II. Dünya Savaşı’nda Türkler
Haber
29 Mayıs 2025 - Perşembe 16:40 Bu haber 207 kez okundu
 
II. Dünya Savaşı’nda Türkler
Almanların Sovyetler Birliği’ne saldırısı sonrası ele geçirilen savaş esirleri, Kızıl Ordu’ya karşı savaştırılmak için kullanıldı. Kızıl Ordu’da da milyonlarca Türk, Nazilere karşı savaştı. Türkiye ise, tüm girişimlere rağmen savaşın dışında kalmayı başardı
Dünya Haberi
II. Dünya Savaşı’nda Türkler

YÜCE KATIRCIOĞLU

Evet; İkinci dünya savaşı’nda, disiplini ve savaş yetenekleriyle askeri tarihte efsaneleşen/efsaneleştirilen Hitler’in Alman ordusunda da, Stalin’in Sovyet ordusunda da Türk savaşçılar vardı!

Türklerin beşiği/anayurdu olan Türkistan, jeostratejik ve coğrafi konumu, doğal kaynakları ve halkının özellikleri nedeniyle, tarih boyunca önemli olmuştu.

İkinci Dünya Savaşı’nda da hem coğrafi konumu hem de halkının özellikleri nedeniyle çok önemli olan Türkistan bugün de çok önemlidir!

Türkistan, kültür ve maneviyat konusunda da tüm İslam dünyası için de her zaman her dönemde önemli olmuştu. Komünist Sovyet yönetimi de Türkistan’ı stratejik bakımdan, özellikle de güvenlik bakımından çok önemli bir bölge olarak değerlendirmişti! Sovyetlerin uyguladığı beşer yıllık ilk iki kalkınma planının temel hedefi, batıdan Almanların, doğudan da Japonların muhtemel bir saldırısında, onların erişemeyeceği bir bölge olarak Ural dağlarının doğusunda büyük sanayi merkezleri kurmaktı. Bu program, oluşan çok ağır ve zorlu sonuçlara rağmen tamamlandı ve 1935’ten itibaren çok önemli faydalar sağlamaya başladı. Stalin’in ileri görüşlülüğünün eseri olan bu proje sayesinde, Sovyetler birliği II. Dünya Savaşı’nda büyük Alman saldırısı karşısında direnip ayakta kalmayı başarabilmişti!

BARBAROSSA HAREKATI

 

22 Haziran 1941’de Sovyetlere karşı büyük Alman saldırısı başladığında, Türkistan Türkleri Sovyet ordusunda ve en ileri saflarda görev yapmaktaydı! Askeri tarihlerde “Barbarossa Harekâtı” ismiyle yer alan bu devasa saldırı, tarihin en kanlı savaşıdır.

Savaşın başında, gelişmiş motorize birliklerinin yanı sıra üstün hava kuvvetlerine de sahip olan ve “Blitzkrieg/Yıldırım Harekâtı” uygulayan Almanların, ağır hava bombardımanının ardından Kızılordu cephesinin gerisine indirme yapması, ön cephelerde yer alan Sovyet askerlerinin komuta merkezleriyle irtibatlarının kesilmesine neden oldu. Bunun sonucunda “yüz binlerce” Kızıl Ordu askeri Almanlara teslim olmak zorunda kaldı. Teslim olanlardan başka, çok sayıda Sovyet askeri de Kızıl Ordu’dan kaçma eğilimindeydi. Kaçma eğilimi büyük ölçüde yaşla ilgiliydi, küçük yaşlı askerlerin kaçma eğilimi daha fazlaydı. Batı cephesinde Almanlara karşı savaşan Sovyet ordusunda bulunan çok sayıdaki Türkistanlıların da kaçma eğilimi çok yüksekti. Sovyet ordusunda Rus subayları tarafından aşırı derecede horlanan ve “zavallı askerler” olarak nitelenen Türkistanlılar, diğer etnik topluluklara göre daha kötü şartlarda bulunuyorlardı!

Sovyet toplumunda savaşa bakış açısından iki aşırı grup vardı: 1941’de Barbarossa Harekâtı ile başlayan çetin savaşın içinde olan ve kararlılıkla savaşanlar ve ilk fırsatta “gönüllü olarak” düşmana teslim olanlar! Sovyet toplumunun çoğunluğu bu iki uç arasında, kendilerince uygun gördükleri bir yerde/bir durumda yaşıyordu. Bunların birçoğu, eski bir Sovyet vatandaşının savaştan sonra özetlediği gibi, hem Almanların, hem Sovyetlerin “kötü şeyler” yaptığının farkındaydı ve “kendi başlarına olmayı” hissetmiş/tercih etmişlerdi.

Kızıl Ordu askerleri tarafından Alman savaş esirlerinin öldürüldüğü ilk vakalar 1941 Haziran ayının sonunda öğrenildiğinde bölgedeki savaş çok hızlanmış, çok sertleşmişti. Kesin sonuçları bilinmemekle beraber bu vakalar bu suçlar 1942’deki taarruz döneminde de tekrarlanmıştı. Sovyet askerlerince işlenen savaş suçları, Alman devletinin/Alman savaşının ideolojik yapısından nefret etmeleri nedeniyle çok daha acımasız hale gelmişti!

SAVAŞ ESİRLERİNDEN YARARLANMA TAKTİĞİ

Almanya’ya hâkim olan ırkçı Nazi yönetimi de Nazi ideologları da Sovyetler Birliği nüfusunu oluşturan Slavlara da Slav olmayan ve kendilerince Aryan da olmayan diğer halklara da aşağılayıcı bakış açılarını hiç gizlemediler. Naziler, Sovyetler Birliğinde yaşayan ve Slav olmayan milletler arasında, Almanya’nın Avrupa’da ve dünyada yükselmekte olan baskın rolüne özenen ve Alman ordularına katılmaya hazır çok sayıda topluluk olduğunu savaş öncesinde de biliyorlardı ve çıkması kesinleşen büyük savaşta bunları kullanmayı planlıyorlardı!

Almanya’nın eski Moskova Büyükelçisi Kont von der Schulenburg ve Dışişleri Bakanlığı’nın Rusya politikası danışmanı diplomat Gustav Hilger’in başını çektiği bir grup yetkili, savaşın ancak Rus halkının aktif yardımı ile kazanılabileceği görüşünü benimsemişlerdi. Bu bakış açısı, Sovyetler Birliği’nin yenilgisinin askeri güçle değil siyasi bir çözümle mümkün olabileceğini ifade ediyordu! Doğu Avrupa topraklarının Bolşevizmden kurtarılması için, milyonlarca askerden oluşacak bu savaşçı halkın/halkların sağlayacağı olağanüstü faydalar anlaşılmaya başlanmıştı! Savaş ortamının getirdiği sürekli artan insan kayıpları ve insan gücü eksikliği, Almanları hem hizmet birimlerinde hem de daha sonra savaş birliklerinde savaş esirlerinden daha fazla yararlanmaya zorladı. Bu esirlere Almanca “Hilfswillige” veya “Hiwis” (yardımcılar) adı verildi.

Savaş esirlerinden yararlanma konusunda görevlendirilen bir Alman görevli komisyonu 1942 Mart ayında Czestochowa kampından kurtulanlara/kurtarılanlara, Türkistan’ın özgürlüğü için Alman ordusu saflarında savaşmaya hazır olup olmadıklarını sorduğunda, 262 kişi savaşmak için gönüllü olmuştu. Bu konularda uzman bir kişi olan Türkistanlı Lejyoner Baymirza Hayit bu davranışın nedenlerini iki şekilde açıklamıştı: Öncelikle bir savaş esirine, esir kampında değersiz bir kişi olarak kalıp yok olmaktansa, ulusal özgürlük amacı için savaşarak onurlu bir şekilde ölmek daha çekici görünüyordu! Hayit bu psikolojik güdüye, bir de siyasi tercih ekliyordu: Bir Türkistanlı için Almanlarla birlikte savaşmak, daha sonra Almanlarca işgal edilmiş bir ülkede Alman işgal yönetimi altında yaşamaktan daha çekici daha mantıklı geliyordu!

İKİ YILDA YAKLAŞIK ÜÇ KAT ARTTI

Lejyoner Cabbar Ertürk’ün verdiği bilgilere göre, 1942 yılının sonuna kadar Alman ordusu saflarında Ruslara karşı savaşmaya hazırlanan 150.000’den fazla Türk bulunmaktaydı! 1943’te bu miktar 350.000’e, 1944’te ise 480.000’e çıkmıştı. Bunların 135.000’i Azerbaycan Türkü, 25.000’i Kırım Türkü, 200.000’i Türkistan Türkü, diğerleri ise diğer Türk topluluklarına mensuptu. 1941/1942 kış aylarına gelindiğinde Almanya,üç buçuk milyondan fazla Sovyet savaş esiri ele geçirmişti. Bu sayı, dünya savaş tarihinde bulunan en yüksek esir sayısıydı! Türkistanlı lejyoner ve Türkistan araştırmacısı Baymirza Hayit’in, Alman arşivlerindeki bilgilere dayanarak yaptığı değerlendirmeye göre, Barbarossa harekâtının ilk yıllarında Sovyetlerin Batı cephesinde Almanlara karşı savaşan iki milyona yakın Türkistanlı asker bulunuyordu. Saksonya eyaletinde bulunan Torgau şehrindeki Alman Savaş Esirleri Başkanlığı’nın 1943 yılındaki kayıtlarına göre, savaşın ilk yıllarında çoğu Ukrayna ve Polonya’da bulunan Sovyet Kızıl Ordusu’ndan 1.700.000’e yakın sayıda Türkistanlı asker Almanlar tarafından esir alınmıştı!

Savaş esirleri arasında bulunan bazı önemli Türkler, Almanlarla işbirliği yapmak için girişimlerde bulunmuşlardı. Molvotitsy esir kampında bulunan ve Azerbaycan Lejyonu’nun mimarlarından olan Abdurrahman Fetelibeyli-Düdenginski 1941’de Hitler’e yazmış olduğu mektubun girişinde şöyle diyordu:

“Halkımın Bolşevik boyunduruğundan kurtuluşu için savaşmak üzere, Türk etnik grubunun temsilcisi olarak Alman ordusunun yanına gittim. Anglo-Sovyet birlikleri tarafından İran’ın işgali İngiliz tüccarlara ve Bolşeviklere karşı nefretimi yoğunlaştırdı. Kardeş katili Marksizme son veren kutsal teorinizin her zaman hayranı oldum. Tutuklular arasından Türk etnik grubun bir lejyonunu kurabilmek için izin istiyorum. Bu talep yerine getirilmezse, Alman Silahlı Kuvvetleri saflarında sıradan bir asker olarak savaşmak istiyorum.”

Alman saflarındaki gönüllü Türk birliklerinin kuruluşunun öncüsü Baltık Cumhuriyetleri idi! Çünkü Slav halkları arasından birlik kurma denemeleri olumlu sonuçlar vermişti. Bu gelişmeler üzerine OKW (Alman Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı) ve Doğu Bakanlığı, gönüllülerden ulusal lejyonlar kurulması amacıyla eş zamanlı olarak çaba gösterdi. Diğer yandan bazı Türk Paşaların Hitler ile kurmuş oldukları temasların da bu konuda önemli bir gelişme oluşturduğu da bilinmelidir!

İkinci Dünya Savaşı’nda hem Alman hem de Sovyet saflarında savaşan Türklerle ilgili bilgi ve belgeler çok fazladır ve bu yazımıza sığdırmak mümkün değildir. Bize göre burada bilinmesi gereken asıl önemli nokta, Alman Nazi yönetiminin de, Sovyet yönetiminin de kendileri için savaşan ve canlarını feda eden Türkleri “ikinci sınıf insan” olarak görmeleridir! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisini savaşa sokabilmek için oluşturulan çok sayıda hile ve komploya rağmen, çok ustaca bir siyaset uygulayarak bu muazzam savaşın dışında kalmayı başarmıştı!

Kaynak: Editör:
Etiketler: II., Dünya, Savaşı’nda, Türkler,
Yorumlar
Haber Yazılımı