Kurban Bayramı öncesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için çalışma başlatıldığına ilişkin haberler basında geniş şekilde yer aldı. Ruhban Okulu’nun ancak YÖK ya da MEB’e bağlı olarak açılabileceğini, Yunanistan’ın ve Bartholomeos’un istediği gibi Türk makamlarının denetimi dışında okul açılamayacağını, böyle bir uygulamanın hem Lozan Antlaşması’na hem de Türk Anayasası’na ve kanunlarına aykırı olacağını daha önce ben ve birçok akademisyen izah etmiştik.
Bayram sürecinde ise Yunanlıların Balkan harplerinde ve Paris Konferansı’nda gasp ettiği ve günümüzde Yunan adaları olarak adlandırılan kadim Türk adalarına düzenlenen turistik turlara katılan Türkler nedeniyle adalarda büyük izdiham yaşandığı, Yunanlıların adalara gelen Türklere kötü davrandıkları ve bir bölümünü aileleri de bölerek geri gönderdiklerine ve adalara gidemeyip limanda kalan insanımızın üzüntü ve isyanına ilişkin haberler hepimizin dikkatini çekti.
Bu haberlerin ardından Fatih Kaymakamı’na bağlı bir memur olan Fener Rum Patriği Bartholomeos’un 15-16 Haziran’da İsviçre’de yapılan Ukrayna Barış Konferansı’na katılarak anlaşma metnine “Ekümenik Patrik” sıfatıyla bir devlet adamı gibi imza atması gündeme düştü.
Patrikhane konusunu ele alırken Atatürk’ün aşağıdaki sözlerini hatırlamakta yarar var:
Bir fesat ve hıyanet ocağı olan, memlekette nifak (münafıklık) ve şikak (bölücülük) tohumu saçan, Hristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket sebebi olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir? (1)
Yukarıdaki hususların geniş şekilde tartışıldığı bu dönemde Türk-Yunan ilişkilerinin tarihi süreç içindeki seyrini kısaca hatırlatmakta yarar görüyorum.
MORA İSYANI, YUNANİSTAN’IN KURULMASI, GENİŞLEMESİ VE ANADOLU’YU İŞGALİ
Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin tebaası olan, 1821 Mora İsyanı’nı çıkaran Yunanlılar isyanda 35.000-40.000 kadar sivil Türk'ü işkencelerle katletmiştir. Prof. Dr. Justin McCarthy; “Ölüm ve Sürgün” adlı kitabında Mora Yarımadası’nda yer alan “Tripoliçe’de yapılan katliam sırasında öldürülmeden önce özellikle kadın ve çocuklara ağır işkenceler yapıldığını, isyancıların lideri Kolokotrones şehre girerken yerde yatan Türklerin cesetleri nedeniyle atının nallarının yere değmediğini, katledilen 40.000 Türk’ten sağ kalabilen iki bin kadar kadın ve çocuğun yakındaki bir dağdan uçuruma yuvarlanarak sığır gibi parçalandıklarını” nakletmektedir. (2)
1830'a gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya'nın destek ve baskılarıyla Yunanistan Osmanlı Devleti'nden kopartılarak bağımsız devlet haline getirilmiştir. Yunanistan bağımsızlığını kazandıktan sonra hiç savaşmadan Osmanlı Devleti’nden kopartılan topraklarla yüzölçümünü yüzde 277,6 oranında genişletmiştir. Bu orana işgal ettiği 20 ada ve 2 kayalık da eklendiğinde topraklarını yüzde 300’ün üzerinde genişlettiği görülmektedir.
Girit’in Yunanlılar tarafından işgali ayrı bir katliam örneğidir. Adadaki Türk nüfusunu azaltmak için Türkleri acımasızca öldürüp kalanları göçe mecbur bıraktıktan sonra Meclis’te çoğunluğu ele geçiren Rumlar Balkan Harplerini fırsat bilerek 1913’te adanın Yunanistan’a katıldığını ilan etmiştir.
Yunanistan Balkan Harpleri sırasında Türklere ait Boğaz Önü Adaları ile Doğu Ege Adalarını da işgal etmiş, 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkarak Polatlı’ya kadar ilerlemiş ve 3 yıl 3 ay işgal altında tuttuğu Türk topraklarında 360.000 ev yakarak 1 milyon kadar Türk'ü acımasızca katletmiştir.
Trablusgarp Harbi’nden sonra imzalanan Uşi Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin geçici olarak İtalya'ya bıraktığı 12 adaların da (aslında 14 ada) 1947 Paris Konferansı ile kendisine verilmesiyle Ege'deki adaların büyük kısmını ele geçiren Yunanistan, 2004 yılından başlayarak Ege denizinde Türkiye'ye ait 20 ada ile 2 kayalığı da zamana yayarak işgal etmiştir.
İşgal ettiği adaların karasuları ve hava sahası olduğu tezini öne süren Yunanistan, adaları işgaline meşruiyet kazandırmak üzere adalarda ilkokuldan üniversiteye kadar çeşitli okullar ve kiliseler açmış, adalara askeri birlik konuşlandırmış, adaları silahlandırmış ve silahlarının namlularını Türkiye’ye çevirmiştir. Bu adalar Yunanistan Cumhurbaşkanları dahil olmak üzere Yunanlı bakanlar, Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanları tarafından sık sık ziyaret edilmekte ve bu adalarda Türkiye’yi hedef alan askeri tatbikatlar yapılmaktadır.
Yunanistan son yıllarda Lozan Antlaşması’na göre silahsız ve askersizleştirilmiş statüdeki adalarda, Mora yarımadasında ve Dedeağaç gibi Türk sınırına yakın bölgelerde ABD’ye askeri üsler vererek ABD ordusunu da Türkiye’ye karşı konumlandırmıştır. Böylece geçmişte olduğu gibi günümüzde de emperyalistlerin piyonu olma rolünü tekrar üslenmiş ve Türkiye’yi büyük tehdit altına sokmuştur. Karadeniz’de bir Pontus devleti kurmak ve İstanbul’daki Fener Rum Patriği’ne de ekümenik statü kazandırarak İstanbul’u Ortodoksluğun merkezi haline getirmek suretiyle Bizans’ı yeniden canlandırma çabalarını da geçmişten bu yana sürdürmektedir.
GASP EDİLMİŞ TÜRK ADALARI
Yunanistan'ın Türklerden gasp ettiği adaların Yunan adaları olarak adlandırılması ve kendi esnafımız ekonomik sıkıntı içinde iken Türk halkının bir bölümünün Yunan adalarına tur adı altında düzenlenen turistik seyahatlere katılarak ezeli Türk düşmanı Yunanlıların ele geçirdiği adalara döviz bırakmaları ve işgalci Yunanistan'ın ekonomik gelişmesine destek vermeleri Türk milleti açısından utanç verici ve ibretlik bir durumdur. Bu gerçek artık görülmeli ve bu turlara katılan “Türk” vatandaşları toplumca ayıplanmalıdır.
Bu yapılmadığı takdirde söz konusu aymazlık devam edecek, Yunanlılara bırakılan döviz Türk askerine mermi olarak geri dönecek ve bundan Türk milleti zarar görecektir.
SAHİLDEKİ FAHİŞ FİYAT SORUNU
Yunanlıların işgal ettiği kadim Türk adalarına düzenlenen turlar için Türkiye’nin sahil kesimlerindeki lokanta ve benzeri tesislerde vatandaşa fahiş fiyatlarla hizmet sunulması daha ucuz fiyatlar uygulayan adalara yapılan turistik seyahatler için mazeret teşkil etmemelidir. Bunun önlenmesi o il ve ilçelerdeki mülki makamların ve belediyelerin görevidir.
Söz konusu mülki makamlar ve belediyeler görevlerini yapmıyorsa onları uyarmak, görevlerini yapmaya zorlamak ve fahiş fiyat uygulayan tesislere karşı boykot uygulamak da bir vatandaşlık görevidir.
Vatandaşlarımızın bu çarpık durumla mücadele etmek yerine Yunanlıların gasp ettiği kadim Türk adalarına seyahat ederek buralara döviz bırakmaları ve sınır kapılarında maruz kaldıkları hakareti sineye çekmeleri utanç duyulacak bir durumdur.
Türk milletinin tarihini unutmuş olan ve güncel gelişmelerden de haberdar olmayan bu bilgisiz ve dolayısıyla bilinçsiz bölümü artık silkinerek kendine gelmelidir. Gençleri “Benim yetiştirilme tarzım Türkleri sevmeme engel” diyen, ilkokul matematik ders kitaplarında öldürülen Türk sayısı üzerinden öğrencilerine dört işlem öğretilen ve milli marşında öldürdükleri Türklerden “köpekler ölürken Allah diye böğürüyordu” diye bahseden Yunan toplumuna karşılık, okul kitaplarından Yunanlılarla ilgili olumsuz bilgiler ile “dost-düşman” ve “gazi-şehit” kavramlarının AB fonları ile ayıklatıldığı ülkemizde Rum-Yunan sempatisi aşılayan TV dizileri ve hâttâ reklamları vasıtasıyla insanımız “Bir Rum bulsam da sarılsam” durumuna getirilmektedir. Medyadaki etki ajanlarının etkisinde kalan bu insanlarımız Yunan adalarını ziyaret edemedikleri için kendilerinde eksiklik hissedecek ve “bugüne kadar nasip olmadı” diyecek kadar değerlerinden kopuk hale getirilmişlerdir.
Diğer taraftan, söz konusu adaların coğrafi güzelliklerinin de Türkiye sahilleri ile kıyaslanması mümkün değildir. İnsanımız çakıl taşlı plajlara ve makilik yeşil alanlara gitmekte ve yakın tarihte adalarını satışa çıkartacak kadar ciddi mali krize giren ve Türkiye’ye karşı düşmanca davranışlar içinde olan Yunanistan’a maddi destek sağlamaktadır.
Patrikhane’nin, Ruhban Okulu’nun ve adalara sokulmayan Türklerin tartışıldığı bu dönemde Yunanlıların Kıbrıs'ta işledikleri savaş suçlarına ve insanlığa karşı suç fiillerine bizzat tanık olmuş bir Kıbrıs gazisi olarak yukarıdaki hususları Türk milletine aktarmayı ve Mehmet Akif Ersoy’un aşağıdaki ünlü sözünü hatırlatmayı bir görev addediyorum:
Tarihi “tekerrür” diye tarif diyorlar..!? Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
DİPNOTLAR:
(1) Mustafa Kemal Paşa’nın 25 Aralık 1922 tarihli Le Journal muhabiri Paul Ario’ya demeci.
(2) Justin McCarthy, “Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı.”, Türk Tarih Kurumu, Çeviren: Fatma Sarıkaya, 2.Baskı, Ankara, 2014, s.10. s.12-13.