Ecevit’in Sosyal Demokrasi tanımı: Batıdan gelen basınç
“En esaslı sınır sosyal demokrasidir. Burjuva demokrasisinin tehlikeye düşebileceği noktada ben dururum. Bir adım öteye gidemem. Çünkü o burjuva demokrasisi sosyal demokrasiye giden yoldu.”
(Bülent Ecevit, 1968, CHP 19. Kurultayında yaptığı konuşmadan.)
1960’ların sonunda Balıkesir’de halka kitap eden CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, “Kahrolsun Amerika” diye bağıran kalabalığa şu yanıtı verdi: “Bizi Amerika’nın karşısında bu durumda bıraklanrın kahrolması lazım, Amerika’nın değil.”(1)
Ecevit’in yanıtı 1965 sonrasında CHP’ye hâkim olan sosyal demokrasiyi özetler. O tarihlerde sosyal demokrasiyle aynı anlama gelecek şekilde Ortanın Solu ve Demokratik Sol kavramları da kullanılıyordu.
Demokratik Solun itirazı, Batı merkezli sisteme değil, Türkiye’nin onun içindeki yerinedir. Adalet Partisi’nden emperyalist sınıfların hegemonyasıyla ilişki kurma biçiminde ayrılır; o sınıfın hegemonyasından doğan küresel sisteme ise itirazı yoktur. Hem “Ortanın Solu” sloganını ortaya atan İnönü hem de o programın liderliğini yapan Ecevit zaten her fırsatta Türkiye’nin Batı kampında ve onun uluslararası kurumları içinde (örneğin NATO’da) yer almasını desteklediler.
1960 müdahalesi CHP’nin 1950’ler sonunda ilan ettiği temel hedefleri gerçekleştirmişti. Sonrasında CHP’ye düşen görev Demokratik Sol programında tarif edildi. Demokratik Sol Düşünce Forumlarında akademik temel de kazandırılmaya çalışılmıştı.
Demokratik Solun Türkiye’nin küresel sistem içinde yerini sorgulayan politikalarının sonuç yaratmadığını söylemek mümkün değildir. Mülkiyet biçimleri üzerine TİP ile yürütülen tartışmalar CHP’ye kendisini sosyalizmden ayırma ve antikomünist yönünü vurgulama imkânı verdiği için önemliydi. Yine de 1960’lar ve 1970’lerde Ecevit’in Marksist terminolojinin kavramlarını da kullandığı söylevlerindeki dil, CHP’nin yükselen Sol dalgadan faydalanabilmesini sağladı. O Sol söylemde, bugünkü Sosyalist Enternasyonal’in 1951’de kuruluş bildirisi olan Frankfurt Bildirisinin güçleri izleri vardır. Ecevit’in 1974 Demokratik Sol Düşünce Forumunda söylediği gibi, “CHP demokratik solda olduğunu söyleye söyleye haykıra haykıra halktan en çok oy alan parti haline gelmiştir.”(2) Aynı anda toplumun kıyıda kalmış bölgelerinin Solun diline aşina olmasını kolaylaştırmış olabilir. Fakat CHP’nin ürettiği Halk Sektörü gibi mülkiyet ilişkilerine müdahale projeleri kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdu. Çünkü sınır “burjuva demokrasisiydi” ve o tarihte de “burjuva demokrasisinin” sınırlarını Batıdaki emperyalist sınıflar belirliyordu.
CHP’nin Ak Günlere Başlıklı 1973 seçim bildirgesinde, Bu Düzen Değiştiğinde ekonominin 3 sektöre dayanacağı söylenir: Kamu sektörü, halk sektörü ve özel sektör. Halk sektörü kooperatifçiliğin ve küçük tasarrufların ortaklaşmasının yaratacağı sektördü. Sanayileşmenin öncüsü kamu sektörü olacaktı; halk sektörü ise sosyal adaletin temeli.
Ecevit’in başbakanlığındaki CHP hükûmetleri, bildirgedeki vaatler için adım atmamıştır ve bu sadece “tek başına iktidar olamamakla” açıklanamaz.
“Kahrolsun Amerika” sloganı, Batılı sistemin dışına çıkılması talebini temsil eder. Demokratik Solun gizlediği bilgi şudur: Türkiye için, Batı merkezli sistemin içinde emperyalist tahakküme maruz kalmaktan başka bir durum, yani Amerika’dan bağımsız olarak “kahrolması gereken” birileri yoktu. Ne CHP’nin Yugoslavya’dan ödünç alarak programına yerleştirdiği öz yönetim modeli ne de halk sektörü o tahakküm altında zaten gerçekçi değildi. Milli Petrol Davası da yeraltı kaynaklarının işletilmesinde yabancı sermayeye yer verilmeyeceği vaadi de, CHP tek başına hükümet kurabilseydi bile seçim vaadinden öteye gidemezdi.
Almanya gibi savaşı kaybeden ülkelerde sosyal demokrasi ulusal ihanete de dönüşmüştür.
SOSYAL DEMOKRASİ VE BATICILIK“IMF çok önemli bir uluslararası kuruluştur ve Türkiye’nin özelliklerini göz önünde bulunduracaktır.”
Bülent Ecevit, 1978.
Bülent Ecevit Ortanın Solu kitabında “Ortanın Solu, bizi dört yanımızdan saran sol basınçların Batıdan gelenidir”(3) diyor. Diğer basınçlar ise Kuzeyden (SSCB’den), Doğumuzdan (Arap ülkelerinden) ve Uzak Doğudan (Çin’den) gelen basınçlardır. Batıdan geleni, aynı zamanda diğer basınçların en etkili panzehridir.
Batıcılık Türkiye’de Tanzimat’tan itibaren üç temel üzerinde ortaya çıkmıştı:
1- Uluslararası anlaşmalarla sisteme eklemlenmek. Türkiye Avrupa devletler sistemine 1856 Paris Barış Anlaşmasıyla katıldı. Demokratik Solun Atlantik Paktının Paktıyla yaratılan kurumlara sadakati bu ilişkilerin sürdürülmesi anlamına geliyordu.
2- Batı paradigmanın kabul edilmesi. 1856’da Babıâli, 1848 devrimlerinden sonra devrimci içeriğini kaybeden liberal paradigmayı benimsediğini ilan etmişti. Sosyal demokrasi de kendisi için Batıdan gelen basınç tanımıyla, farklı bir şey yapmamıştır.
3- Mali sermayenin sermaye ihracı. Tanzimat döneminde sermaye ihracı üç koldan yürümüştü: Devlet tahvillerinin Avrupa borsa borsalarında satılması, demiryolu imtiyazları ve bankacılık. İlk iki temeli kabul ettikten sonra, Demokratik Sol için Batıcılığın üçüncü temeline itiraz olanağı zaten kalmıyordu. Nitekim 1974-1980 arasında kurulan CHP hükümetleri hem IMF ile uzlaşarak hem de devalüasyonlar yoluyla Batı mali sermayesinin arzuladığı ilişkileri devam ettirdi; en azından dışına çıkmadı.
Bülent Ecevit Ortanın Solu kitabında “Ortanın Solu, bizi dört yanımızdan saran sol basınçların Batıdan gelenidir” diyor.
SOSYAL DEMOKRASİNİN YÖNÜ“Diyor ki biz Şangay İşbirliği Örgütüne girebiliriz... Bu cumhuriyet gelişmiş ülkelerin mensubu olduğu uluslararası kuruluşlara kayıtlı... Bizim Avrupa Birliği hedefimiz hala var... Gemiyi felakete doğru sürüyorsa kaptan, bi zahmet yolculardan ricamızdır, uygun bir yerde indirelim, biz kendi yolumuza gidelim.”
CHP’nin hükümet pratikleri ile neoliberalizm Demokratik Solun programındaki Sol içeriğin temizlenmesini sağladı. Emperyalist sınıfların Batısı reddedilmeyince, geriye saf bir batıcılık ve Özel’in Doğulu olan her şeye, en başta da Şanghay İşbirliği Örgütü’ne itirazı ve Batı merkezli uluslararası örgütlere üyeliğe övgüleri kaldı.
Sosyalist Enternasyonal 1912’de Basel’de emperyalist savaşa karşı çıkan bir bildiri yayınladı. Bildiride Bolşeviklerle birlikte Kautsky gibi daha sonra revizyonist liderliği üstlenecek isimlerin de imzası vardı.
1912 Basel Bildirisi Balkan sosyalistlerinin Türk halkının ezilmesine de karşı çıkmasını ister; Almanya, Fransa ve İngiltere işçilerine şöyle seslenir: “Eğer, giderek, Türkiye'nin askeri yıkılışı, Küçük-Asya'daki Osmanlı egemenliğini sarsarsa, Küçük-Asya'ya yönelen bir fetih politikasına bütün güçleriyle karşı çıkmak —böyle bir politika, dosdoğru dünya savaşına götürebilir— İngiltere'deki, Fransa'daki ve Almanya'daki sosyalistlerin görevidir.”
Avrupa sosyal demokratları 1914’de savaşçı hükümetlerini destekleyince, Lenin onları Basel bildirisine ihanet etmekle suçladı. Almanya gibi savaşın kaybeden ülkelerinde sosyal demokrasi ulusal ihanete de dönüşmüştür. “SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) milletvekillerinin çoğunluğunun desteği olmasaydı, parlamentonun, Versailles Barış Anlaşmasının onaylaması mümkün olamazdı.”(4)
Sosyal demokrasi Basel bildirisinin yukarıda alıntıladığım maddesinin de inkâr edilmesidir. Milli Mücadele döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında kurulan ittifak ise o maddenin hayata geçirilmesiydi, denilebilir.
Sosyal demokrasi Avrupa’da işçi sınıfı partileri içindeki bir kanadın emperyalist sınıflarla uzlaşmasından doğmuştu. Sosyal demokrasi bizde de Batıdan gelen basınç olduğuna göre, aynı tanım Türkiye için de geçerlidir.
CHP’nin hükümet pratikleri ile neoliberalizm Demokratik Solun programındaki Sol içeriğin temizlenmesini sağladı. Emperyalist sınıfların Batısı reddedilmeyince, geriye saf bir batıcılık ve Özgür Özel’in Doğulu olan her şeye, en başta da Şanghay İşbirliği Örgütüne itirazı ve Batı merkezli uluslararası örgütlere üyeliğe övgüleri kaldı.
Bu süreç Ecevit’in başbakanlığında kurulan 1970’lerdeki CHP hükümetleriyle başlamıştır.
Emperyalizmiz günümüzde ideolojik olarak liberal, politik olarak sosyal demokrat olduğunu söylersek, yanlış bir cümle kurmuş olmayız. Bu önerme, hem merkezde hem de tahakküm altında tutulmak istenen ülkelerde geçerli.
CHP’nin sosyal demokrat olmadığını söylemek CHP’ye haksızlıktır. Sorun şu ki, Türkiye sosyal demokrasinin her zamankinden daha talihsiz roller oynayabileceği döneme girdi. Sosyal demokrasi eleştirisine artık daha çok ihtiyacımız var.
DİPNOTLAR:
(1) Hakkı Uyar, İki Darbe Arasında CHP 1960-1971, Doğan Kitap, 2017, s. 263.
(2) Demokratik Sol Düşünce Forumu, Kalite Matbaası, Ankara, 1974, s. 4.
(3) Bülent Ecevit, Ortanın Solu, Tekin Yayıevi, İstanbul, 1868, s. 32.
(4) Detlef Lehmert, Alman Politikasında ve Toplumunda SDP, Batı Avrupa’da Sosyal Demokrasi, Türkiye Sosyal Ekonomik Araştırmalar Vakfı, Çeviren: Yurdakuk Fincancı, 1991, s 33.