|
||
Cumhuriyet’imizin 101. yılını kutlayanlara helal olsun | ||
Cumhuriyetimizin 101.yılı için Ece Ataer yazdı.. | ||
Türkiye Haberi | ||
|
||
|
||
Yeni yıla girmemize iki ay kaldı. Yarın Cumhuriyet’imizin 101. yılını kutlayacağız. Kalın kalın adamlar, yüzsüzce yine Anıtkabir’in yolunu tutacaklar! O deftere kimler neler yazmadı ki! Kaçı inanarak Ata’ya dil döktü? Kimler yalandan yüz sürdü? Bir de her 29 Ekim ya da 10 Kasım’da hasta olan bir Cumhurbaşkanımız vardı! Şu anda, sizler de benim gibi şöyle bir iç geçirdiniz. “Hangi Cumhuriyet? “dediğinizi duyar gibiyim! Haksız sayılmazsınız. Atatürk “12 Ağustos 1930 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz.” diyor. Sormak lazım devletin başındakilere gerçekten Cumhuriyet’le ilgili bir tereddütleri yok mu? Biliyorum, güvensizlik insanı yoruyor. Sıkılıyorsunuz… Bu sıradanlık… Dert üstüne dert! Ülkede gerginlik üstüne gerginlik... Bu ekonomik krizde ayın sonunu nasıl getireceğim endişesi tüm dertlerden daha baskın. Hele doğadan uzaksanız... Can yakan derin bir anlamsızlık çöker hayata… Doğan Cüceloğlu’nun Dediği Gibi “Bizler Savaşçılarız…” Yaratıldığımız andan itibaren dünyada savaşımız başlar. Doymak, eş edinmek, üremek yaradılışımızda olanlardır. Bunları zaten kabul etmişizdir. Bizlere böyle olması gerektiği yüzlerce yıldır benliğimize kazınmıştır. Ya genelden farklı istekleriniz varsa! Herkes gibi olmak istemiyorsanız hatta genelden farklı söylemleriniz varsa kafalardaki boşluklar doluverir. Tuhaf- sınız işte! “Siz” kimsiniz? Diğerleri ve ötekiler kimler? Bir utanç gibi aykırılığı yüklenirsiniz omuzlarınıza. Bizde nitelikler konuşulmaz, niceliklerdir dilimizdeki… Diyelim, toplumun beklentilerine uygun yaşamayı kabullendiniz. Evlendiniz, çocuk da yaptınız. Başka bir güçlük başlar. İnsan sanki evrene sınırlarını zorlamak, zorlanmak için gelmiştir. Bedeller ödeyerek var ettiği “uygarlık” denilen düzende, ona düşen, üretim ya da çalışmak adı altında, dayatılanların içinde soluk almaktır. “Uygarlık” diyorum “medeniyet” demiyorum. Bana göre “uygarlık” Öztürkçe olsa da genellikle modern çağın gereklerini karşılayan bir sözcüktür. Bugün neredeyse “kapitalizm” ile eşdeğerde. “Medeniyet”in derinliğini taşımaz. İşte asıl savaş, bu keşmekeşin içinde başlar. Uygarlığın tanımladığı mutluluk ise elimizde olandan daha fazlasına sahip olmak üzerine kuruludur. Bu coşkuya(!) kendinizi kaptırmışsanız vay halinize! Televizyonda bir röportaj izledim geçenlerde... “Boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye vatandaşlara soruluyor. Yanıtlarlar alternatifsiz... “Param yok! Ne yapayım?”, “Ayın sonunu zor getiriyoruz!” “Çocuğumu AVM’ye götüremiyorum!”, “Bir tatil köyüne bile gidemiyoruz!...” İçimden diyorum. “Al eline de bir kitap oku!” Ama bahane hazır! “Kitaplar çok pahalı!” Kütüphaneler ne güne duruyor! Boş vakitleri değerlendirmek, dolayısıyla mutluluk ne yazık ki tüketime eşitlenmiş. Ancak o zaman hayatınızın bir anlamı var! Bir de ailece varlığınızın tek nedenini çocuk yetiştirmek olarak planlayıp kafanızda oturttuysanız ömrünüz çocuğunuzun isteklerini karşılamakla geçer! Bu da bir tercih! Günü beklentisiz, tekdüze yaşadığınızı her hücrenizde hissedersiniz. Olaylara kötümser bakmak alışkanlık olur. “Bittim!” diyerek sürekli yakınırsınız. Ruhunuzu bu cendereden kurtaracak yöntemleri bulamadığınızda kendinizi yenik hissedersiniz. Fark yaratmadan yaşamak ağır gelir. Aşama aşama çevrenizdeki her şey anlamsızlaşır. Yalnızlık sizi sarar ve “Hişt!” sesleri azalır. Seslenenleri de duymazsınız. “Günler geçiyor, ben var mıyım?” sorusu beyni kemirmeye başlar. Doğrularınızla ayakta durmaya çalışırken ara sıra diklenip “ben, ben” derken soluğumuz yavaş yavaş kesilir. Bir yandan sömürülürken kendinizin de birilerini tükettiğini görmek insanı rahatsız eder. Bu vesvese içinde tükenirsiniz. Sizi ayakta tutan tüm dinamikler, sizden, belki de siz istemediğiniz için uzaklaşır. Apollinaire gibi “Günler geçer, ben kalırım!” da diyemezsiniz. “Ben nasıl var olabilirim?” diye sorgulamaya başlarsınız. J: P. Sartre’nin, varoluşçuluğun modasının geçtiğini söyleyenler, yanılıyorlar. “Varlık ile Hiçlik” sorunu, hepimizin kapısının önünde nöbet tutar.
Bir gün keşişler ya da çilekeşler gibi dünyadan elinizi eteğinizi çekmek cazip gelebilir. Belki inziva, çaresizliğinize bir anlam yükler. Bir son yapıp yeniden başlamaya cesaretiniz varsa, kendiniz olmayı deneyecekseniz, âlâ! Bundan sonrası seçiminize kalmış. E.e.cummings boşuna dememiş; “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başka bir savaştır. Başladı mı artık bitmez!” Hele hele bir de “Ülkem ne olacak?” diye endişeleniyorsanız… “İçine kapanmış koca ülke İnce bir yorgan altında tir tir titriyor Lambası kısık Kapısı aralık Mustafa Kemal gelecek diye” (Berin Taştan) bekliyorsa ya da kendilerini bu zulümden kurtaracak bir kahramanın hayaliyle yaşıyorlarsa endişe hiç bitmez. Akılcı olmayan toplumlar kahraman bekler. Siz kahraman beklerken birileri “Ben kahramanım!” diye diye kendini kahraman ilan eder. Bize de savaşmadan kahraman olana katlanmak düşer. Bu gerçek de trajedinize yeni bir anlam yükler. Biliyorum, acıtacak kadar kafiyeli oldu! Gönül rahatlığıyla “Cumhuriyet’imizin 101. yılı kutlu olsun!” diyenlere helal olsun. |
||
|
||
Etiketler: Cumhuriyet’imizin, 101., yılını, kutlayanlara, helal, olsun, |
|
||
|