Batılılaşmak mı çağdaşlaşmak mı?

Batılılaşmak, taklitçidir; Batı’yı taklit etmektir, Batı’ya benzemeye çalışmaktır. Kendimizi Batılı gibi hissetmeye çabalamaktır. Batı kültürünü özümlemektir. Latin ve Yunan kültürünü, Frenk kültürünü içselleştirmektir. Tanzimat Dönemi’nde aydınlar arasında “münevver” olabilmeyi Türkçe kelimelerin arasında Fransızca sözcük ve kalıplar parlatmak olarak algılayanlar çoğunluktaydı.

 

Günümüzde de anlı şanlı Atatürkçülerimiz, köşeleri tutmuş büyük solcularımız, liberal ve neoliberallerimiz, entellerimiz tekmili birden alayı Batıcıdır, AB’cidir. Attila İlhan bu tiplere, “Batı’nın ajanları” diyordu.
Son günlerde basın ve medyada bu konuyla ilgili yoğun bir tartışma yaşandı.

Bizde aslında esas sorun aydında...

ADAM OLMAZLAR

Halk kitleleri genelde geleneksel yaşam tarzlarından uzaklaşamıyor. Köylü köylülüğünü, işçi varoşlarda gene köyden getirdiği geleneksel yaşam tarzını sürdürüyor. Sürdürmek zorunda. Aydınımıza bakıyor, kendine benzemiyor her şeyiyle; yaşam tarzıyla, kültürüyle, konuşmasıyla, giyimiyle vs. Kendi yarattığı değerlerin rantıyla besleniyor ama ondan fersah fersah uzaklarda duruyor. Batı kültürüyle yetiştikçe bireycileşmesi artıyor. Bireyselleşme derinleştikçe yabancılaşma, halkına yabancılaşma derinleşiyor. Böylece aydınla halk birbirinden kopuyor. Aydın halkından nefret etmeye başlıyor;

“-Adam olmaz bu halk!”,

“-Bununla bir yere varılmaz!” teranelerini uydurmaya başlıyor.

Halk kitleleri ise aydınımıza iyi gözle bakmaz. Ona yabancı bir millettenmiş gibi, yabansı yabansı uzaktan bakar. Ona neler dediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. O Yakup Kadri’nin “yaban”ıdır. Yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş, sadece savaş zamanlarında canını ve kanını almak için hatırlanmış, “saçak altlarında bitini ayıklayan köylü”lerle hiçbir tarafı uyuşmayan, birbirini anlamayan iki toplumsal varlık türü…

Aydın n’apsın?

Böyle gelmiş böyle gider mi acaba?

ATTİLA İLHAN: ‘TÜRK AYDINI BATI’NIN MANEVİ AJANIDIR’

İdeolojik gıdasını, eğitimini, kültürünü hep Batı’dan alırsa yapabileceği bir şey yok tabii ki!
Türk aydını, 18. yüzyıldan beri kendi tarihiyle ve bütün bilimlerle ilgili olarak bütün kültürel gıdasını Batı aydınının çalışmalarından almıştır. Yani hazırcıdır, kendi üretimi yok denecek kadar azdır.

Bundan dolayıdır ki, Attila İlhan “Türk aydını Batı’nın manevi ajanıdır” demekten kendisini alamaz. Bunu da Mustafa Kemal’in, “Münevverlerimiz belki bütün cihanı tanır, lâkin kendimizi bilmez.” sözlerine binaen söylemiştir. Tabii ki bu iddiaları vatansever, milliyetçi, devrimci, gerçek Atatürkçü aydınlarımızı tenzih ederek söylüyoruz; onlar da aynı düşüncelerle söylemiş olduklarına eminim.

Mustafa Kemal, “Doğu’dan ve Batı’dan gelen etkilerden uzak bir kültür ve bağımsızlık”tan bahsetmiştir.

ÇAĞDAŞLAŞMAK (MUASIRLAŞMAK) BATILILAŞMAK DEĞİLDİR

Son günlerde basın ve medyada bu konuyla ilgili yoğu bir tartışma yaşandı. Mustafa Kemal’in “muasır medeniyet” teorisi ve tarih alenen saptırılarak Kemalizm düşmanlığı yapıldı. Batıcı liberaller, Batıcı Atatürkçüler ve Atatürk’ün gerici iflah olmaz düşmanlarının ortak noktası Atatürk’ü “Batıcı” göstermektir.

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan bu konuda başı çekti. Bu noktada Mustafa Kemal hakkında, “’Batı’ya, sadece Batı’ya, hep Batı’ya’” diyerek işaret ettiği ‘Batılılaşarak modernleşme’ yaklaşım birkaç adım öne çıktı ve bir ‘son dönem Osmanlı subayı’ olarak yetişen Mustafa Kemal bu yaklaşıma muhalefet edenlere bildiği tek yöntemi uyguladı: Susturdu onları.” şeklinde aslı astarı olmayan, ciddi bir kaynağa dayanmayan iddialar ileri sürdü.

CHP genel Başkanı Özgür Özel İzmir’de bir açılışta yaptığı konuşmada baştan sona yanlış ve yanlışlarına da büyük Atatürk’ü alet ederek, “Temel hedefimiz Atatürk’ün gösterdiği hedef (…) bu geminin birinci kaptanının, ilk kaptanının, ülkenin kurucusunun gemiye verdiği istikamette gidecek, Avrupa Birliğine tam üye olacak (…)” ifadelerine yer verdi.

Bir kere Atatürk, Batı ülkelerini hedef göstermedi, “muasır medeniyet” dedi. Özel, medeniyet dendi mi ABD ve AB ülkelerini, emperyalist ülkeleri görüyor.

Çağdaş medeniyet somut şartlarla sınırlıdır. 8.-14. yüzyıllar arasında İslam medeniyeti, 15-20 yüzyıl arasında 500 yıl Batı (Atlantik) medeniyeti çağdaş medeniyet tahtında oturmuştur. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren medeniyetin merkezi Doğu’ya, Avrasya’ya kaymaya başlamış, “yeniden Asya çağı” denmeye başlanmıştır. İşte Mustafa Kemal’in “çağdaş medeniyetin üzerine çıkmak” menzilinin kritik anlamı ve içeriği, müthiş derinlikli esprisi buradadır.

Kavramların özünü iyi ve doğru yakalamak gerek. Çağdaş uygarlık derken Mustafa Kemal, şu gördüğümüz Batı uygarlığını ya da insanlık tarihinin ilk Milli Kurtuluş Savaşını vererek yendiği, alt ettiği Batı’yı kastetmemiştir.

Katıksız ve iflah olmaz bir Atatürk ve Kemalizm düşmanı olan İsmail Kılıçaslan’ın, “’Batı’ya, sadece Batı’ya, hep Batı’ya’” diyerek işaret ettiği “‘Batılılaşarak modernleşme’ yaklaşımı” gerçek olsaydı, yani Batı’ya benzemeyi mutlak hedef göstermiş olsaydı milletine, o zaman küt kuyruğunu sallayarak dolaşan ‘onca insanın kanını niçin akıttığı’ soru akrebi zihinlere musallat olurdu.

Batı gelmiş İstanbul’a kurulmuştu zaten. Biz onlara gideceğimize onlar bize gelmişti. Ne güzel halvet olurduk, Anadolu’ya geçip de onca meşakkati çekmenin, onca kanı akıtmanın âlemi var mıydı?
Hayır, çağdaşlaşmak (muasırlaşmak) bu değildir!

MUSTAFA KEMAL SADECE ‘DOĞUDAN GELEN ETKİLERDEN’ DEĞİL, ‘BATI’DAN GELEN ETKİLERDEN’ DE BAHSEDER

Batı’nın burjuva demokratik devrimleriyle yaratılmış bilim, devrimci ve demokratik kültür ve kurumlarını hedeflemiştir Mustafa Kemal. Ayrıca onların da kaba ve ilkel bir taklidini değil, kendi öz milli kültürümüzle ve akılcı bir yöntemle sentezi, imbikten süzülmeyi amaçlamıştır.

Mustafa Kemal, Oryantalist ve Avrupamerkezci kültür ve anlayışlara temelden karşıdır. O sadece “Doğu’dan gelen etkilerden” değil, “Batı’dan gelen etkilerden” de bahseder. O her alanda, ekonomide, kültürde, adliyede, politikada vs. toplumun bütün alanlarında bağımsızlıktan, yani “istiklali tam”dan, tam bağımsızlıktan yanadır. Hedef ve amacı herdaim bu olmuştur. Herhangi bir alanda, özellikle de siyasal bağımsızlık konusunda hedef alındı mı, çizmelerini getirtir, “bana çizmelerimi giydirtmeyin!” diye ihtar ederdi.

Batıcılıkta bağımsızlıktan tavizler vardır.

Batıcılıkta boğulma vardır.

Batıcılıkta kör çıkmazlarda debelenmek, lime lime parçalanmak vardır.

Batıcılıkta, ABD’nin BOP haritalarını, Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirilmesini sineye çekmek, AB komiserlerinin yurdumuzun iç işlerine müdahalelerini, her birinin birer sömürge valisi edalarını sindirmek vardır.

Batıcılıkta toprak bütünlüğümüzden feragat vardır.

Batıcılıkta, Kıbrıs’ta KKTC’yi AB ve Rumlara teslim etme vardır.

Batıcılıkta, Güneydoğu illerimizin PKK/DEM Parti yönetimlerinde yerel yönetimlerin özerklik şartı gibi uluslararası sözleşmelerle kantonlaşması/ özerkleşmesi vardır.

Batıcılıkta, çevremizi üslerle kuşatarak Türkiye’ye silah gösteren ABD-İsrail-Yunanistan haydutluğuna göz yumma, görmezden gelme vardır.

Batıcılıkta güney sınırlarımız boyunca kukla “Kürt devleti” adıyla “2. İsrail devleti”nin inşası vardır.
Batıcılık, Atlantikçiliktir; Atatürk’ün ölümünden bu yana 70 yıldır başımızın dertten kurtulmamasıdır.
Batıcılıkta, AB kapısında ömür çürütmek vardır.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Balıkesir'e bağlı Marmara Adası'nı ziyaretindeki konuşmasında CHP’nin vizyonunun ülkeyi Avrupa Birliği’nin tam üyesi yapmak olduğunu belirtti. Türkiye'nin AB’ye alınmasının CHP iktidarıyla mümkün olduğunu ifade etti.

AB’ye üye olmanın yolu, PKK’yla mücadeleden vazgeçmek, ona hürriyet tanımaktan geçer.
AB’ye üye olmanın yolu, yukarıda belirtilen Batıcılıktaki gerçekliklerin ifasıyla mümkündür.
AB’ye üye olmanın yolu, emperyalist bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmekten, LGBTİQ dayatmalarına yol vermekten geçer.

AB’ye üye olmanın yolu, Mavi Vatanımızdaki haklarımızdan feragat etmekten geçer.

Cumhuriyetimizin ve partisinin banisi Atatürk’ün bir asır önce vatanımızı işgale kalkışan Batı’yı dize getirdiği Özgür Özel, dünyanın gidişatını okuyamayan ve savunduğu AB’nin çökmekte olduğunu anlayamayan Özgür Özel, Batıcılığı öne çıkarırken ve AB’ye üyelik hevesini dillendirirken yukarıda saydığımız ihanet icraatlarını yapabilecek çapta olup olmadığını ölçüp biçmesi gerekmez mi?

TÜRKİYE’NİN MECBURİYETLERİ

Çağdaşlaşmak yolunda ise canlı bir yaşam vardır; bağımsızlık, hürriyet, başı dik tutma, kendine güven, üretim odaklı ekonomi, kendi kendine yetme vardır.

Bugün ise çağdaşlaşmak, yükselen uygarlık, yani Avrasya demektir. Ve Türkiye’nin dokularında daha çok Avrasya vardır. Türkiye’nin mecburiyetidir.

Ve epeydir, Türkiye’nin yönünü yavaş yavaş Avrasya’ya döndürdüğünü Batı bile keşfetmiştir.
Bu nedenle kızılca kıyameti koparmaktadır.