandov, Atatürk Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri, Kaynak Yayınları, 2014, s.229.
(4): Alev Coşkun, Atatürk’ün Kamusal Ekonomi Politikası, Cumhuriyet Kitapları, 2024, s.88.
(5): Vandov, age, s.232.
(6): Falih Rıfkı Atay, Moskova-Roma, Pozitif Yayınevi, 2024, s.36.
(7): Vandov, age, s.234.
(8): İlhan Tekeli, Selim İlkin, Uygulamaya Geçerken Türkiyede Devletçiliğin Oluşumu, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi Yayınları, 1982, s.141.
(9): Coşkun, age, s.98.
(10): İlkin, Tekeli, age, s.164.
(11): Coşkun, age, s.92.
(12): Detaylı bilgi için bknz. Tezel, age, s.268.
(13): Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, 1987, s.115.
(14): Yakup Kepenek, Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 1996, s.61.
(15): Detaylı bilgi için bknz. Coşkun, age, s.125.
(16): Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, c.1, Cem Yayınevi, 1973, s.450.
(17): Yalçın Küçük, 100 Soruda Planlama, Kalkınma ve Türkiye, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1971, s.166.