Marshall Yardımları’nın Türkiye’nin Kalkınmasındaki Etkileri
Haber
27 Eylül 2025 - Cumartesi 14:53 Bu haber 1525 kez okundu
 
Marshall Yardımları’nın Türkiye’nin Kalkınmasındaki Etkileri
Türkiye’nin siyasi olarak yönünü Batı’ya dönmesinin ardında yatan en önemli sebeplerden birisi de “Sovyet Tehdidi” idi. Sovyetler Birliği’nin yayılmacı siyaseti Türk yöneticileri farklı arayışlara yöneltti. Dünya Savaşı’nda seferberlik hâlinde 1 milyonluk orduyu beslemek zorunda kalan Türkiye Devleti, Sovyet tehdidi ile birlikte ABD’den askeri yardım talep etmek zorunda kaldı.
Gündem Haberi
Marshall Yardımları’nın Türkiye’nin Kalkınmasındaki Etkileri

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada iki süper güç ortaya çıktı. “Sovyetler Birliği ve ABD”. İki süper güç ideolojik anlamda birbirine rakip olduğu gibi çıkarları gereği de farklı dünyaları temsil etmekteydi. Savaş sonrası Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa ve İran’da ele geçirdiği yerleri teslim etmek yerine yayılmacı bir strateji izlemeye başladı. Dünya Savaşı’nda müttefik olan iki güçten biri olan ABD, Sovyetler Birliği’nin izlediği stratejiden rahatsız oldu. İki ülkede dış politikada reel-politik ve jeo-politikçi anlayışı temsil ediyordu. Savaş sonrası Avrupa’da yaşanan yoksulluk ortamı da komünizmin güç kazanmasına yönelik uygun ortam yaratıyordu. Bu proseste ABD, hem Sovyet yayılmacılığına hem de komünizmin yayılmasına uygun koşulların ortadan kaldırılması için farklı stratejiler geliştirmek istedi. İlk olarak 1947 yılında Truman Doktrini akabinde ise Marshall Yardımları hayata geçirilmiştir. Bu yardımların yansıması hiç şüphesiz gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde farklı oldu. Gelişmiş ülkeler bu yardımlardan en çok yararlanan ülkeler oldu. Bu yardımlardan en fazla yararlanan ülkelerin başında İngiltere geldi. İngiltere yaklaşık olarak 3.165,8 milyar dolarlık yardım aldı (Işıldak, 2020: 39). Az gelişmiş ülkeler ise bu yardımlardan faydalanırken dışa bağımlı ülkeler konumuna düştüler. ABD’nin Yunanistan ve Türkiye gibi az gelişmiş ülkelere yardım yapması Sovyetler Birliği açısından caydırıcı bir faktör olmasa da onlar için asıl kötü olan bu ülkelerin Sovyetler Birliği’ne karşı NATO’nun üssü vazifesi görmeye başlaması oldu. Söz konusu yardımların Avrupa’da komünizme karşı iyileştirici etkisi olmuştur. Komünizm, Avrupa’da yavaşlamıştır. ABD’nin Türkiye’ye daha az yardım yapmasının sebeplerinden birisi de ekonomik olarak Türkiye’nin Avrupalı ülkelere göre durumunun daha iyi olduğu düşüncesiydi. Karar vericilere göre; Türkiye’de mal kıtlığı yoktu ve altın-döviz rezervleri yüksekti (Akgül, 2011:11). Ancak Türk hükümetinin yoğun talepleri üzerine ABD’liler Türkiye’yi de bu yardımlara Avrupa İktisadi İşbirliği Antlaşması imzalanmadan dâhil ettiler (Akgül, 2011: 11).

Gelişmiş ülkelerin dış yardım yapmasının politik ve ekonomik sebepleri vardı. Gelişmiş ülkeler politik açıdan az gelişmiş ülkeleri çıkarları doğrultusunda kullanmak için yardım yaptılar. Ekonomik açıdan ise mübadelenin gelişmesi ve yeni pazarlar oluşturabilmek için bu tip ülkelerle ilgilendiler (Güler, 2009: 2). Türkiye ise jeo-politik konumu itibariyle önemli ülkelerden biriydi.

Karar alıcılar, Sovyet sosyalizmine karşı mücadele edebilmek için SWNCC gibi kurullar oluşturdu. SWNCC kurulunun yanında eş zamanlı ünlü stratejist Geoge Kennan başkanlığında bir çalışma grubu da oluşturuldu. George Kennan, daha sonra Sovyetler Birliği ile mücadele de “Çevreleme” stratejisini ortaya atacaktır. Bu gruplar Dışişleri Bakanı George Marshall’a raporlarını sundular. Rapora göre; en çok yardım Batı Avrupa’ya yapılmalıydı. Fransa, İngiltere ve Almanya işbirliği içinde olmalıydı. Raporda en çok durulan konu “Batı Avrupa’nın yeniden imarı” idi (Erhan, 1996: 275-287). ABD’nin isteği tekrar mal alabilen bir Avrupa oluşturmaktı (Erhan, 1996: 275-287). Savaş sonrası Avrupa’nın ciddi biçimde mal alım gücü düştüğünden dolayı ABD, pazar yaratma sorunsalıyla boğuştu.

Türkiye’de 1947-1960 arasında görev yapan siyasilerin iki yanlışı olmuştur. Birincisi; Türkiye’de geniş çaplı bir Toprak Reformuna karşı çıkmışlar, ikincisi ise Marshall Yardımlarını şartlı olarak kabul etmişlerdir. Toprak Reformu ciddi şekilde uygulansaydı belki de bugün “Kürt Sorunu” diye bir mesele olmayacaktı. İkincisi ise; ABD’li karar alıcılar Türkiye’ye siyasi, ekonomik ve askeri alanda yardım yaparken bazı şartlar öne sürmüşlerdir. Bu şartlar Baker ve Thornburg raporlarında açıkça görülmektedir. Bu raporlara göre; Türkiye Devleti ağır sanayiye yatırım yapmayacak, Avrupa’nın buğday deposu olacaktır (Kopar, 2018: 306-314). Söz konusu Thornburg raporu, Türk ekonomisine Amerikan müdahalesinin bir örneğidir. Bu rapora göre; Türk kalkınmasında artık Amerikan görüşleri hâkim olmaya başlamıştır. ABD, devletçiliğin bırakılmasını, özel teşebbüsün ve yabancı sermayenin geliştirilmesini, devletin sanayiden ziyade bayındırlık işlerine bakmasını salık vermiştir (Avcıoğlu, 2001: 558).

Marshall yardımlarının Türk ekonomisine verdiği zararların yanında olumlu yönleri de olmuştur. Örneğin; modern tarıma geçişte Amerikan yardımları müspet sonuçlar doğurmuştur. Marshall Planı kapsamında Türkiye’ye yapılan yardımlar 76,5 milyon dolardı. Bu yardımların 89’u tarım sektörüne yansıdı. Özellikle tarımın makineleşmesinde bu yardımlar etkin oldu. Tarktörler; buğday ve pamuk üretiminin yoğun olarak yapıldığı Eskişehir, Adana, Aydın, İzmir ve Konya’ya dağıtıldı. Traktör artışı ile birlikte tarımsal alan 60 genişlemiştir. Böylelikle üretim de artış yaşanmıştır (Karaman-Yavuz, 2016: 1-14). Ancak tarımsal üretimin mevsimsel değişikliklerden etkilenmesi gerekçesiyle ekonominin yalnız tarımsal üretime bağlı kalması sıkıntılı sonuçlar doğurmuştur (Yücel, 2018: 87). Nitekim DP döneminde 1954 yılına kadar mevsimlerin iyi gitmesi ile ticari anlamda büyük kazançlar elde edilmesine rağmen 1954’ten sonra iklimin kötü gitmesinden ve Kore Savaşı’nın bitmesinden dolayı Türk ekonomisi dış borçlanmaya gitme yolunu tercih etmek zorunda kalmıştır (Zürcher, 2011: 328).

Son olarak Savaşın demokrasi ittifakı lehine sonuç vermesi ve Türkiye’nin Batı Bloku lehine dış politika geliştirmesi üzerine demokratik anlamda da bir rahatlama olmuştur. 1 Haziran 1946’da “Matbuat Kanunu”nda yapılan değişiklikle basın hükümeti eleştirebilme imkânı elde etti (Kılıç, 2015: 35). Ayrıca çok partili hayata geçilmiş, İsmet İnönü, “Milli Şef”, “Değişmez Genel Başkan” gibi unvanları bırakmış ve sorunsuz bir biçimde iktidarı muhalefete devretmiştir (Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, 2014: 534-548).

Quo Vadis: Sovyet Tehdidi ve Türkiye’nin ABD Öncülüğündeki Bloka Yakınlaşması

İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği Türkiye’yi savaşa sokmak için elinden geleni yapmış ancak Türkiye, tutarlı bir politika ile tarafsızlık siyaseti izlemeyi başarmıştır. Türkiye, savaş dışında kalmasına rağmen savaş sonrası büyük bir yalnızlıkla baş başa kalmıştır. Türkiye bu yalnızlığı en çok Sovyetler Birliği ile yaşadığı sıkıntılarda hissetmiştir (Ertem, 2009: 377-397).

Sovyetler Birliği savaş sonrası Doğu Avrupa, Balkanlar ve Anadolu’da yayılmacı bir siyaset izlemiştir. Bu yayılmacı siyaset 1945 yılında resmiyete dökülmüştür. Sovyetler Birliği verdiği nota ile Boğazlarda üs ve Türkiye’nin doğu bölgelerinde toprak talep etmiştir (Ertem, 2009: 377-397).

Bu konuyla ilgili Moskova büyükelçisi Selim Sarper ile mevkidaşı Molotov arasında şu konuşmalar olmuştur:

“(…)

Molotov: Yeni bir ittifak anlaşması yapmadan evvel aramızdaki bütün pürüzlü sorunları çözmemiz gerekir. Birinci sorun, Türkiye’yle aramızda yaptığımız 1921 Anlaşması Sovyetleri zayıf oldukları bir zamanda yapılmış ve birtakım arazi değişiklikleri meydana getirmiştir. İlk önce bu durumu düzeltmemiz gerekir.

Sarper: Türkiye’nin doğu sınırlarında bazı değişiklikle yapılmasını mı kastetmek istiyorsunuz?

Molotov: Evet, haksızlıkların tamirini kastediyorum.

Sarper: 1921 Anlaşması Sovyetlere zorla kabul ettirilmiş bir antlaşma değildir. Tamiri gereken haksızlıklara gelince, bunları aramak için hiçbir olumlu sonuca varmadan memleketlerimiz arasındaki tarihi ilişkileri gerilere doğru araştırabiliriz. Kaldı ki 1921 Antlaşması ile meydana gelen durumu bir haksızlık değil, bir haksızlığın tamiri olarak görüyorum. Bu haksızlığı bizzat Lenin görmüş ve tamir etmiştir.

Molotov: Sovyetlerle Polonya arasında 1921 yılında imza edilmiş olan haksız bir antlaşmanın Polonya tarafından düzeltilmesi sonucu Polonya’yla Sovyetler Birliği arasında uzun vadeli bir dostluk kuruldu.

Sarper: İlk önce Türkiye’de hiçbir hükümet bunu kamuoyuna anlatamaz. Sonra ben şahsen bunu hiçbir Türk hükümetine iletemem, nihayet ben bu isteğinizi kendi kendime anlatamıyorum. (…) Bu isteğinizin gerçekleşmesi için hiçbir ihtimal yoktur. Bu itibarla (…) bu noktanın bir tarafa bırakılmasını rica ederim.

Molotov: (…) Şimdi bu konuyu geçelim. Biz bu savaşta (…) çok telefat ve zayiat verdik. En sıkışık zamanlarımızda Karadeniz’deki güvenliğimizle ilgilenmek zorunda kaldık. Bu kaygımızda yanılmış olabiliriz ve Türkiye’nin tavır ve hareketi sonuçta bu konuda bir güçlük yaratmadı. Fakat ne de olsa Boğazlar sorununda 200 milyonluk bir insan kitlesi Türkiye’nin iradesine bağlıdır. (…) Türkiye’nin iyi niyetinden eminiz. Fakat Boğazları savunma olanaklarından da emin olmamız gerekir.

Sarper: (…) Eğer Türkiye’nin savunma imkânsızlıklarından çıkarılan sonuç Boğazlarda Sovyetlere üs verilmesi sorunu ise hemen söyleyeyim ki (…) söz konusu olamaz.(…)

Molotov: (…) Barış zamanında Boğazlar ’da üs vermek istemiyorsunuz. Savaş zamanı için bunu düşünebilir misiniz?

Sarper: Ben böyle bir şey söylemedim…

(….)

Molotov: Montreux’nün değiştirilmesi için yapılacak görüşmeleri, ittifak antlaşması görüşmeleriyle yürütmemiz yararlı olur.

Sarper: (…) Bunu görüşmekte yarar görmüyorum. (…) Biz egemenlik haklarımızı kullanırken, ahdi vecibelerimiz müstesna, kimsenin müsaadesini almak zorunluluğu duymayız…” (Oran, 2011: 473)

iyaset Bilimci Cangül Örnek ise “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı” adlı kitabında Amerikan belgelerinde Sarper-Molotov görüşmesinin kötü geçmediği, Türklerin Amerikan yardımlarından faydalanabilmek için Sovyet tehdidini abarttığını iddia etmektedir (Örnek, 2015: 72).

Sovyetler Birliği topyekun bir savaşı kaldırabilir miydi?

CIA’nin Mart 2001’de “Princeton Belgeleri” adıyla açıkladığı 19.160 belgeden sonra bu soruya cevap verilebilir. Princeton Belgeleri içindeki bir uzman raporuna göre; geçmişte CIA’nin öngördüğü gibi büyük bir Sovyet askeri güçlenmesi mümkün değildi, çünkü Sovyet ekonomisi böyle bir silahlanma harcamasını kaldıramazdı. Ancak CIA yönetimi bu değerlendirmenin Ulusal İstihbarat Tahmini ile birlikte dağıtılmasını istemedi (Trento, 2005: 546; Karakuş, 2022: 1).

Elimizdeki resmi bilgilere göre ise Selim Sarper, Sovyetler Birliği’nin bu taleplerini Ankara’ya sormadan ret etmiştir (Ertem, 2009: 377-397)

Sovyetler Birliği, aynı zamanda savaş sonrası Yalta ve Postdam Konferanslarında da Türkiye’ye ilişkin Boğaz ve toprak istemlerini tekrarlamıştır. İngiltere ve ABD bu taleplere sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Barış Ertem konferanslarda geçen diyalogları şöyle ifade etmektedir:

“18 Temmuz gecesi yemekte Stalin Churchill’e, Türkiye-SSCB arasındaki bir ittifakın ancak aralarındaki anlaşmazlıkların çözülmesiyle mümkün olacağını, fakat Türkiye’nin Kars ve Ardahan’ı SSCB’ye geri vermeyi ve Montreux’yu tartışmayı reddettiğini söyledi. Daha sonra 23 Temmuz gecesi başka bir yemekte Stalin Churchill’e dönüp “Eğer Marmara’da bize tahkim edilmiş bir pozisyon vermeniz mümkün değilse o zaman Dedeağaç’ta bir üs alamaz mıyız?” diye sorarak Boğazların denetimi ile ilgili niyetini açıkça dile getirdi.” (Ertem, 2009: 377-397)

Sonuç olarak Potsdam’da büyük güçler anlaşamamıştır. Türkiye ise İngiltere ve ABD’nin desteğini alamayarak hayal kırıklığına uğramıştır (Ertem, 2009: 377-397). Ancak yukarıda da değinildiği üzere Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ve İran’da yayılmacı siyaseti ABD’nin tavrının değişmesine sebep olmuştur (Armaoğlu, 2017: 379-381). Aynı zamanda Yunanistan’da da komünistler ile kralcılar arasında bir iç savaş yaşanmaktaydı (Armaoğlu, 2017: 385-387). ABD’nin temel endişesi komünistlerin iktidara gelmesi idi. Bu sebeplerden dolayı ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı strateji değiştirmek durumunda kaldı.

Savaşı Kızıştıran Olaylar: Truman Doktrini ve Akabinde Marshall Yardımları

Doğu Avrupa ve Balkanlar’da yayılmacı siyaset izleyen Sovyetler Birliği, Yunanistan’daki iç savaş ve Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız tutum sergilemesinden dolayı yalnız kalmasından faydalanarak tarihi emellerini yani sıcak denizlere inmeyi hedeflemekteydi. İngiltere ise eski gücünde olmadığı için ABD’yi Sovyetler Birliği’ne karşı durması için teşvik etti. ABD, statükonun korunmasını ve Versay düzeninin tesis edilmesini istedi. Sovyetler Birliği buna karşı çıktı (Bülbül, 2006: 13).

Yunanistan’da Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın yardımıyla solcu Markos ayaklandı. İngiltere Dünya Savaşı boyunca sağcılara destek verdi. Ancak savaş sonrası daha fazla destek veremeyeceğini açıkladı. İngiltere’nin yapabileceği tek bir şey vardı: “ABD’yi sahaya sürmek” (Bülbül, 2006: 14). Nitekim bunu da başardılar.

Türkiye’de ise durum biraz farklı idi. Türkiye, savaşa girmemesine rağmen savaş sonrası yalnız kaldı. Sovyetler Birliği’nin açık tehdidi altında bir süre yaşadı. Türkiye’ye göre; Sovyetler Birliği’ni durdurabilecek tek ülke: “ABD” idi. ABD’nin Sovyetler Birliği’ni durdurabilmesi için Türkiye özel bir coğrafyada idi. ABD’nin Türkiye’ye yardım etmesinin en önemli sebebi de coğrafi konumuydu (Bülbül, 2006: 15).

Truman Doktrini, ABD Başkanı Harry Truman’ın 12 Mart 1947 tarihinde Kongre birleşik oturumunda yaptığı konuşma üzerine 300 milyon doları Yunanistan’a ve 100 milyon doları Türkiye’ye verilmek üzere ABD askeri yardım paketinin adıdır (Gözen, 2012: 387).

Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongreye sunduğu bildiride: “Birleşik Devletlerin, silahlı azınlıklar veya dış baskılarla karşılaşan özgür ulusları destekleme politikasına sahip olması gerektiğine inanıyorum” diyerek komünizmi durdurmak istediklerine dair bir program ileri sürdü. Ayrıca bildirisinde Türkiye ve Yunanistan’a destek vererek Ortadoğu’nun düzenini de korumak istediklerini bildirdi (Uçarol, 2010: 860)

Yardımın verilmesi sürecinde General Lunsford Türkiye’ye geldi ve araştırmalar yaparak yardımın mahiyetini Türk yetkililerle görüştü. 12 Temmuz 1947’de yapılan anlaşma ile yardım resmiyete döküldü. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin temellerini oluşturan bir metindi. Amerika Senatosunda “67-23” ve Meclis’te “287-107” çoğunlukla kabul edilen ve “Kamu Yasası 75” olarak bilinen Truman Doktrini yardımı dönemin ABD dış politikasının mahiyetini göstermesi bakımından da önemlidir (Gözen, 2012:387).

Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher bu süreci şöyle değerlendirmiştir:

“Kısa süre sonra, Haziran 1947’de, ekonomilerini onarmalarına yardım için Avrupa ülkelerine dev ölçekte mali destek öngören Marshall Planı açıklandı. Bu planın birbirini tamamlayan üç amacı bulunuyordu: Avrupalıların kendilerini toparlamalarına yardımcı olmak; Amerikan sanayisi için kârlı ihracat pazarlarını korumak ve beslemek; komünizme neden olan yoksulluğu ortadan kaldırmak.” (Zürcher, 2011: 308)

Truman Doktirinin ardından daha kapsamlı askeri önlemler geldi. Önce “çevreleme” sonra da “püskürtme” stratejisi. ABD, komünizmi Doğu Bloku’nun içinde tutmak istedi. San Fransisco Konferasına katılmış Prof. Dr. Ahmet Şükrü Esmer’e göre ABD Dışişleri Bakanı J. D. Dulles bir “paktlar delisi” idi. Onun döneminde yeni jeopolitik kuramlar ABD siyasetine girdi. “İç Hilal”, “Kuzey Kuşağı” ve “ABD Stratejik Hava Kuvvetleri” gibi kavramlar (Oran, 2011: 485).

NATO’nun kurulmasıyla ABD Kongresi “İhracatı Denetleme Yasası”nı kabul ederek Sosyalist Bloka ekonomik ambargo başlattı. ABD’nin Doğu Avrupa’ya 1948’de 400.000.000 milyon dolar olan ihracatı 1953’te 2.000.000 milyon dolara indi (Oran, 2011:485).

ABD’nin ekonomik anlamda asıl vurucu gücü ise Truman Doktrini çerçevesinde yürürlüğe giren Marshall Planı oldu. Askeri anlamda NATO ne kadar önemliyse Truman Doktrini ve Marshall Planı da ekonomik anlamda o derece önemlidir (Oran, 2011: 485).

ABD Dış İşleri Başkanı George C. Marshall, 5 Haziran 1947’de Harvard
Üniversitesi͛’nde verdiği aşağıdaki konuşmada Marshall Planını açıklamış oldu;

Harvard Üniversitesi, 5 Haziran 1947

“Sayın Başkan, Dr. Conant, kurul üyeleri, bayanlar ve baylar: Harvard yetkililerinin bu sabah şahsıma gösterdikleri büyük ayrıcalık ve komplimandan dolayı çok etkilendim ve müteşekkirim. Çok duygulandım ve doğruyu söylemek gerekirse, sizlerin cömertlik gösterip bana bahşettiği bu yüksek itibarı sürdürebileceğimden şüpheciyim. Bu tarihi ve güzel ortamda bu mükemmel günde bu harika toplulukla birlikte olmak, benim konumumdaki biri için gerçekten çok etkileyici. Ama daha ciddi konuşmak gerekirse, dünyanın içinde bulunduğu durumun ehemmiyetini belirtmeme gerek yok. Eminim bütün akıllı insanlar bunun farkındadır. Sorunun çok karmaşık olması zorluklardan biridir; basın ve radyo yoluyla halka ulaşan çok sayıda bilgi nedeniyle sokaktaki vatandaşın durumun net bir değerlendirmesini yapması çok zor. Ayrıca, bu ülke insanlarının yeryüzünün sorunlu yerlerinden uzakta olmaları nedeniyle yıllarca acı çekmiş halkların içinde bulundukları kötü durumu ve tepkilerini ve bu tepkilerin hükümetleri üzerindeki etkisi ile dünya barışını sağlama çabalarımız arasındaki ilişkiyi anlamaları çok zor. Avrupa'nın eski haline gelmesi için, can kaybı ve şehirlerin, fabrikaların, madenlerin, demir yollarının görünürdeki yıkıntıları doğru bir şekilde hesaplandı; ancak, geçtiğimiz aylar boyunca anladık ki, Avrupa ekonomisinin temelinin oynaması, görünürdeki ziyandan daha ciddiydi. Son 10 yıl boyunca koşullar son derece anormaldi.(…)

(…)Ama yine de geleceğin dünyası uygun bir kararın alınmasına bağlı. Bana göre, büyük ölçüde Amerikan halkının hangi etkenlerin geçerli olduğunu idrak etmesine bağlı. (halkın tepkisi nedir? Bu tepkilerin gerekçeleri neler? Ne gibi sıkıntılar yaşanıyor? Ne gerekli? En iyi ne yapılabilir? Ne yapılmalıdır?

Çok teşekkür ederim.”

(https://www.oecd.org/3general/themarshallplanspeechatharvarduniversity5june1947.htm)

George Marshall’ın temas ettiği üzere yardımlar bir plana göre yapılmalıydı. Konuşmanın sonucu olarak 16 Nisan 1948’de “Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı” kuruldu. Planın resmi adı ise “Avrupa Kalkınma Planı” oldu (Kılınçkaya, 2013: 131-146). ABD, piyasa ekonomisine bağlı demokrasiler oluşturabilmek için IMF’nin kurulmasına ve GATT gibi anlaşmalara öncülük etti (Güler, 2009: 91).

Marshall Planı çerçevesinde toplam 13 milyar dolarlık bir bütçe öngörüldü. Bu miktar günümüze göre 150 milyar dolardı. Bu bütçenin en büyük miktarı İngiltere ve Fransa’ya ayrıldı. Yardım programından Almanya, İtalya, Lüksemburg, Belçika, Hollanda, Avusturya, Danimarka, Norveç, Yunanistan, İsveç, İsviçre, Türkiye, İrlanda, Portekiz ve İzlanda yararlandı (Kılıçbeyli, 2012: 502).

Akademisyen Elif Hatun Kılıçbeyli Marshall Planı’nın önemini şöyle açıklamaktadır:

“Marshall Planı, sadece bir mali yardım planı olarak görülmemeli. Truman Doktirini’nin bir uzantısı olmasına rağmen diğer yandan 1944 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde düzenlenen Bretton Woods’taki uluslararası ticaret ve para politikaları toplantısından çıkan stratejinin de bir parçası olarak görülmelidir. Uluslararası ticaret sisteminde geçerli olacak ortak bir paranın ve bu paranın değeri altın fiyatına göre endekslenecekti. ABD, 13 milyar dolarlık, likit değeri yüksek bir değeri Avrupa’ya enjekte ederek, doları uluslararası para sisteminin aktörü hâline getirmiştir. 1920’lerdeki ekonomik buhranın yeniden olmaması içinde, ABD’deki fazla paranın buradan çıkarılması gerekiyordu.” ( Kılıçbeyli, 2012: 502)

Ülkemize yapılan Amerikan yardımları mahiyetleri itibariyle üçe ayrıldı. Doğrudan yardımlar hibe, ikraz ve şarta bağlı olarak üç şekilde verilmiş; dolaylı yardımlar ise yine hibe ve kredi esası üzerinden tiraj hakları, başlangıç kredisi ve hususi kaynak isimleri altında yapılmıştır (Akıl, 2020: 29).

Truman Doktrini çerçevesinde ABD’nin Türkiye’ye askeri yardım yapmasının iki amacı vardı: “Türk ordusunun gücünün arttırılması ve Türkiye’nin askeri giderinin azaltılarak ekonominin iyileştirilmesi” idi. ABD’ye göre; Türkiye savaş boyunca seferberlikte kaldığı için ordu bütçeye yük getiriyordu. Bu yükün azaltılması için yardım elzemdi. Truman Doktirini’nin sağladığı 100 milyon dolarlık askeri yardımın Kuvvet Komutanlıklarına dağılımı şöyledir: “Kara Kuvvetlerine 48,5 milyon dolar, Hava Kuvvetlerine 26.75 milyon dolar, Deniz Kuvvetlerine 14,75 milyon dolar, mühimmat takviyesine 5 milyon dolar ve yolların inşasına 5 milyon dolar ayrılmıştır.” (Kostak, 2022: 9-23) Türk tarafı ise 300 milyon dolarlık bir yardım bekliyordu (Kostak, 2022:9-23).

Son kertede Amerikan yardımları Avrupa’da olumlu etki göstermiştir. Planın ilk üç yılında Avrupa’daki sanayi üretimi 25, tarımsal üretim 14 büyüme göstermiştir. Avrupa ekonomisi ise 1948-1952 arasında 35 büyüme gösterdi. Komünist blok ise etkili propaganda ve stratejik hatalardan dolayı Avrupa’da etkisini kaybetmiştir. Marshall Planı genişletilerek sürdürülmek istense de Kore Savaşı’nın başlaması ve bu savaşın ABD ekonomisine verdiği zarardan dolayı sürdürülememiştir (Kılıçbeyli, 2012: 502).

Dışarıya Açılma Yılları: Dış Yardımların Olumlu-Olumsuz Etkileri

Yirminci Yüzyıl Vakfı, Türkiye ekonomisini incelemesi için Thornburg’u davetli olarak görevlendirdi. Thornburg, Türkiye’ye gelerek saha araştırması yaptı ve bir rapor hazırladı. Raporda sert eleştiriler vardır. Rapora göre; Türkiye’de serbest teşebbüsün önemsenmediği, yetişmiş insanın az olduğu, ekonominin devlet kontrolünde olduğu yazılıdır. Ekonomik kalkınma için ağır sanayi yerine bayındırlık işlerine ağırlık verilmelidir. Thornburg, Türkiye’nin sanayide montaj işleri ile meşgul olmasını yeterli bulmaktadır. Ayrıca Atatürk döneminde yapılan ulusal kalkınma hamlelerini de halktan kopuk bulmaktadır. Ona göre; devletçilik denemesinin en büyük ihmali de tarım olmuştur dolayısıyla yeni hükümet tarıma çok önem vermelidir (Kopar, 2018: 306-314).

Thornburg’un ilginç istekleri de vardı. Örneğin; Karabük Demir-Çelik Fabrikasının tasfiye edilmesini istemesi gibi. Türkiye 125 lokomotif imal edebilecek bir fabrika kurmak istedi ve Amerikan İthalât ve İhracat Bankası’ndan 14 milyon dolar kredi talep etti. Thornburg, projeyi veto etmiştir. Türkiye’nin makine ve motor imalı projesi de reddedilmiştir. Dönemin Amerikancı havanın etkisiyle Thornburg hakkında Vatan gazetesi “Büyük Türk Dostu” diye söz etmektedir (Avcıoğlu, 2001: 558-559).

ABD’li yetkililer Türkiye’ye yardım yapmak için Thornburg ve Baker gibi analizcilerin hazırladıkları raporlara göre şartlı yardım yapmayı kabul etti. Nitekim Türkiye Devleti’de ABD’nin yardımlarından faydalanabilmek için bu şartları kabul etti. Bu uygulama bağımsız bir devletin iç siyasetine karışmak demekti. Marshall yardımlarından en çok yararlanan Batılı ülkeler oldu ve kendilerini kısa sürede toparlayabildiler. Çünkü sağlam bir sanayi gelenekleri ve nitelikli insan gücü bulunduruyorlardı (Oran, 2011: 486). Türkiye ise yeni kurulmuş bir ülke olarak bu imkânlardan mahrumdu.

Türkiye, şartlı kabul ettiği bu yardımlardan faydalanmaya başladıktan sonra 1930’dan beri her yıl sürekli fazla veren dış ticaret bilançosu, ilk kez 1947’de 21,3 milyon dolar açık verdi ve bu açık her yıl sürekli olarak arttı. 1960 yılında bu açık 147,4 milyon dolar oldu. DT/ (Dış Ticaret)/ GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) oranı 1952’ye kadar arttı ve yüksekliğini 1954’e kadar korudu. 1954’ten sonra ise sürekli düşmeye başladı (Oran, 2011: 487).

Bütün bunların nedeni Türkiye’nin savaş sonunda hesapsız dışa açılmasından kaynaklandı. Marshall Planının temel hedefi Türkiye’yi dünya pazarına açmak ve Avrupa’nın gıda ve hammadde sağlayıcısı haline getirmekti (Oran, 2011: 487). Ekonomi, liberalleştikçe dış ülkelere daha bağımlı hâle geldi denilebilir (Oran: 2011: 489). Nitekim 1958 yılında Türkiye ekonomisi bu durumu kaldıramaz hâle geldi. 1950-1954 arasında bolca para basılması, CHP’nin savaşta biriktirdiği döviz rezervlerinin erimesi, ithalatta serbestleşmenin yıkıcı etkileri ve mevsimlerin kötü gitmesi sonucu tarımın gerilemesi ile ekonomi çıkmaza girdi. IMF ile ilişkiler kötüye gitti. Devalüasyon önerildi ama seçim zamanı olduğu için Menderes kabul etmedi. Seçimlerden sonra kalındığı yerden devam edildi. Türkiye, 1957’de o zamanın deyişiyle “nal çivisi bile ithal edemeyecek” duruma düştü (Oran, 2011: 490).

Giriş bölümünde de değindiğim üzere Türkiye’nin Batı ittifakına yakınlaşması demokrasi adına bazı olumlu gelişmelerin yaşanmasına vesile olmuştur. Örneğin; Matbuat Kanununda bazı demokratik hamleler, İsmet İnönü’nün “Milli Şef” ve “Değişmez Genel Başkanlık” unvanlarını bırakarak demokratik yollardan iktidarı Demokrat Parti’ye devretmesi gibi. Ancak “diğerleri” denilebilecek kesimde bu durum tersi idi. Bu dönem Türkiye’nin McCarthciliği denilecek bir süreçti. Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav’ın üniversiteden atılması ve ABD hegemonyasına karşı çıkan Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı “Hür ve Zincirli Hürriyet’e” yönelik baskı ve saldırılar, “Marko Paşa” dergisinin başına gelenler bu duruma örnek verilebilir (Örnek, 2015: 80-81). Sabiha ve Zekeriya Serteller dönemin Amerikancı havasının hışmına uğrayanlardandı. Ancak Sabiha ve Zekeriya Sertel onlara düşman olanların düşündüğü gibi Marksist-Leninist bir düşünce dünyasını temsil etmiyorlardı. Onlara göre; sosyalizmden ziyade yarım kalan burjuva demokratik devrimi tamamlanmalıydı (Örnek, 2015: 86-87).

Amerikan yardımlarının en çok kullanıldığı sektör tarım idi. Yardımlar sayesinde tarımda makineleşme, ucuz ve güvenilir kredi sağlama, suni gübre kullanımı ve verimlilik artmıştır (Işıldak, 2020: 70). Yardımların Türkiye’ye ulaşması ile birlikte Tarım Bakanlığı vasıtasıyla Toprak Mahsulleri Ofisi ve Türkiye Zirai Donatım Kurumu’na kaynak aktarılmıştır (Işıldak, 2020: 71).

Işıldak ise tarım sektöründe yardımların hangi alanlarda kullanıldığına dair şu bilgileri vermektedir:

“1948-49 döneminden 1957-58 dönemine kadar Tarım Bakanlığı’na ayrılan ödenek toplamda 92.731.000 dolardır. Tarım Bakanlığı’na ayrılan ödeneğin büyük çoğunluğu, doğrudan yardımlara ayrılmıştır. Bu ödeneğin 90.320.000 doları, ABD’den tarım makinesi ithal etmek için kullanılmıştır. Dolaylı yardımlardan olan tiraj hakları kapsamında 1948-49 döneminde tarıma ayrılan ödenek 1.411.000 dolar ile Avrupa devletlerinden traktör ve yedek parçaları, çeşitli tarım aletleri ithal edilmiştir. Dolaylı yardımlardan olan hususi kaynaklara 1952-53 döneminde 1.000.000 dolar kaynak ayrılmıştır. Bununla, başta suni gübre olmak üzere traktör ve çeşitli malzemeler ithal edilmiştir.” (Işıldak, 2020: 71)

Karaman ve Yavuz ise Marshall Planı sonrası dönemde verimliliği şöyle açıklamaktadır:

“Tarla bitkileri üretim alanı, sabit temel yıl alınan 1948 yılına göre; sanayi bitkilerinde 99, hububatlarda 23 ve baklagillerde 1’lik artış göstermiştir. Başlıca tarla bitkilerinin ekiliş alanının değişim oranı ise pamukta 1.26 kat, pirinçte 92 ve patateste 55 olarak seyretmiştir. Tarla bitkileri üretim miktarında Marshall Planı sonrasında oluşan değişim, ürün bazında değerlendirildiğinde ise en fazla artış pamuk üretiminde gerçekleşmiştir. Marshall Planı’nın başlangıç yılına göre pamuk üretimi 1.93 kat artmıştır. Diğer ürünlerden, fiğ üretim miktarı 96, patates üretim miktarı 90, mercimek üretim miktarı 75, pancar üretim miktarı 51, buğday üretim miktarı 34 ve mısır üretim miktarı 19 oranında artmıştır.”

(Karaman-Yavuz, 2016: 1-14)

Ancak Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazıda, Türkiye’nin Marshall yardımları çerçevesinde ilk aşamada yardım karşılığında ziraat ve maden teçhizatı ithalinin gerekli olacağını yazmıştı (Cumhuriyet, 1948: 2). Bu tespit 1948 yılı için doğru olmakla birlikte ithal edilecek mal ihtiyacı zamanla artmıştır (Ertem, 2009: 377-397). Bu durumun Türkiye Devleti’nin dış ticaret dengesini ileride bozduğu görülmüştür.

Sonuç

ABD, savaş sonrası yoğun olarak pompalanan Sovyet tehdidinden dolayı jeo-politik ve jeo-stratejik açıdan önemli bir konumda olan Türkiye’yi Batı ittifakında görmek istemiştir. ABD, Sovyetler Birliği ile etkin bir mücadele yürütmek için Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Türkiye ise Dünya Savaşı’nda yürüttüğü tarafsızlık politikasından dolayı “Büyük Güçler” tarafından ilk aşamada yalnızlığa itilmişti. Ancak Sovyetler Birliği’nin yayılmacı siyasetinden sonra başta ABD ve İngiltere tehlikeyi erken fark etmiş ve önleyici strateji izlemek için Türkiye’yi ittifaka dâhil etmiştir. ABD’nin Sovyet tehdidini erken fark etmesinde Churchill’in önsezileri etkili olmuştur. Savaş sonrası Dünya liderliğini ABD’ye bırakan İngiltere, Türkiye’nin uluslararası pazara entegrasyonunda öncü ülkelerden birisi olmuştur. ABD, ilk olarak Sovyetler Birliği’nin uydusu olma tehdidi ile karşı karşıya bulunan Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım paketini açıkladı. Akabinde ise Marshall Planı çerçevesinde Avrupalı ülkelere komünizm tehdidini önlemek ve Avrupa’nın inşasına yardımcı olmak için ekonomik yardımlar yaptı.

ABD, Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımlar yaparken Thornburg ve Baker raporları hazırlattı. Raporlar doğrultusunda yardım yapmayı şart koştu. Türk idareciler dönemin iktisadi ve askeri yetersizliklerin de etkisiyle yardımları alabilmek için ABD’nin şartlarını kabul etti. Bu şartların Türkiye’nin bağımsızlığına olumsuz etki edecek maddeler vardı. Örneğin; Thornburg raporuna göre; Karabük Demir-Çelik fabrikasının kapatılması siyasi ve iktisaden kabul edilmeliydi. Thornburg, Atatürk döneminde yapılan ağır sanayi hamlelerini halktan kopuk ve halka yansımayan politikalar olarak değerlendiriyor. Oysa Karabük ve Kırıkkale’de açılan ağır sanayiye yönelik fabrikalar yöre halkının istihdamının sağlanmasında etkin bir faktördü.

Türkiye’nin siyasi olarak yönünü Batı’ya dönmesinin ardında yatan en önemli sebeplerden birisi de “Sovyet Tehdidi” idi. Sovyetler Birliği’nin yayılmacı siyaseti Türk yöneticileri farklı arayışlara yöneltti. Dünya Savaşı’nda seferberlik hâlinde 1 milyonluk orduyu beslemek zorunda kalan Türkiye Devleti, Sovyet tehdidi ile birlikte ABD’den askeri yardım talep etmek zorunda kaldı. Türkiye Devleti’nin amacı bütçedeki askeri maliyetleri azaltarak bütçedeki artı-değeri ekonominin çeşitli sektörlerinde kullanabilmekti. Ancak ABD, Türkiye’nin talep ettiği miktarı hiçbir zaman vermedi.

Türkiye Devleti’nin Amerikan yardımlarından yararlanmasının iki farklı faydası vardı denilebilir. Birincisi: “Tek yönlü Demokratikleşme”, İkincisi ise: “Tarım sektöründeki canlanma”. Birincisinde tek yönlü demokratikleşme dememin sebebi, özellikle tek tip düşünceye sahip kişiler arasında demokratik kurumsallaşma sağlanırken, dönemin anti-komünist havasından dolayı solcu aydınlara yönelik sistematik baskı ve yıldırma politikasının olmasıdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi çok partili hayata geçiş Türkiye Devleti’nin yönünü Batı Blokuna dönmesiyle gerçekleşmiştir. Bu olumlu gelişmeler Türkiye Devleti’nin demokrasiyi içselleştirmesinde önemli bir merhaledir. İkinci olarak ABD yardımlarının Türkiye’de tarımsal verimin ve makineleşmenin artmasında önemli bir etken olmuştur. Tarımda daha önce uygulanmayan modern teknik uygulanmaya başlanmış ve Gayri Safi Milli Hasıla’da 1952’ye kadar artış yaşanmıştır.

Kaynakça

*Bu yazı daha önce 10. Uluslararası Başkent Sosyal ve Beşeri Bilimler Kongresi’nde sempozyum bildirisi olarak yayımlandı. Aydınlık gazetesinde yayımlanması için gerekli izinler alındı.

Kitap

Akgül, S. (2011). Marshall planı ve Türkiye’de uygulanışı (1947-1960). Ankara.

Armaoğlu, F. (2017). 20. yüzyıl siyasi tarihi (1917-1995). Timaş Yayınları.

Avcıoğlu, D. (2001). Türkiye’nin düzeni, Tekin Yayınevi.

Oran, B. (2011). Türk dış politikası (1919-1980). İletişim Yayınları.

Örnek, C. (2015). Türkiye’nin soğuk savaş düşünce hayatı. Can İnceleme.

Trento, J. J. (2005). CIA’nin gizli tarihi. Pegasus Yayınları.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II. (2014). Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Uçarol, R. (2010). Siyasi tarih (1789-2010). Der Yayınları.

Zürcher, E. J. (2011). Modernleşen Türkiye’nin tarihi. İletişim Yayınları.

Makale

Erhan, Ç. (1996). Ortaya çıkışı ve uygulanışıyla Marshall planı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 51 (1), 275-287.

Ertem, B. (2009). Türkiye-ABD ilişkilerinde Truman doktrini ve Marshall yardımı. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12 (21), 377-397.

Karaman, S.-Yavuz, C. F. (2016). Marshall planı Türkiye tarımının gelişmesinde nasıl bir rol oynamıştır?. Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 35 (1), 1-14.

Kılınçkaya, D. (2013). Marshall planı ve milli prodüktivite merkezinin kuruluşu. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 18, 131-146.

Kopar, M. (2018). ABD’nin Türkiye üzerindeki projeksiyonu: Thornburg raporu (1949-1950).Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11(61), 306-314.

Kostak, E. (2022). İkinci dünya savaşı’nın ardından ABD’nin Türkiye’ye yönelik başlattığı askeri yardımlara Truman doktrini ve Marshall planı’nın etkisi. Atatürk Dergisi, 11(1), 9-23.

Kitap Bölümü

Gözen, R. (2012). Truman doktrini. Türk Dış Politikası (1919-2012). Barış Platin Kitap.

Kılıçbeyli, E. H. (2012). Marshall planı. Türk Dış Politikası (1919-2012). Barış Platin Kitap.

Gazete

Cumhuriyet. 30.08.1948: 2.

Tezler

Akıl, B. (2020). Truman doktrini ve Marshall planın Türk basınındaki yansımaları. Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep.

Bülbül, B. (2006). Marshall planı ve Türkiye’de uygulanışı (1948-1957). Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır.

Güler, Y. (2009). Marshall planı ve Türkiye’de Marshall planın uygulanışı. Doktora Tezi, Ankara.

Işıldak, S. (2020). Marshall yardımları ve Türkiye’de tarım (1948-1960). Doktora Tezi, Niğde.

Kılıç, R. (2015). Truman doktrini ve Marshall planı’nın Türk basınına yansımaları (1947-1951). Yüksek Lisans Tezi, Erzurum.

Yücel, İ. (2018). Marshall planı ve Türkiye’ye etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

İnternet Kaynakları

https://www.oecd.org/general/themarshallplanspeechatharvarduniversity5june1947.htm

Karakuş, G. (2022). NATO hakkında bilinmeyen gerçek: Türkiye’yi korumayacaktı. Odatv, 1-2.

Kaynak: Editör:
Etiketler: Marshall, Yardımları’nın, Türkiye’nin, Kalkınmasındaki, Etkileri,
Yorumlar
Haber Yazılımı