Sevgi ve düşmanlık.!
Her ikisi de birbirine zıt kelimeler, değil mi? Oysa ki, ’sevgi’ sözcüğünün anlamını çoktan unuttuk. Yaşamlarımızda kin, nefret ve düşmanlık sözcükleri öyle yer etti ki, en yakınlarımıza, aile bireylerimize karşı bile eşler arası dalaşmalardan vazgeçtik, evlatlarımıza karşı bile tahammülsüz bireyler haline geldik.
Kendi varlık bütünlüğüne ve bireyselliğine karşı bile fütursuzca ve düşmanca yaklaşan bizler, bir başkasının hatta yanı başımızdakinin bireysel varlığına ve varlık bütünlüğüne nasıl saygı duyacak...
Oysa ki, insanlar arasında barış, uzlaşma, hoşgörü, fedakârlık ve yardımseverlik gibi erdem ve faziletleri, davranışları ve değerleri tüketmiş bir insan, tüm insani niteliklerinden ve varlığından uzaklaşmış demektir. Artık Karşınızdaki bir insan değil, insansı bir varlık, bir et yığını söz konusudur. Çünkü, insanı insan yapan değerlerden ve niteliklerden söz ediyoruz.
O zaman şu soru gündeme geliyor: Ne oldu bize ve insani niteliklere ve değerlere karşı hızla uzaklaşıp, yabancılaştık?
Siyonistlerin işgali altındaki İsrail’de Filistin’de kadın erkek, genç yaşlı ve çocukların yaşadıklarına aylarca tanık olduk ve insanlığımızdan utandık. Aynı şekilde Suriye’de Esad yönetimi altında Suriyelilerin yaşadıkları zulüm ve işkencelere, katliamlara tanık olduk ve aşnı şekilde insanlığımızdan utandık.
Türk insanı, ölümü anlan ve bilir. Ölümün insan yaşamında bir gün kapısını çalacağına insanlarımız yabancı değildir ve kabullenir. Kabullenemediğimiz olayın doğal döngüden uzaklaşıp, insanın insana zulmüne dönülmesidir ki, bunu insani temelde kabul edemeyiz, bunun adı cinayet, zulüm ve işkencedir, soy kırımdır.
Bölgemizde ve yakın coğraf yamızda bunlar yaşanırken Bolu Kartalkaya’da 78 insanımızın çoluk çocuk, genç yaşlı yaşamlarını yitirmesine ne diyeceğiz: Cinayet demekten fazla bir şey demek mümkün değil.
Hep deriz ya, böyle ölüm düşman başına.! Yani aslında kendimize reva görmediğimiz bir sonucu düşmanlarımıza bile reva göremeyiz. Çirkin ve yakışıksız olan şey, daha cenazeler kaldırılmamışken yaşanan facia ve felaket sonrası yaşanan siyasi polemik ve hır gür, atışmalardır.
Hoş olmayan şeyi açıkça yazmakta fayda var: Türkiye, siyasal ve toplumsal açıdan hızla bir ayrışma ve kutuplaşma içerisine sürükleniyor ve herkesin aklını başına alması gerekiyor. Bu gidişin ve savrulmanın sonu kötüdür..!
İktidar ve muhalefet partileri arasındaki gerilimden, ayrışma ve kutuplaşmadan söz ediyorum ve bu gerilim, ayrışma ve kutuplaşma bugünün sorunu değil.Zaten yıllardır gündemdeydi. Bu gidişin sonu yok ve tehlikeli..!
Oysa ki, tarihsel ve toplumsal olarak Türkler, geleceklerini böyle bir risk ve tehlike üzerine inşa etmez, bundan kaçınırlar. Türk toplumu geleneksel olarak, sevgisizlik üzerine değil sevgi üzerine yoğrulmuştur. İnsanlar arasında barış, uzlaşma, hoşgörü, yardımseverlik, fedakârlık gibi olumlu değer ve davranışlar Anadolu kültürünün ve tarihinin özünü, temelini oluşturur.
Bireysel açıdan kişinin ,CHP veya AK Partiyi tercih etmiş olması, oy vermesini kişinin özel tercihi olarak görür ve saygı gösterilir. Toplum, yaşanan gerilim ve kutuplaşmanın farkında olduğu içindir ki, insanlar siyasal tartışma ve sohbetlerden bile özellikle uzak durup, konuyu kapatıyor. Bunun bir adım ötesi, 70’li yıllarda yaşandığı gibi, kahvelerin bile ayrılması ve ayrışmanın çatışmaya, karşılıklı vuruşmalara uzanmasıdır ki, Allah, yazdıysa bozsun.!
Bu tarihsel ve siyasal süreci orta ve yaşlı kuşak iyi anımsar. Kuşkusuz, ülkede yaşanan siyasal rekabetin böylesi bir gerilim ve ayrışmaya, kutuplaşmaya uğramasının ana nedenlerinin başında , lafı hiç eveleyip gevelemiyelim Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Erdoğan’ın siyasal ve toplumsal yaşamda gösterdiği üstün başarı ve yüksek liderlik karizmasdır. AK Parti,2001 yılı Ağustos ayında kuruldu ve o günlerden bugüne 31 Mart yerel seçimleri hariç, girdiği yerel ve genel seçimleri kazanmış tek siyasal parti. Bu ülke siyasetinde ve çok partili yaşamımızda muazzam bir siyasal başarı karnesidir.
Erdoğan’ın kişi olarak siyasal özgeçmişi ve karnesi, başarılarla dolu ve bir başka örneği yok. Ulusal kurtuluş savaşımızın başkomutanı ve Cumhuriyet Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bile, 15 yıl Cumhurbaşkanlığı dikkate alınırsa, Cumhuriyet tarihinde Erdoğan’ın yaklaşık 25 yıllık yöneticiliği göz dolduruyor.
Kuşkusuz, bu siyasal başarı öyküsünün ürkütücü bir başka yüzü daha var. Benim etrafımda bir çok genç var.27-28 yaşındalar. Çocukluk ile gençlik yılları dahil tüm yaşamı AK Parti ve Erdoğan ile geçmiş. Yani şunu söylemek mümkün: Bu ülkede milyonlarca çocuk ve genç, yıllardır Ak Parti ve Erdoğan gerçeği ile tanışıp, büyüyüp, delikanlı olup, milyonlarca kızımız hanım oluyor.
Siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji açısından bu korkunç ve büyük bir olay. Vakanın bu boyutu ve gerçekliği, siyasi açıdan muhalefeti kışkırtıp, azdırıyor. Bu gerçeklik siyasal ve toplumsal açıdan sindirimi kolay bir şey değil. Benzer olumsuzlukları on yıllar önce Gazi de yaşadı ve 'diktatö'r eleştirilerine hedef oldu.
Bu doğaldır. Çünkü, demokratik bir toplumda bir parti veya siyasi bir lider, 20 yıl ve fazlası tek başına iktidar olamaz, olmamalıdır. Bizdeki ‘tek adam’ ve ‘saray’ tartışmalarını bu yaşananlar tetikliyor. ’Erdoğan düşmanlığı’ espirisine bu pencereden de bakmanın önemli olduğuna inanıyorum. Bu yönüyle, ülkede ciddi bir muhalefetin olmadığı, bulunmadığı yönündeki eleştirilerin de anlamlı olduğuna inanıyorum.
Siyasal ve toplumsal, ekonomik çelişkilerin kendi içinde tırmanıp keskinleşmesi ve uzlaşmaz bir noktaya gelip dayanması toplumda gerilim ve çatışmayı, kutuplaşmayı arttıracaktır. Bu kaotik ortamı tetikleyen en büyük unsur, ekonomide yaşananlardır. Hayat pahalılığı ve toplumun önemli kesimlerinin hızla yoksullaşması, alım güçlerinin tükenmesi, refah düzeyinde yaşanan düşme eğilimi kendi içinde siyasal bir nitelik kazandıkça ortaya ciddi ve değişik farklı seçenekler doğuracaktır. Bu da kaçınılmaz ve doğaldır…
Esen kalın…