Nükleer savaşa doğru
DIMITRIS KONSTANTAKOPOULOS / GAZETECİ - JEOPOLITIK UZMANI
Son günlerde yaşanan ve sonuncusu Biden'ın Rusya'ya yönelik saldırılarda ABD silahlarının kullanılmasına izin verme kararı olan şiddetli olaylar zinciri, en kötü korkularımızı doğrulamaya başladı. Columbia Üniversitesi'nden Profesör Jeffrey Sachs'ın kısa bir süre önce verdiği bir röportajda söylediği gibi, insan türü nükleer yok oluşa tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yakın.
Dımıtrıs Konstantakopoulos
Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım girişimi, Vietnam Savaşı'ndan bu yana ilk kez, diasporadaki birçok Yahudi'nin de katılımıyla çok önemli bir küresel protesto hareketini tetikledi. Çok önemli bir protesto çünkü Filistin'de karar verilen sadece Filistinlilerin kaderi değil. İnsan uygarlığının kaderi, hepimizin kaderi söz konusu. Televizyonlarımızda küçük bir kısmını gördüğümüz Filistin'de olup bitenleri kabul etmek, insan ilişkilerinde yaban ortamına, bireylere, halklara, uluslara ve devletlere merhamet göstermeyen bir güçlüler hukukuna geri dönüş anlamına gelecektir.
İsrail'in işlediği suçların aciliyeti, içinde yaşadığımız giderek totaliterleşen dünyanın medyasını bir kez daha dolduran İsrail yanlısı propagandaya mahal bırakmıyor. Ancak burada durum böyle değil. Batı ve dünya kamuoyunun büyük çoğunluğu Filistin'de yaşananların önemini kavramış olsa da, NATO'nun maceracı politikasının bizi hızla Avrupa ve küresel bir nükleer felakete doğru sürüklediğini kavrayamadı ve insanlığın tüm tarihi boyunca karşılaştığı, hayatta kalmasına yönelik en büyük tehdit karşısında olması gerektiği gibi harekete geçmedi. Pek çok kişi Ukrayna ile Rusya arasında bir savaş olduğuna inanıyor, oysa aslında Rusya'ya karşı böyle bir çatışmanın doğasında var olan tüm tehlikelerle birlikte bir NATO savaşına tanık oluyoruz.
Biz hala nükleer savaşın imkânsız olduğunu düşünüyoruz ve imkânsız olduğunu düşünerek bunu mümkün ve hatta daha muhtemel hale getiriyoruz.
Batı'nın Ukrayna'daki mevcut savaşı nasıl kışkırttığına ve Kiev'deki Zelenskiy rejimini araç olarak kullanarak nasıl yürüttüğüne dair görüşlerimizi defalarca yazdık. Ancak bu analize tamamen katılmasanız bile, Ukrayna'nın kendini savunma hakkı ve Rusya'ya karşı Batı'nın argümanlarına katılsanız bile, Ukrayna'yı (sözde) savunmak ve “kötü Rusya” ile savaşmak için gezegeni (Ukraynalıların kendileri de dahil olmak üzere) havaya uçurmanın makul olmadığını kabul edeceğinizi düşünüyorum!
Ancak kolektif Batının içindeki savaş partisi tarafından palazlandırılan politikalarının bizi getirdiği yer tam da burası. Öyle görünüyor ki, artık durumdan hiç mesul olmayan ve farkında olmadan insanlığı mahvoluşuna doğru sürükleyen Başkan Biden ve Alman Şansölyesi Scholz'un bu süreçte dile getirdikleri tüm itirazlar da tamamen tersine dönmüş durumda.
Slovakya Başbakanı Fico'ya yönelik suikast girişimi, kolektif Batı'nın hiçbir devletinde bir iktidarın farklı düşünmesine artık müsamaha tanınmayacağını göstermiştir. Dünyadaki gerçek güç olan büyük finans kapital, Rusya'ya karşı savaşta zaferden daha azına tamah etmeyecek gibi görünüyor. Bu durumu fark eden Trump, destekçilerine Ukrayna ya da Tayvan'ın işgali halinde Moskova ve Pekin'i bombalayacağına dair daha önce yaptığı açıklamayı tekrarladı.
BÜYÜK NÜKLEER PROVOKASYONUkrayna, yani NATO, kıtalararası balistik füzeler de dahil olmak üzere nükleer bir saldırı için erken uyarı veren iki Rus radarını vurdu. Radarlara yapılan saldırının Ukrayna'daki savaşla hiçbir ilgisi yoktur ve nesnel olarak, niyetlerden bağımsız olarak, Rusya'ya olası bir nükleer saldırıyı ve olası bir ilk sürpriz saldırıyı kolaylaştırmak içindir. Yani Moskova'ya karşı bir nükleer saldırı hazırlığının ilk adımı olarak düşünülebilir ve gerçekten de öyledir. Bu durum belirsizliği önemli ölçüde arttırmakta ve dolayısıyla Avrupa ya da küresel bir nükleer savaş olasılığını güçlendirmektedir.
On yıllardır silah kontrolünün tüm amacı her iki düşmana da sürpriz bir saldırıya uğramayacakları konusunda güvence vermek olmuştur. Çünkü sürpriz bir saldırı olasılığıyla karşı karşıya kaldığınızda, rakibiniz nükleer kapasitenizi sakatlamadan önce ilk saldırıyı yapmayı kollarsınız.
Bu ilke, sonunda ikna olan Sovyetlerin ilk itirazlarına rağmen bizzat Amerikalılar tarafından silahların kontrolü felsefesinin merkezine yerleştirilmiş ve 1972 ABM Antlaşmasına yansıtılmıştır. Mantık şudur: Her iki taraf da yıkıcı bir misilleme darbesi alacaklarını bilirlerse, sürpriz bir ilk saldırıya girişmeyeceklerdir.
En iyi ihtimalle, ki bu hiç de iyi değildir, Amerikalılar ve müttefiklerinin çaresizlik ve tutarsızlık içinde, geçmişte hem ABD hem de SSCB tarafından kabul edilen ve Soğuk Savaş'a rağmen nükleer güçler arasında barışın korunmasını, yani insanlığın hayatta kalmasını sağlayan en temel nükleer istikrar ilkelerini ihlal ettikleri büyük bir maceracılığa girişecekler
“Orta” durum senaryosunda Amerikalılar, Rusya'yı genel bir nükleer savaşla tehdit ederek Rusya'nın taktik nükleer silahları kullanmasını engellemeye ya da ilk olarak kullanması için kışkırtmaya ve Hiroşima ve Nagazaki'den sonra bu tür silahların ilk kez kullanılmasının siyasi sorumluluğunu onlara yükleyerek bu tür silahları kullanma seçeneğini kendilerine de tanımaya çalışacaktır.
Her halükarda, “stratejik istikrar” kavramını terk ettik ve “Deli Adam Stratejisi” ne (tavuk oyunu) ve her iki tarafı da geri çekilemeyecekleri bir duruma hapsederek çatışmayı kaçınılmaz kılan bir yola sürüklendik.
Ancak elbette bir de en kötü senaryo var ve Rus ordusunun ve onların konumunda olan herhangi birinin bunu düşünmemesi imkansız: Ukrayna'da tam bir zaferin ötesinde hiçbir şeyi kabul etmek istemeyen Amerikalıların nükleer bir savaş başlatmaya hazır olması.
Bazı insansız hava araçları ya da füzeler ABD erken uyarı radarına çarpsaydı Washington ne düşünürdü? Benzer bir durumda Londra ve Paris ne düşünürdü?
NATO'NUN KENDİSİ NE DİYOR?Ancak Batılıların ne yaptığına dair kendi analizlerimizi şimdilik bir kenara bırakalım ve onların ne söylediklerine bakalım.
Geçtiğimiz Pazartesi günü, Rus radarlarına gerçekleştirilen saldırılarından birkaç gün sonra, Atlantik İttifakı Sofya zirvesinde “Rusya'nın Ukrayna'da stratejik bir yenilgiye uğrayabileceği ve uğraması gerektiği” ve “Ukrayna'ya ihtiyacı olan her şeyi olabildiğince çabuk ve kazanmak için ihtiyaç duyduğu süre boyunca sağlamak için açıkça formüle edilmiş bir strateji” olması gerektiği görüşünü benimsedi.
Rusya'nın “stratejik yenilgisi”, Rus güçlerinin etnik Rusların ezici çoğunlukta yaşadığı Kırım ve Donbass bölgelerinden çıkarılması, Rusya'nın silahsızlandırılmasına yönelik tedbirler, Putin rejiminin devrilmesi, Rusya Devlet Başkanının Saddam Hüseyin gibi yargılanması ve mahkum edilmesi ve Boris Yeltsin döneminde var olandan çok daha fazla Washington'a ve “kolektif Batı”ya boyun eğen bir rejimin dayatılması anlamına geliyor.
Ancak bu tür hedeflere nükleer silahların yoğun kullanımı olmaksızın ulaşmak neredeyse imkansız. Ukrayna'daki çatışma deneyiminin şimdiye kadar gösterdiği gibi, konvansiyonel yollarla ulaşmak da pek olası değil. Ancak bu olası olmayan senaryo gerçekleşse bile, konvansiyonel silahlarla yenilgiye uğrayan Rusya'nın elindeki tüm araçları kullanmadan teslim olması daha da olasılık dışıdır.
Eğer Batı'daki güçlü merkezler Rusya'yı yenmek için son çare olarak bir nükleer savaşı kışkırtmak istiyorlarsa ya da böyle bir savaş riskine göz yumabiliyorlarsa, o zaman Moskova'yı taktik nükleer silahları ilk kez kullanmaya zorlamaya çalışacaklar, böylece büyük siyasi maliyet Rusya'ya kalacak ve kendilerini herhangi bir kısıtlamadan “kurtaracaklardır”.
Genellikle başkalarının söylemek istemediklerini söylemeye alışkın olan Polonya Dışişleri Bakanı Sikorski, geçtiğimiz günlerde Amerikalıların Rusları, tek bir taktik nükleer silah bile kullanmaları halinde, kayıplar olmasa bile, Ukrayna'daki tüm Rus mevzilerini mevcut tüm konvansiyonel araçlarla yok edecekleri konusunda uyardığını söyledi. Elbette böyle bir şeyin bir dünya savaşına yol açmadan gerçekleşebileceğine ve nükleer silahlar kullanılmadan böyle bir savaşın mümkün olduğuna inanmak için tam bir aptal olmak gerekir. Sikorsky ya tam bir aptaldır ya da Rusya'yı başka türlü yenmek imkansızsa küresel nükleer savaşa gireceğimizi açıkça söyleyemez.
Nükleer bir çatışmanın kontrollü, tek bir silah kategorisi ve tek bir coğrafi alanla sınırlı kalacağını ummanın hayalperestlik olduğunu unutmayın. Nükleer savaş ve insanlığın yok olması korkusu Hiroşima ve Nagazaki'den bu yana ilk nükleer silah kullanımını durdurmaya yetmiyorsa, ilk büyük ahlaki ve siyasi engel aşıldıktan sonra herhangi bir şeyin daha fazla çatışmayı durdurması pek olası değildir.
Bazıları tüm bunların blöf olduğunu ve iki tarafın da tehdit ettiği yere varamayacağını söyleyebilir. Bu görüşün kötü yanı, doğru olup olmadığını anlamanın tek yolunun insan türünün varlığı üzerine zar atmak olmasıdır. Ne de olsa blöflerin kendi dinamikleri vardır. Bir kez ortaya atıldıklarında, onları yapanları da bağlarlar.