1925 yılında patlak veren Şeyh Sait İsyanı, üzerinden neredeyse yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ tartışılmaya devam ediyor. İngiliz Devlet Arşivinde bulunan ‘Further correspondance respecting Turkey, Part IX, January to June 1925, F.O. 424/262’ başlıklı arşiv belgesinde yer alan on beş adet raporda (Rapor numaraları: 81, 82, 85, 86, 87, 92, 103, 113, 128, 138, 151, 156, 158, 160, 175) Şeyh Said isyanından söz edilir. Bu raporlar, İstanbul’da L.C. Lindsay tarafından Londra’daki Austen Chamberlain’e gönderilmiştir.
Bazı raporların ekine, İngiliz askeri ateşe Binbaşı R. H. Harenc tarafından yazılan askeri raporlar da konulmuştur. Bu raporlar, 3 Mart 1925 ile 2 Haziran 1925 tarihleri arasında yazılmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, bu raporlar kronolojik olarak incelendiği zaman, İstanbul’daki İngiliz elçiliğinin bu isyanla doğrudan bir ilgisi veya bağlantısının mevcut olmadığı görülür.
Zira bu belgelerden İstanbul’daki İngiliz elçisi Lindsay’ın, isyan çıktığı zaman, isyanın nedenlerini ve gelişimi öğrenmek için çabaladığı görülüyor. İngiliz askeri ateşe Binbaşı R. E. Harenc’den, Trabzon’daki İngiliz konsolosundan, Tiflis’teki diplomatlardan, İtalyan diplomatlardan, yerel gazetelerden ve bilhassa İsmet Paşa’nın kendisinden bilgi almaya çalışmıştır.
‘KÜRT BÖLGELERİNİN ÇOĞU CUMHURİYET REJİMİNE SADIKTIR’
Lindsay, 3 Mart 1925 tarihli raporunda, ’Genç’te neler olduğunu tam olarak belirtmek gerçekten zordur, zira Türkiye’nin Doğu vilayetlerinde gazete muhabiri yoktur, tüm haberler resmi kaynaklardan geliyor, sayısız şayia var’ diyerek başlıyor. İsyanın dağlık bir bölgede olduğunu, Hınıs, Genç ve Çemişkezek’te çatışmalar olduğunu ama Dersim’in önemli Kürt şeyhlerinin Cumhuriyet hükümetine sadık kalacaklarına dair teminat verdiklerinin konuşulduğunu yazıyor.
İsyancılar, Harput’a girmişler, devlet görevlileri kaçmış, aşiretler şehri yağmalamaya başlamış, hükümete muhalif olan Harputlu bir adamın riyasetindeki şehir halkı, bu istilacı eşkıyaları Harput’tan kovmuştur.
Şöyle devam ediyor:
‘Sıkıyönetimden dolayı, Muş, Bitlis ve Van’daki durumla ilgili hiç haber yoktur. Bu bölgelerle bir şekilde iletişim kurmak mümkün değildir. Trabzon bölgesinde ayaklanma olup olmadığına dair bilgi yoktur. Uçakların isyancıları bombaladığına dair gazetelerde bazı haberler vardır. Kara harekâtı planlanıyormuş, bu konuda askeri ateşe Binbaşı Harenc’in hazırladığı raporu gönderiyorum’ diyor.
Gerçekten de İstanbul’daki İngiliz elçiliğinin isyanın mahiyetini öğrenmeye çalışıyor. Lindsay ‘isyanın sebebi ve yapısı hakkında bir öneride bulunamıyorum ama hareket, İslami, ulusal ve Cumhuriyet karşıtı’ demektedir.
Devamla: ‘Ankara’da konuşulan şu: Sultan Abdülhamid’in şimdi Beyrut’ta sürgünde olan oğlu Selim Efendi, bu hareketin başı olarak gösteriliyor. Kürdistan’ın gelecekteki idarecisi olacakmış. Bir diğer sebep olarak, Ulusal Hükümetin yaptığı idari sistemin kötü olmasıdır. Eskinin büyük vilayetleri, taksim edildi ve her sancak, ayrı bir vilayet oldu.
Bu vilayetlerin valileri, talimatları doğrudan Ankara’dan alıyor. Bu yeni tip valiler, çok acımasız, nüfusu kontrol etme kapasiteleri yok ve etkisizdir, eski genel valilerden çok daha kötüler. Hükümet muhtemel taşkınlıkları önlemek için camilerde vaizlerin mutedil bir dil kullanmasını istiyor. Bazı imamların camilerde vaaz vermeleri yasaklandı. Bazı vaizlerin resmi belgeleri gözden geçirildi.
Sıkıyönetimden dolayı, gazeteler üzerinde baskı vardır. Kürt bölgelerinin çoğu Cumhuriyet rejimine sadıktır. Trabzon ve İstanbul’da da sıkıyönetim ilan edilmesi isteniyor. İsmet Paşa’nın bu talebini Fethi Bey önledi. İsyancıları tenkil siyasetini, Mustafa Kemal’in istediği gibi, İsmet Paşa yapacaktır’.
‘BİR TANE BİLE ŞEYH VEYA AĞA KALMAYACAKTIR’
İngiliz Askeri Ateşe Binbaşı Harenc ise şu bilgiyi veriyor: ‘Şeyh Said’in komutasındaki yaklaşık 150 Kürd’ün Argana’ya yaptığı saldırı basında abartıldı. Harput’ta askeri bir bölük mevcut olmasına rağmen, 26 Şubat’ta bile, Harput isyancılarına elinde bulunuyor. 26 Şubat tarihinden sonra, mevcut hükümete muhalif olan Mehmet bey isimli biri, bu isyancıları Harput’tan kovuyor. Diğer kasabalar da Harput örneğini izliyor.
Bunun Kırlılarla Şehirliler arasında bir çatışmaya dönüştüğü not edilmelidir. Ordu, isyancılara yönelik olarak 26 Şubat’a kadar bir şey yapmak istemedi’. Görüldüğü gibi, İngiliz diplomatlar, isyanın sebebi olarak, yeni atanan valilerin kötü idaresini ve yeni yapılan idari taksimatın yetersizliğini gösteriyorlar.
Lindsay, bu bilgilerle yetinmemiştir ve İsmet Paşa’dan isyanın sebeplerini bizatihi sormuştur. 23 Mart 1925 tarihli raporunda ki, bu raporunun başlığı Kürdistan Ayaklanması (Kurdistan insurrection) başlığını taşır, bu konuda Trabzon’daki görevliden bilgiler aldığını ve bizzat İsmet Paşa ile görüştüğünü ifade ediyor:
’İsmet Paşa, sorularımı cevapladı. Durum hakkında endişe duymadığını, isyanın Diyarbakır’da en üst seviyeye ulaştığını ve başarısız olduğunu söyledi. Ordunun gerekli ihtiyaçlarının tamamlandığını, çok kısa bir süre içinde bastırılacağını belirtti. Bitlis ve Van halkı, hükümete sadık kaldıkları için isyanın buralara kadar yayılmayacağını ama kendisinin ‘bir kordon çekeceğini’ belirtti. Ülkenin bir sakinliğe ve nizama ihtiyacı olduğunu söyledi’.
Lindsay, gazeteden öğrendiğine göre, Diyarbakır’da 5.000 kadar isyancı olduğunu ve isyanın gerekçelerinin olduğunu İsmet Paşa’ya hatırlatınca şu cevabı vermiştir: ‘Hükümet, isyanı hemen bastırabilir. İsyanın asıl sebebi, muhafazakârlık, ulusçuluk, İslami önyargılar ve diğer sebeplerdir. Bunlardan kurtulmak gerekmektedir’. Lindsay da isyanda İngiliz tahrikleri olduğuna dair şayialar üzerine İsmet Paşa’ya:
‘Türkiye’nin iç karışıklıklar yüzünden (isyanı kastederek) barışçıl bir şekilde yeniden yapılanması işinden uzaklaştırılması bizim çıkarımıza değildir’ cevabını veriyor. İsmet Paşa, ‘ilerleme programından sapmak istemediğini, Kürt bölgelerindeki öşür vergisi daima aşiret reislerine iltizama verildiğini, bunların da bunu köylüler üzerinde otorite kurmak ve aşiret sitemini sürdürmek için kullandıklarını’ söyledi.
Öşrün kaldırılmasıyla bütün sıkıntıyı çıkaran aşiret reislerinin otoritesi azalacak, köylüler de geçmişteki bu sıkıntıya ve gasb edilmeye (bu yılın öşrünü gelecek yıl ödeme gibi bir muameleye) maruz kalmayacaktı. Ekonomik reformlar, gerekli tedaviyi sağlayabilirdi. Siyasi reformlara gerek yoktu’.
Lindsay, İsmet Paşa’nın isyanın köklü gerekçesi olarak belirttiği görüşlerini raporunda böyle özetlemiştir. Bundan başka, bir aşiret reisi, İtalyan askeri ataşesine şu bilgiyi vermiştir:
‘Türkiye’de 500.000 Kürt var. Bu rakam büyük ölçüde düşecektir. Geriye kalanlar da kamu işlerinde işçi olarak çalışacaklar. Yakında tüm Kürdistan’da bir tane bile şeyh veya ağa kalmayacaktır’. Lindsay, devamında şunları yazar:’ Konuştuğum her Türk, İsmet Paşa’nın isyanı bastıracağından umutludur. Ankara’daki Avrupalı diplomatlar da bu görüşü onaylıyorlar’.
‘HALK REFORM İÇİN HAZIRLANIYOR’
31 Mart 1925 tarihli raporda: ‘Varto ve Silvan’da çatışmalar devam ediyor. İsyancıların önemli sayıda hükümet taraftarını öldürdüğü söyleniyor. Malazgirt, Kürtlerin elindedir. Muş ile Bitlis arasındaki telgraf hattı kesiktir. İtalyan meslektaşımın Tiflis’teki konsolostan aldığı bilgiye göre, isyanın Van ve Erzurum’a yayıldığına dair şayia varmış. Rus askerleri de Türklere yardım etmek için sınıra doğru hareket ediyormuş.
Bolşevik Ermenileri, Kürt isyanına ilgisiz değillermiş, zira Türk-Rus sınırının tashih edilmesi gerektiğini ileri sürüyorlarmış. Bunlar kuşkusuz bir şayiadır. Yarı resmi bir gazete olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde önemli bir yazı yayınlandı. Bu yazıda, isyanın şimdiye kadar bastırılmamasından pişmanlık duyulduğu belirtiliyor.
İsyancılar, Diyarbakır ve Siverek arasında faaldir. Muş ve Varto civarında güçlü bir propaganda vardır. Din görevlileri, Dersim’i tahrik ediyorlar. Durum belirsizdir. Cumhuriyet idaresi, isyanı bastırmak için tüm gerekli tedbirleri aldı ve başaracaktır. Ama isyanın asıl sebeplerini ortadan kaldırmak için sosyal ve idari reformlara ihtiyaç vardır. İsyan yakında bastırılacak, halk reform için hazırlanıyor’ denilmektedir.