15 Nisan 1925 tarihli raporda: ‘Bugün Bitlis’te eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya, Albay Halid Ciranlı, Faik Molla ve Abdurrahman idam edildiler. İstiklal Mahkemesi Doğu vilayetlerinde henüz faaliyetine başlamadı’ bilgisi yer alır. 22 Nisan tarihli raporda ise: ‘Kürdistan isyanının lideri Şeyh Said, diğer bazı şeyhlerle birlikte ve çok sayıdaki müridiyle 15 Mart’ta ele geçirildi ve Varto’ya götürüldü’ denilir.
Raporun devamında, Şeyh Said’in doğum yeri olan Hınıs’ta askeri mahkemeye çıkarılacağı, Diyarbakır ’daki İstiklal Mahkemesine çıkarılmadan yargılanacağı ve idam edileceği ifade edilir. Hükümet onu yakalamakla isyanın kritik sürecini aştığını ve isyanın bastırılacağını düşünüyor. Askeri mahkemenin verdiği idam kararları gazetelerde yayınlanıyor. Diyarbakır’daki İstiklal Mahkemesi de göreve hazırdır. Askeri ateşe Binbaşı Harenc’in raporunu da ekte iletiyorum’ denilir.
İngiliz diplomatların, İngiltere’ye yapılan suçlamalar konusuna da kafa yordukları görülüyor: ‘Kürdistan isyanının İngiliz tarafından kışkırtıldığı iddiasının bulunan belgelerle kanıtlandığı, Ankara’dan gelen telgramlarda belirtilmektedir. Yapılan açıklamalar, bu suçlamaların 1919-1920 yılları arasındaki döneme ilişkin olduğu anlaşılıyor. Suçlamalar, Kürdistan’a otonomi verme fikrinin ön plana çıktığı döneme aittir.
Son isyanın kökenine ilişkin henüz herhangi bir ayrıntı paylaşılmadı. Diğer taraftan, İngiliz yetkililerin, Ermeniler ve Nesturileri güneyden Kürdistan’a sızmaya teşvik ettiğine dair raporlar vardır’.
‘İNGİLİZ YETKİLİLER İSYANI ONAYLADI’
Görülüyor ki, İngilizler kendilerine yapılan suçlamanın mahiyetini öğrenmeye çalışıyorlar. Binbaşı R. E. Harenc’in 21 Nisan tarihli raporunda: ‘Şeyh Said, Varto’nun güneyinde, diğer isyancı liderlerle birlikte yakalandı. Şeyh Said’in heybesinde çok miktarda altın bulundu.
İsyanın merkezi olan Genç, askerlerce işgal edildi ve burada otorite yeniden kuruldu. Liderleri olmayan isyancılar, hükümet otoritelerine teslim oldular. Bölgede birkaç eşkıya dağınık haldedir. Yetkililer, bu bölgede idari reform yapılması gerektiği konusunu tartışıyorlar. Durumu incelemek için bölgeye komisyonlar gönderildi, mevcut durumla ilgili rapor hazırlayacaklar.
Askeri harekât sırasında ele geçirilen belgeler, isyancılara maddi yardım edilmese bile, isyanın Irak’taki İngiliz yetkililer tarafından onaylandığını gösteriyor. Bu belgelerin incelenmesi henüz tamamlanmadı ancak şu ana kadar yayınlanan belgelerde Kürtler dışında başkaları suçlanmıyor.
İsyanın bastırılmasıyla Kürt liderlerin bağımsız bir Kürt devleti kurma hayalleri bitti. Kürtleri memnun etmek, Türklerin reformlarını gerçekleştirmelerine bağlıdır’. Görüldüğü gibi, askeri ateşe Harenc, İngilizlerin isyana maddi katkıda bulunmadıklarını ama Irak’taki İngilizlerin isyan fikrini onayladığı sonucuna varıyor. Bu durumda, bu onaydan İstanbul’daki İngiliz elçisinin ve askeri ataşenin haberleri olmaması son derecede ilginçtir.
5 tarihli raporda ise: ‘Silvan’daki eşkıyalar da yakalandı. Normal hayata dönülüyor. Askerlerin bir kısmı geri çekildi. Kürt isyancıları bastırma siyaseti devam edecektir. Kanıtı da İsmet Paşa’nın 27 Nisan’da Türk Ocağı Kongresinde yaptığı konuşmadır:
‘Biz açıkçası ulusalcıyız ve ulusalcılık bizim tek birlik ve beraberlik unsurumuzdur. Türk çoğunluğun önünde diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirmeliyiz. Türklere veya ‘Türklüğe’ karşı çıkanları yok edeceğiz. Ülkeye hizmet edeceklerde aradığımız vasıf her şeyden önce Türk ve Türkçü olmaktır’ denilmektedir.
2 Haziran 1925 tarihli raporda ise: ‘İstiklal Mahkemesi, Ankara ve Diyarbakır’da çalışıyor. En önemli dava, 1919-1921 yılları arasında Kürdistan’a otonomi verme hareketiyle bağlantılı olan eski Kürt milletvekili Seyyid Abdülkadir’in davasıydı. Kendisi aylardır İstanbul civarından ayrılmamıştı ama diğerleriyle birlikte o da mahkemeye verildi.
Diyarbakır Mahkemesi onun isyanın gerçek kışkırtıcısı olduğuna ve usulüne uygun bir şekilde idam edilmesine karar verdi. Şimdi gözler birkaç gün önce beraberindeki yirmi kadar adamıyla birlikte Diyarbakır İstiklal Mahkemesine çıkarılan Şeyh Said'in davasına çevrildi. Yargılamayla ilgili size detay vermem mümkün değildir ama gazetelerdeki haberlerden çıkardığım izlenimlerim şunlardır:
1-Şeyh Said, kaba, yarı aptal, bencil ve alay konusu olmaya değer birisidir. Güçlü bir dinsel dürtüyle hareket eden basit bir adamdır. Hükümetin İslam’ı tehdit ettiğini görünce, ayaklanıp mücadele etmiştir.
2-Sanıklar, beşerli, altışarlı, hatta yirmili ve otuzlu gruplar halinde mahkemeye çıkarılıyorlar. Sanıklar sürekli birbirlerine karşı şiddetli suçlamalarda bulunuyorlar. Her biri, bir başkasının baskısı sonucunda silaha sarılmak zorunda kaldığını ve bunun tek sorumlusunun o kişi olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu karşılıklı suçlamalar, can sıkıcı bir gösteriye dönüşüyor ve mahkemenin ahengini bozuyorlar. Cezanın kolayca verilmesini sağlıyorlar.
3-İlginçtir ki, Kürt hareketine İngilizlerin herhangi bir kışkırtması veya katılımı konusunda çok az şey sızdırıldı ve sızdırılmasına izin verildi. Üç veya dört yıl önce İngiliz ajanı olduğu öne sürülen Templi? denilen bir kişiden bahsedildi. Ama gerçekte bu kişinin bir Türk ajan provokatörü olduğu ortaya çıktı. Bu adamın kim olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktur.
Şeyh Said’in Diyarbakır’ı aldıktan sonra, Cezire aracılığıyla İngiliz yetkililerle temas kurmayı umduğu da söyleniyor. İngiliz faaliyetleriyle ilgili gazetelerdeki haberler bundan ibarettir’ denilmektedir.
‘PLANLANMIŞ GENEL VE GERİCİ’
Diğer raporlarda geçen bilgilerin ana fikrini şöyle özetleyebiliriz: İlk isyan Darahini köyünde başlamıştır. Asiler valiyi esir almışlardır. Genç, Ergani, Muş, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Kiğı, Hınıs ve Hakkâri’de sıkıyönetim ilan edilmiştir. İsyancıları tedip etmek için gönderilen bazı Jandarmalar isyancılara katılmıştır. İsyancılar şeriat istemekte ve Kürt ulusalcılığı dürtüsüyle hareket etmektedir.
Kuşkusuz bu hükümeti zor duruma sokan ve laikliğe yönelik ilk açık harekettir. TBMM’de bu harekete fazlaca sempati duyan yoktur. Muhafazakâr ve İslamcı gazete Tevhid-i Efkâr, İslami konulara sempati duyuyor ama İslami işlerin bu isyanla gündeme gelerek yeniden örgütlenmesine üzülüyor.
İsyanın bir İngiliz entrikası veya tahrikiyle olduğu da onaylanmıyor. İsyancıların, ‘İslam, Türklerle Kürtler arasında birleştirici tek bağdı, bu bağı Türkler kırdı. Artık Kürtler kendi geleceklerini kendileri sağlayacak’ görüşü olduğu ileri sürülüyor.
Bu bilgiler ışığında kişisel değerlendirmelerim şöyledir: Atatürk, Nutuk’ta, Şark İsyanını ‘planlanmış, genel ve gerici’ olarak tanımlar. İsyanın sebepleri arasında, Terakkiperver Öumhuriyet Partisinin dini söylemi olduğunu ve parti sekreterinin Doğu vilayetlerindeki örgütlenmesi ve kışkırtıcılığı olduğunu ileri sürer.
Nakşibendi şeyhlerinin ayaklanmaya yardım sözü verdiklerinden söz eder. Bunun kanıtı olarak da Halep’te bastırılarak Kürdistan’da dağıtılan Şahin Paşazadelerin beyannamesini gösterir. İngiliz raporlarında, isyanı organize eden ne bir Kürt örgütünden ne de İslami bir tarikattan söz edilir.
Genel bir ifade ile bunun sebebinin, dini ve Kürt ulusalcılığıyla ilgili olduğu görüşü savunulur. Şüphesiz bu isyan neticede en çok İngilizlerin işine yaramıştır, zira Musul meselesini daha kolay çözmüşlerdir.
Ancak İngilizlerin isyanı özel olarak desteklediklerine dair görüş henüz kanıtlanamamıştır. İngilizlerin desteği, o da sadece Irak’taki İngilizler, fikri düzeyde kalmıştır. Son zamanlarda İngilizlerin kışkırtıcılığı görüşünü Rus belgelerinin desteklediğine yönelik tezler vardır.
Ancak Şeyh Said’in Osmanlı döneminde Ruslarla işbirliği yaptığı ve isyan esnasında da Rus askerlerinin Türklere yardım etmek için Doğu sınırına doğru hareket ettikleri gibi bir görüş mevcut olduğu için Rus belgelerine ihtiyatlı yaklaşmak gerekir, çünkü Rus-İngiliz rekabetinden dolayı bu bilgiler ve yaklaşım objektif olmayabilir.
Türkiye açısından bakılırsa, Cumhuriyet idaresi Osmanlının son dönemlerinde otonom Kürdistan için çalışmış olan eski Kürt ulusalcılarını tasfiye etme yoluna gitmiştir. İkincisi Doğu vilayetlerinde faaliyet gösteren İslami tarikatların, özellikle Nakşibendilerin halk üzerindeki etkisini kırmayı amaçlamıştır.
En önemlisi de, Doğu’daki aşiret düzenini bozmayı; şeyh ve ağaların köylüler üzerindeki nüfuz ve istismarını azaltmayı, köylülerin ekonomik refahını artırmayı hedeflemiştir. Ancak daha sonraki süreç göstermiştir ki, Cumhuriyet devrimlerini ve projelerini Doğu Anadolu’daki muhafazakâr Kürtlere rıza yoluyla kabul ettirmek kolay olmayacaktır.