Türkiye’nin önündeki yol ayrımı

Türkiye’de iki farklı kesim var: Bir kesim, Türkiye’nin Suriye,Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya vb. üzerinden karşı karşıya kaldığı tehditleri görürken, diğer bir grup ise bu tehditler yokmuş gibi davranıyor, hatta bu tehditlerin herkes tarafından yok sayılmasını istiyor.

 

GÖLGELERLE DEĞİL, ASIL TEHDİTLE MÜCADELE

Ancak birinci saydığımız kesim de ikiye ayrılıyor: Bunlardan ilki, tehditleri görürken bunun yalnız Türkiye-PKK, Türkiye-Yunanistan ya da Türkiye-Ermenistan arasında yaşandığından hareket ediyor ve buna göre bir strateji belirliyor. İkincisi ise PKK’nın, Yunanistan’ın, Ermenistan’ın Amerikan stratejisinde bir anlam ifade ettiğini, Türkiye’nin bu ülkelerden ziyade ABD tehdidiyle karşı karşıya olduğunu ve ABD stratejisine karşı bir savunma hattı oluşturmadan ne terörle mücadelede ne Doğu Akdeniz ve Güney Kafkasya’da başarı elde edilemeyeceğini savunuyor.

Sabah gazetesi yazarı Bercan Tutar, işte bu ikinci kesimden. Yani gölgelerle değil, gerçek tehditle mücadele etmeyi tercih edenlerden. Kıtalararası’na konuk olan Tutar, bu çerçeveyi çok net ortaya koydu.

YASAK ELMADAN ALINAN ISIRIK

Tutar’a göre Amerika’nın en büyük hedefi Türkiye’yi, Rusya ve Çin bloğuna karşı yanına çekmek. Ancak Sabah gazetesi köşe yazarı, Türkiye’nin “yasak elmadan” ısırık aldığına dikkat çekiyor. Oradaki yasak elma ise Rusya. Türk-Rus stratejik işbirliği, ABD için en büyük tehdit. ABD derin devleti, ülkesinin eski başkanı ve önümüzdeki seçimlerde başkan adayı Donald Trump’ı bile “Rusya ile ben barış masasına oturacağım” dediği için hedef almışken, Türkiye’ye neler yapmaz!

PKK’YLA, YUNANİSTAN’LA MÜCADELE, ABD’YLE MÜCADELE

Tutar, bu nedenle milli güvenliğimizi sağlamak için ilk önce tehdidin ana kaynağının tespit edilmesinden yana:

“Biz, PKK’yla, FETÖ’yle Kıbrıs Rum Kesimi’yle veya Yunanistan’la ya da bir dönem Ermenistan’la karşı karşıyayken ABD’yle karşı karşıyayız. Suriye’de de. Bu ülkelerle ve terör örgütleriyle mücadelemiz aslında Amerika’yla Batı’yla mücadele. Türkiye’nin bu çerçevede olaylara bakmasında fayda var.”

‘NE ABD NE RUSYA-ÇİN’ SLOGANINDAKİ HATA

Aslına bakılırsa yukarıda belirttiğimiz PKK’nın, Yunanistan’ın, Ermenistan’ın Amerikan stratejisinde bir anlam ifade ettiğini ve esas tehdidin Amerikan stratejisi olduğunu savunanlar da ikiye ayrılıyor.

Amerikan tehdidini görüp Rusya ve Çin’i de aynı kefeye oturtanlar az değil. Bunlar “ne ABD ne Rusya-Çin” diyerek Türkiye’yi müttefiksiz bırakıyor. Buna karşın Türkiye’nin Atlantik’ten gelen tehdidi ancak ve ancak Rusya ve Çin gibi aynı saldırganlıktan muzdarip ülkelerle işbirliği içinde göğüsleyebileceğine inananalar da var.

DENGE Mİ, KARARLILIK MI?

Bercan Tutar, bu noktada da oldukça tutarlı ve bu ikinci görüşü net bir şekilde dile getiriyor.

Ama burada da bir ayrımla karşı karşıyayız. O da Türkiye’nin izleyeceği çizgi konusunda. Tehdidi gördünüz, tehdidin arkasında ABD olduğunu gördünüz, ABD tehdidini Avrasya ülkeleriyle işbirliği içinde çözebileceğini gördünüz… Bu da tam yeterli olmuyor. Bunun gereği denge politikasıyla Atlantik ve Avrasya arasında dans etmek mi, yoksa kararlı bir şekilde “bağımsız Türkiye”den tavır koyup bağımsızlığın teminatı Avrasya’da kararlı bir şekilde yer almak mı?

KEPENKLERİ KAPATMAMAK İÇİN

Bercan Tutar, burada da hedefi 12’den vuruyor: “Amerika’yla ilişkileri iyi tutmaya çalışıyoruz. Ama ABD, PKK/PYD’den, FETÖ’den desteğini çekmedi. Hatta arttırdı. Ve buna yeni sopalar da ekleniyor. İşte Güney Kıbrıs Rum kesimiyle yapılan askeri anlaşma.

Burada Türkiye’nin bir karar vermesi lazım. Ya Amerika’nın tam güdümüne girecek, onun bir ileri karakolu olacak. Ya da kendi bağımsız stratejisini sürdürecek. Bunlar arasında gidip geliyoruz. Ayrıca Türkiye’nin tek başına Batı bloğuyla mücadele etmesi de imkânsız. Bu mücadele için Rusya’yı, Çin’i, İran’ı, komşularını yanına alması lazım. Yoksa kepenkleri indirmek zorunda kalırız. Yani eski NATO politikalarına geri dönülür.”

DENGE POLİTİKASININ GÖTÜRDÜĞÜ YER

Gerçekten de denge politikası bir dönem Türkiye’ye zaman kazandırmış, herkesle ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmuş gibi gözükse de artık gelinen noktada bir seçime ihtiyaç var. Yoksa “denge politikası”, bir süre sonra kendi seçimini yapacak ve bizi Atlantik sularında boğulmaya götürecek.