Gazeteciyiz ama köle değiliz.!

Çağdaş demokrasilerde, yasama, yürütme ve yargı organlarından sonra dördüncü güç olarak kabul edilen ve kamuoyunun yönetime katılım hakkını kullanabilmesinde önemli bir rol üstlenen basın, yüzyılımızda büyük değişimler geçirmekte. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi sonucu geleneksel basın işletmelerinin dev medya holdinglerine dönüştüğü günümüzde, basın çalışanlarının çalışma ilişkileri de tüm boyutlarıyla değişmekte, gazetecilerin sahip olması gereken nitelikler artarken, fikir işçisi olarak istihdam edilme olanakları ise daralmaktadır.

 

Ülkemizde gazeteciler, diğer çalışanlardan farklı olarak, 1952 yılında yürürlüğe giren Basın İş Yasası ile fikir işçisi olarak kabul edilmiş ve mesleğin gereklerine uygun çeşitli haklarla donatılmışlardır. 1961 Anayasası’nın ardından yürürlüğe giren 274 sayılı Sendikalar ve 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasaları ile de basın çalışanları, çalışma koşulları bakımından ileri düzeyde haklara sahip olmuşlardır. Belirtmek gerekir ki, diğer yandan gazeteciler, basın işletmelerinin hukuksal konumuna bağlı olarak, farklı yasal düzenlemelere tabidirler.

 

Kuşkusuz, basın ve basın çalışanlarına dönük gerçekleşen hukuksal düzenlemeler ülkemizde genel olarak hep lafta kalmış, uygulama ve fiiliyatta yasalardan doğan haklar bir türlü hayat bulmamıştır. Buna karşın,  Basından sansürün kaldırılışının yıldönümü 24 Temmuz, ya da 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü gibi  ‘parlak günlerle ’ basının ve gazetecilerin gerçek özlük sorunları hep geçiştirilmiş, yasal hakları hep gasp edilmiştir.

 

Bu durum, ülkemizde gazetecilerin her zaman sorunlar yaşamasına neden olmuştur.  Bununla birlikte, ancak 1980’li yıllara kadar Basın İş Yasası sayesinde önemli haklara sahip olan gazeteciler, 1980 sonrası dönemde ise başta istihdam, ücret ve örgütlenme konularında olmak üzere çalışma koşulları bakımından elde ettikleri birçok kazanımı kaybetmişlerdir. Bu hak gaspı günümüzde de tüm vahşetiyle devam etmekte.

 

1980’li yıllarda yaşanan ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmeler sonucu basın sektöründe görülen sendikasızlaştırma süreci, gazeteciler için hak kayıplarının başladığı bir dönem olmuştur. Aynı dönemde, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki yeniliklerin basın sektöründe kullanılmaya başlaması, sektörde büyük yatırımlar yapılmasını gerektirmiştir. 1990’lı yıllara kadar teknolojik olarak gelişmiş ülkelerle aynı standartlara ulaşan Türk basın sektöründe, haber üretimini gerçekleştiren insan kaynağı olarak gazetecilere ise yeterli derecede yatırım yapıldığını söylemek mümkün olamamaktadır.

 

1990’lı yıllarda, farklı faaliyet alanlarındaki holdinglerin basın sektörüne girişi ile Türk basın sektörünün çehresi de tamamen değişmeye başlamıştır. Yeni teknolojilerin kitle iletişimi bakımından sağladığı olanaklar, basın sektöründe yatay, dikey ve çapraz tekelleşmenin de önünü açmıştır. Bu süreçte geleneksel basın işletmeleri; gazeteleri, televizyonları, internet siteleri, dağıtım ve reklam ağları ile dev medya holdinglerine dönüşmüş, kendisi de gazeteci olan eski basın işverenlerinin yerini ise bankacılıktan enerjiye, otomotivden beyaz eşyaya çok çeşitli alanlarda faaliyet yürüten medya sahipleri almıştır. Medya sahiplerinde bu niteliksel yapısal dönüşüm medya dünyasında farklı siyasi, ekonomik, arayışları da beraberinde getirmiş, mafyatik ve gayri meşru faaliyetlere uygun zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte, faaliyet alanlarının büyüklüğü, medyayı ülkede ve hatta dünyada yaşanan ekonomik değişimlere karşı da daha duyarlı hale getirirken diğer yandan da sektörün yapısal sulanması farklı arayış ve çabaları beraberinde getirmiştir.

 

Medyada yaşanan ciddi ekonomik krizler, basın çalışanlarının işsizlik, iş güvencesinden yoksunluk, sosyal hak kayıpları gibi birçok sorunla karşı karşıya kalmasına neden oldu. Günümüzde de, basın çalışanları yasal haklarını yeterince kullanamamakta ve istihdam sorunu yaşamaktadır. Çoğulcu demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan basın sektöründe, kendisine önemli kamusal görevler atfedilen basın çalışanlarının çalışma koşulları, kuşkusuz toplumun geleceği açısından da önem taşımakta.

 

Yerel açıdan yerel medya organlarında  bu tablo ve işleyiş daha korkunçtur. Yerel medya organlarında  çalıştırılan  basın emekçileri ‘fikir işçisi’ olarak 212’den  kayıt altına alınmayıp, özlük haklarından bihaber olarak ‘düz işçi’ ya da ‘amele’ olarak gösterilmekte, çalışma koşullarını düzenleyen ‘sözleşme’ yapılmamakta, iş güvencesinden yoksun adeta ‘köle’ olarak kullanılmakta, hakkını yasal olarak arayan fikir işçileri mafyasal yöntemlerle susturulmaya, sindirilmeye çalışılmaktadır. Bir anlamda  emeklilik hakları dahil basın çalışanlarının ailesi ve çocuklarının geleceği çalınmaktadır.

 

Yaklaşık 40 yıldır  fikir işçisi olarak  medya sektörünün hemen her alanında televizyonculuk, radyoculuk yanı sıra fiilen gazete yöneticiliği ve emekçisi, yazar olarak eşim Aynur ile  çalışmaktayım. İki oğlum da kaçınılmaz olarak bu mesleğin fiilen çalışan insanları oldu. Sektörde görmediğimiz, tanık olmadığımız, yaşamadığımız hemen hiçbir şey kalmadı.

 

Şaka falan değil. Örneğin koca Bandırma’da basın sektörü adına bir şey kalmadı. Ne Gerçek ne Gürses ne Genç Bayrak ne de İlk Haber Yayın Grubu kaldı. Sadece Bandırma mı, hayır..! Gönen’de  aynı.. Sadece son üç yıl da Türkiye’de kapanan yerel gazete sayısının  137 olduğuna dikkat çekiliyor. Binlerce gazeteci  işsiz kaldı. Binlerce  aç, çoluk çocuk sahibi  fikir emekçisinden söz ediyoruz. İşsiz kalanlar, mekanlarının kapısına kilit vurulanlar internet gazeteciliğine soyunuyor. Basın toplantılarına taşınan onlarca işsiz gazeteci.. Biliyoruz ki bunun faturası ilerde ülkemize ve halkımıza çıkacaktır.

 

Esen kalın…