Atatürk’ü kadın gözüyle nasıl anmalı, anlamalıyız?

HANİFE YALÇIN

Tarihçi yazarımız Fevziye Özberk ’le, 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ü anmanın ve anlamanın değerini konuştuk. Özbek, yolumuzu aydınlatan bir meşale olarak O’nun başlattığı iktisadi, siyasi ve toplumsal devrimleri yeniden yaşama geçirmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini anlattı.

Bunun, Atatürk’ü derinlikli bir biçimde kavramakla başarılabileceğine dikkat çeken Özbek, bugün gerçek Atatürkçülüğü bilmenin daha hayati olduğunu ifade etti ve O’nun şu sözlerini aktardı: “Bu kadın sorununda cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, onların beyinlerini ciddî bilim ve bilgi ile süsleyelim. Namusu, bilgiyi sağlıklı şekilde açıklayalım. Şeref ve onur sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır. Bizim toplumumuz için ilim ve fen lazım ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın iktisap etmesi lazımdır.”

Mustafa Kemal Atatürk, çelik gibi iradesinin yanı sıra yeri geldiğinde sevgi dolu yüreğiyle de tanıdığımız büyük önderimiz. Feyziye Özberk’in kitabında aktardığına göre Resneli Niyazi bir anısını şöyle dile getiriyor:

“Talat Paşa’nın 15 Mart 1921’de İranlı bir Ermeni tarafından Berlin’de evinin bulunduğu sokakta vurularak şehit edildiği haberi geldiği zaman Atatürk gözyaşlarını tutamıyor ve ‘Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti.’ diyor.” Sözü, ‘Resneli Niyazi: Vatan Fedaisi’, ‘Rumeli Dağlarından Cumhuriyete’, ‘Ortakçının Oğlu Talip Apaydın’ gibi değerli kitapların yazarı Feyziye Özberk’e bırakalım:

KADIN MÜCADELESİ SAVAŞ CEPHELERİNDE BAŞLADI Cumhuriyet kadını olarak Atatürk'ü nasıl anlamalıyız?

Atatürk yalnızca olağanüstü bir kurucu ve kurtarıcı değildir. Gazi, düşünce sistemiyle, yaptıklarıyla, kişiliğiyle, sözleriyle geleceğimize ışık tutan, yolumuzu aydınlatan bir meşaledir. Eğer onurlu, tam bağımsız bir vatanda mutlu yaşamak istiyorsak Atatürk'ün başlattığı iktisadi, siyasi ve toplumsal devrimleri yeniden yaşama geçirmeli ve geliştirmeliyiz. Bu da ancak onları derinlikli bir biçimde kavramakla başarılabilir. Bugüne kadar benim kadın olarak yaşayabilmemin, kendi başımda ayakta durabilmemin, varım diyebilmemin tarihidir. Ben gibi tüm kadınların varlığıdır Bir de günümüzde Atatürkçülük adına öyle şeyler yapılıyor ya da söyleniyor ki gerçek Atatürkçülüğü bilmek daha hayati hale geliyor. Ve kolay elde edilip, bugünlere taşınmamıştır. Kadın olarak var olma mücadelesi bizim topraklarımızda, bugün o gıpta ile baktığımız, medeniyetin beşiği olarak gördüğümüz ülkelerden daha önce başlamıştır Kurtuluş savaşı cephelerinde…

ATATÜRK, BİR MİLLET VE VATAN SEVDALISI DEVRİMCİDİR

Mustafa Kemal, içinde bulunulan durumu bir gözlemci ya da bir aydın gibi izlemiyor. Durumu kabullenmiyor. Paşa, öncelikle uçurumun kenarında olan vatanını emperyalistlerin işgalinden, milletini örgütleyerek kurtarmak istiyor. Çünkü işgale karşı silahla mücadele eden toplum da devrimcileşiyor. Büyük düşünüyor. Zihni kökten değiştirmek, devrimci kurgusuyla çalışıyor. Bakış açısı bu… Milli Mücadelenin tüm sorumluğunu cesaretle omuzluyor. Biliniyor: kararlı ve cesur bir önderlik, tayin edicidir. Bu olağanüstü sorumluluk ufkun ötesini görmesini sağlıyor. En büyüğünden en küçüğüne her etkeni, her gelişmeyi bu bakışla değerlendiriyor. Bu anlayışla meseleleri bütünsel olarak daha berrak bir biçimde kavrıyor. Çözümü net bir biçimde detaylarıyla saptıyor. Açıklıyor. Devrimleri, milletiyle birlikte adım adım gerçekleştirme sabrını gösteriyor. Tabii yıllar boyunca dağarcığına kattığı tecrübe ve bilgi birikiminin ve kişisel yeteneklerinin, özelliklerinin katkısı da çok çok önemli... Ayrıca kendine ve tarihi geçmişini çok iyi bildiği milletine güveniyor.

İLKELERİNDEN HİÇ VAZGEÇMİYOR

Russell, “Dünyanın en zor işi ilkeli olmaktır.” der… Atatürk'ü birkaç cümleyle tanıtın deseler; “Bağımsızlık benim karakterimdir.” cümlesinden hemen sonra ilkelerinden, amacından hiç vazgeçmeyen devrimci tanımını eklerdim. İlkelerden vazgeçmemek aslında en zor başarılan kahramanlıktır. Onun için kazanılacak oy sayısı, alkış, övgü, destek, makam hiçbiri yalnızca önemli değildir. Yapılan eylem, alınan tutum ana amaca hizmet ediyor mu? Bu soruya verilen yanıttır, önemli olan. Atatürk'ün en doğru kararları vermesindeki olağanüstülüğün kaynağı bu ilkeli tutumudur. Bazı parti yöneticileri gibi iktidar ve oy için ilkelerinden vazgeçmiyor.

‘ERKEKLERLE BİRLİKTE YÜRÜYEREK…’ Atatürk kadınlara nasıl bir yol göstermiştir?

Türk kadınından hep övgüyle, minnetle söz eden Atatürk, onların meslek sahibi olmalarını ve topluma katkı yapmalarını istiyor. 1920’lerin sonlarında kadın haklarına dair yaptığı konuşmalarda bu özlemini belirtiyor: “Kadınların en büyük ihtiyacı, ilim ve mesleki eğitimle donanarak topluma katkı sağlayacak bir konuma ulaşmaktır. “Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefti bir mevcudiyettir. “Bu kadın sorununda cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, onların beyinlerini ciddî bilim ve bilgi ile süsleyelim. Namusu, bilgiyi sağlıklı şekilde açıklayalım. Şeref ve onur sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır. Bizim toplumumuz için ilim ve fen lazım ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın iktisap etmesi lazımdır.” İşte bu sözler, Atatürk’ ün, Türk milletinin yükselmesinde kadınların sahip olması gereken değerleri gösteriyor. Büyük bir adamın bütün eserini, eserinin bir parçasında görebiliriz. Türk kadınına verdiği şerefli yerden, bütün Türk inkılabını görebiliriz.

‘ASKERLİK VAZİFESİ DAHİL BÜTÜN HİZMETLERE…’

Bugün, Türk kadınının fiilen Türk ordusuna katıldığına dikkat çeken Özberk, şunları söyledi: “Bu, Atatürk inkılaplarının devamı demektir. Atatürk’ün, Tarih Kurumunca hazırlanan Hindistan Tarihi adlı esere yazdığı dipnottan birkaç satır alıyorum: “Bundan sonra Türk ırkı, kadınlarını, erkeklerin yapmağa mecbur olduğu askerlik vazifesi dahil, bütün hizmetlere teşrik ederse, Etiler’de, İskitler’de, Amazonlar’da olduğu gibi kendi ırkından başkalarının hiçbir yardımına muhtaç olmaksızın büyük milli ülkülerine başlı başına ve müstakil olarak yürümek kabiliyetini ihraz edebilir…” Hiç şüphesiz Atatürk’ün bahsettiği milli ülkü, yurtta sulh, cihanda sulh prensibi idi. Buraya, elimizde bulunan bir vesikayı daha koymak isterim, bu da doğrudan doğruya Atatürk’dendir:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat Türk ulusunun, yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve nazır ve faal olacaklardır. Bu, beşeriyetin yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lazım bir ödev olduğundandır ki Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar.” Türk kadınından hep övgüyle, minnetle söz eden Atatürk, kadınların meslek sahibi olmalarını ve topluma katkı yapmalarını istiyor. 1920’lerin sonlarında kadın haklarına dair yaptığı konuşmalarda bu özlemini belirtiyor: "Kadınların en büyük ihtiyacı, ilim ve mesleki eğitimle donanarak topluma katkı sağlayacak bir konuma ulaşmaktır." Atatürk'ü ölüm yıldönümünde saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Atatürk'ü yalnız gönlümüzle değil aklımızla anlayarak, kavrayarak sevelim.