Liberalizm ve Siyasal İslam

GİRAYALP KARAKUŞ / DR. ÖĞRETİM ÜYESİ

İnsanın en belirgin özelliği özgürlüğe olan inancıdır. Onun varoluşu tekamül seyrinde bilinçlilik açısından seçme, kullanma ve yaratıcılık gücüne dayalıdır. (1) Teolojide Adem ve Havva’nın yasak elmayı yemesi ve cennetten kovulması aslında insanın yasaklara karşı özgürlüğü önemsemesinden kaynaklanmaktadır. Tüm girdaplar ve cansız durgunluklarıyla demokrasinin geçirdiği değişimler pek çok kez ihmal edilmiştir. (2)Siyasal İslam’ın en önemli fantazması (görsel yanılgı) da demokrasi ve ekonomi-politik sorunsallara net bir cevap verememesinden kaynaklanmaktadır.

 

İslamcılar, çoğu kez İslami ekonominin Marksist yorumuna başvurmamış (3) ve ekonominin hareket noktalarını şeriatın temel kavramları ile yorumlamaya çalışmıştır. İslam’ın sosyalizan yorumunu yapmaktan kaçınan İslamcılar, kapitalizm ile şeriatın uyuşan yönlerinin altını çizmişlerdir. Ancak Talegani ve Ali Şeriati gibi sosyalist İslamcılar bazı girişimlerde bulunsalar da objektif ve sübjektif şartlardan dolayı yeterince etkili olamamışlardır.

1940’lardan itibaren güçlenen İslamcı hareketlerin Türkiye’deki siyasi ve toplumsal düzlemde temsilcilerini Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan’da karşılığını bulmuştur ABD’de eğitim gören Turgut Özal 24 Ocak kararları ile serbest piyasa ekonomisine geçişin İslamcı mimarlarındandır.

Nakşibendi olduğu bilinen Özal, 1980 darbesinden sonra neoliberal 900 küsur yasanın çıkmasının da öncülerindendi. Bilindiği üzere Özal’ın konumunu sermayeden yana kullanması geniş halk kitlesinin zararına sonuçlar doğurmuştur. Özal’ın varyantlarını pek çok Müslüman ülkesinde bulabiliriz. Örneğin; Hizb-i İslami’nin yöneticisi Gülbeddin Hikmetyar, Cezayir’de petrol mühendisi olan Abdülkadir Haşani gibi.

Teolojide Adem ve Havva’nın yasak
elmayı yemesi ve cennetten kovulması aslında insanın yasaklara karşı özgürlüğü önemsemesinden kaynaklanmaktadır. (Resim: İnsanın Düşüşü, Cornelis Cornelisz., 1592, Rijksmuseum,
Amsterdam, Hollanda)

ÖZELLEŞTİRME ÇÖZÜM DEĞİL  

Türkiye’de kentlerde İslamcıların güçlenmesine 1950’li yıllardan itibaren köyden kente göç edenler öncülük etti. Bu kesim ne kentli olabilmiş ne de köy kültüründen sıyrılamamış kitlelerdi. Bu kitle kentlere muhafazakâr dinsel inanışlarını da beraberinde getirmişti. Anadolulu küçük-orta sermayenin temsilciliğini yapan Necmettin Erbakan bu kesimlerin oyunu almakta güçlük çekmedi.

Türkiye’deki cemaat ve tarikatların sürgit biçimde kabul edemediği konulardan biri de şu olmuştur: “Müslüman halkların geri kalması meselesi.” Müslüman ülkeler geri kaldıklarını Hristiyan ve Yahudilerin boyunduruğu altına girmeye başladıklarında anladılar. Müslümanların siyasi teşkilatlar kurabilmekteki teorik/pratik eksikliklerinin olması ve dinsel retoriklerle emperyalizme karşı başarıya ulaşamadıklarını gördüklerinde hayal kırıklığına uğradılar. Müslüman dünyasında âlimlerin ekseriyeti içtihat yolunun kapalı olduğunu belirtmektedir. Müslüman ülkeler değişen dünya koşullarında savundukları tezlerin yetersiz kaldığını görmektedirler.

Türkiye, Mısır, Tunus vd. Müslüman ülkelerin nepotizm bataklığına saplanıp kalması insanların İslamcı siyasetçilere olan güvenini sarstı. Örneğin; Türkiye’de yapılan özelleştirmelerin halkın aleyhine şekilde gerçekleşmesi ciddi bir güven bunalımı oluşturmaktadır. AKP hükûmetleri, 15 yılda; içinde rafineriler, demir çelik fabrikaları ve limanların da bulunduğu 890 kamu malını sattı. Özelleştirme adı verilen satışlardan 64,9 milyar dolar gelir elde edildi. Bunun 15,5 milyar dolarının masrafa gittiği açıklandı. Geri kalan paranın nereye harcandığı şeffaf bir şekilde duyurulmadı. (4) Oysa özelleştirmenin köklü bir çözüm olmadığını yakın Türkiye tarihinde defalarca gördük. Tony Benn, bunu şöyle açıklamaktadır: “Piyasa ekonomisinin sorunları çözdüğü tam bir yalandır. Rover’i devletleştirdiğimizde batmak üzereydi. İşçiler sokakta kalacaktı. Devletleştirmeden sonra işçilerin ücretleri, yaşam koşulları ve sosyal hakları düzeldi. Thacher, Rover’i özelleştirdi. Bu işletme bugün yine batmak üzere.” (5)

Nasıl bir siyaset yapılmalı sorusunun cevabı ise Mustafa Kemal Atatürk’ün öngördüğü üzere “kamucu, anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı ve laik siyaset”tir. (Atatürk Sümerbank’ta, 1937.)

KAMUCU SİYASET

Sonuç olarak siyasal İslam’ın sadece Türkiye’de değil pek çok Müslüman ülkede ekonomi yönetimi özel olarak irdelenmelidir. Tunus, Fas, Mısır, Suriye gibi ülkelerde “Müslüman Kardeşlerin” ekonomi politikaları köklü kamucu devrimci çözüm içermiyor. Emperyalist sisteme bağımlılık ilişkilerinin devam etmesine sebep olan İslamcılık taraftarları nezdinde hızla itibar ve güç kaybetmektedir. Etnik ve dini retorik kullanarak siyaset yapmanın toplumu gerdiğini de ifade etmeliyiz. Nasıl bir siyaset yapılmalı sorusunun cevabı ise Mustafa Kemal Atatürk’ün öngördüğü üzere “kamucu, anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı ve laik siyaset”tir.

KAYNAKÇA

Ali Şeriati, İnsan, Fecr Yayınları, Ankara, 2017, s. 29
John Dunn, Halkın Özgürlüğü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 61.
Oliver Roy, Siyasal İslam’ın İflası,, Metis Yayınları, İstanbul, 1994, s. 179.
Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar (1938-2018), 40.B, Galeati Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 222.
Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, 90.B, Galeti Yayıncılık, İzmir, 1999, s. 223.
Age, s. 256.