Ülkemiz savaşta değil. Çevresindeki ülkelerde silahlı savaşlardan bir ateş çemberi olsa da hiçbir ülkeyle savaşmıyoruz. Gerçi bir PKK sorunumuz var ancak bu TSK’mızın çabalarıyla yıkıcı iç etkilerinden artık başarıyla uzaklaştırılmış durumda. Öyleyse nedir, özellikle kentlerimizin caddelerini, sokaklarını saran silahlı sopalı çatışmaların nedeni? Çoğunlukla genç, ergen insanlarımız neden hemen her gün çeşitli bahanelerle birbirlerine saldırıp öldürmeye varan kavgalara karışıyorlar?
Gençlerin öfkesi burnunda nedense: Trafik tıkandığında sopasını kapan yanındaki arabanın sürücüsüne girişiyor, alacaklıyım diyen dükkan kurşunluyor, kafası bozulunca yan baktın diyene saldırıyor, önüne çıkan kadına satırını indiriyor vs… Daha da beteri bitmez tükenmez ev-aile içi kavgalar ve peşpeşe öldürülen kadınlar, çocuklar… Hele çocuklar! Ne kadar çoklar ve nasıl masumlar! Hiçbir suçları, günahları yokken canlarına kıyılan, şiddet gören, aşağılanan, hakaret gören, horlanan, dayak yiyen, yalnızlığa bırakılan, sürekli eleştirilen, tehdit edilen, ergen yaşta evlendirilen, uyuşturucuya itilen, sevgili cinayeti işleyen, sokak/haraç çetelerinin eline düşen, dijital yasadışı bahis ve kumar çetelerinin oyuncağı olan, kimi zaman işkence gören ya da tecavüze uğrayan, pazarlanan, organ mafyasına kurban giden, cinsiyetleriyle oynanan çocuklar… Bizim çocuklarımız. Dahası onları en çok seven sandıkları, kendilerini koruduklarına inandıkları anne babaları tarafından bu istismarlara uğrayan çocuklarımız. Gözleri önünde annelerinin babaları tarafından –ya da tam tersi biçimde- canına kıyıldığına tanık olan çocuklarımız. Her gün toplumsal cinayet-kıyım örneklerinin içinde en çok can kaybına uğrayan çocuklarımız.
Nedeni nedir çocukların uğradığı bu kıyımların? Onlar dünyaya gelmek için yetişkinlere davetiye mi yolluyorlar? Sanki yaşamak için değil de çile ve azap çekmek için geldikleri bu dünyaya onları getiren biz yetişkinler değil miyiz? Neden koruyup kollayamıyoruz onları? Başta İstanbul’da ve her kentimizde sokaklar dükkan kurşunlayan ya da soyan genç çocuk çeteleri, uyuşturucudan düşüp ölen çocuk yaştaki gençlerle dolup taşmakta. Uyuşturucu kullanma yaşı ilkokullara dek inmiş durumda. Peki, bunların aileleri yok mu? Yoksa toplumsal olarak bozulmuş, çarpılan aile düzeninin sonuçları mı bu yaşananlar? Aile içinde de aile dışında da çocuklarımız kıyımda! Savaşlarda da kadınlar ve anneler, çocuklar ilk önce öldürülenler oluyor…
KRİZDE OLAN AİLE
Bütün bu sorular akla ister istemez “çocuk hakları” konusunu getiriyor. Bunun için de çocukların en başta yaşama temel hakkını ve ardından tüm haklarını koruyup kollayıp savunmakla yükümlü olan, yani onların en yakınındaki kişiler olarak aile bireylerinin konumuna bakmamızı gerektiriyor. Acaba aileler anne baba olarak çocuklarının yaşamsal haklarını gözetemiyorlar mı ya da neden gözetemiyorlar? Başka deyişle toplumların temel taşı olan ve anne baba çocuktan oluşan çekirdek aile yapılanması, bugün artık çocukların yaşamsal haklarını korumaktan çok mu uzak? Nedeni de aile kurumunun kendisinin; bugün yıkılmış, dağınık durumuyla çocukların yaşamsal haklarını korumak bir yana, sanki sara nöbetine tutulmuş gibi içler acısı krizler geçirmekte olması mı? Oysa 1989 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve Türkiye’nin de 1990 yılında onayladığı Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; tüm dünya çocuklarının kişiliklerinin “tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havası içindeki bir aile ortamında yetişmesi gerekir.” Yine bu Bildirge çerçevesinde, “çocukların özel olarak özen ve bakıma kavuşturulması gerekir.” Yani toplumsal yapılanmanın da ön şartı olan temel insan hak ve özgürlüklerin belirlenmesi önce aile yapısı içinde başlamalıdır.
Belli başlı insan hak ve özgürlükleri de; yüzyıllar öncesinden uluslararası insancıl hukukun temeli olan sözleşmelerle (örneğin ilki 622 Medine Sözleşmesi, daha sonra 1215 Magna Carta, 1689 İngiliz Yurttaş Hakları, 1776 ABD, 1789Fransız İnsan ve Yurttaşlık Hakları, 20. Yüzyıl çocuk işçiliğinin yasaklanması ve kadın hakları) olarak yasalaşmıştır. Bu bağlamda geliştirilen yaşama hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü hakkı, oy kullanma hakkı, dayanışma hakkı, çevre hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı olarak tüm yasalar, İnsan Hakları Bildirgesi’ne girer ve çocuk haklarını da kapsar. Yine aynı çerçevede içinde “Bütün insanlar hür olarak, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.” Çocuklar da bu haklardan yoksun sayılamazlar. Ancak çocukların bu hakları kullanabilmeleri belirttiğim gibi ailelerine bağlıdır.
ÇOCUKLARIN NE YAPTIĞINI BİLMEMİZ GEREKİYOR
İşte bu noktada aile kurumuna baktığımızda gördüğümüz, gerek ailenin gerekse çocuklarının bu haklarını kullanamadıkları, sahip çıkamadıkları gerçeğidir. Çünkü ailenin kendisi artık “hasta” durumdadır. Her ne kadar birçok ülke (ve Türkiye) 1989 Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalamışsa da çocuklar da, kendi dertlerine düşen aileler de bu hakların bilincinde bile değiller. Babanın da annenin de çeşitli nedenlerle (çalışma, para peşinde koşma, boşanma vb. ) ilgisiz kaldığı, yeterince ilgilenmediği, ilgilense de bilgisiyle yeterli olamadığı ailede/ev içinde, çocuk ya odasında yalnız ve kapalı, ne yaptığı bilinmiyor ya da yoksul evinde bir başına kardeşlerine bakmakla yükümlü. Bilgisiz ve savunmasız biçimde… Varlıklı aileler içinde anne çocuğun eline oyuncak diye telefon, (her türlü saçmalığı, kötülüğü içeren) tablet vb. tutuşturuyor, baba yorgunum, para iş peşindeyim diyerek iki sözcük bile etmiyor. Yani çocukların evde de dışarıda da ne yaptıkları annenin babanın bilgisi dâhilinde değil. Çünkü anne baba kendileriyle meşgul: Ya kendi çıkarları peşinde onlar da sokak çetelerinin yolsuzluklar, satılmışlıklar sarmalına düşmüş durumdalar ya da geçimsizlik, kıskançlık, yasak aşk/ ihanet, cinsel tutarsızlıklar ve sen-ben nöbetleri içinde cinayet cinnetleri yaşamaktalar!
Okulda ise çocuğun başı ya arkadaşlarıyla ya dersleriyle ya da öğretmenleriyle sürekli dertte. Ne kendini çevresine anlatabiliyor ne yardım görüyor ne de her konuda yeterli bilgi sahibi olabiliyor. Ona yol göstereni yetersiz. Okul kapısında onu avutmak için bekleyen uyuşturucu satıcıları, çeşitli (vatana ihanet de dahil) terör, satanist, suç çeteleri de cabası. Çocuk, varoştansa ve kızsa ilkokulu bile bitirmeyip evliliğe yönlendiriliyor, erkekse okulu bırakıyor ve ehliyeti bile olmadan altına araba çekilerek sokağa salınıyor ya da nereden ne şekilde olursa olsun gidip para kazanması için çalışmaya(!) yönlendiriliyor. Anne babası boşanmış ve babası tarafından annesi öldürülen (hem de gözlerinin önünde), kimsesiz kalmış çocukların hali paralı da olsalar parasız da, daha da perişan ve sayıları giderek artıyor. Suç örgütlerinin ellerine düşenler de en çok bunlar…
Daha da beteri bugün çocuklar cinsel yönden istismara en çok aile içi yaşam alanında uğruyorlar. Bir türlü vazgeçilemeyen akraba evliliklerinin (ki çoğu cinsel istismar kaynaklı) yanı sıra kardeş, yeğen, amca hatta baba tecavüzleri görüyorlar. Anne babaları tarafından cinsiyetleri değiştiriliyor (LGBT örgütlerinin kurbanı olarak.) Öldürülen ya da para karşılığı pazarlananlar bile var. Bütün bu durumlar karşısında ise suçlanan yine çocuk. Kendini nasıl, neden savunacağını ve haklarına sahip çıkabileceğini bilmiyor. Oysa yukarda değindiğim BM Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre “Çocuk her durumda koruma ve yardımdan ilk yararlanacaklar arasındadır.” “Her türlü ihmal, zulüm ve sömürüye karşı korunur. Hiçbir biçimde alım-satım konusu olamaz.” Peki, çocuk öncelikle ailede korunmuyor ve istismar ediliyorsa? Bu konuda BM ÇHEB’nde herhangi bir madde yok. Yani bu beyanname sözde kalıyor ve günümüz koşullarında çok yetersiz. Tıpkı BM örgütünün diğer tüm sözleşmeleri ve kendisi gibi dünyada işlevini artık yitirmiş durumda. Kanımca bu örgütün, doğusuyla batısıyla her yönden sarsıntılar geçiren, değişen ve çöken toplumsal koşullar nedeniyle acilen ya kendine bir çekidüzen vermesi ya da lağvedilip insan hakları (buna bağlı olarak kadın ve çocuk hakları) konusunda yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Belki de ulus- devletlerin birleşip harekete geçerek (çünkü her ülkenin toplumunda bütün hak ihlalleri arasında çocuk-kadın ihlalleri en başta geliyor) ve artık batıdan bir şey beklemeyip evrensel insan haklarına müdahale etmeleri gerekmektedir. Yani dünyada artık yalnız savaş alanlarında değil insan hakları evrensel ve toplumsal alanlarında da yeni devrimler gerekmektedir. Çünkü bugün en başta ailenin ve toplumun geleceği çocuk büyük tehditler altındadır.