Türk Rönesansı: KÖY ENSTİTÜLERİ (1940-1954)
Haber
20 Nisan 2024 - Cumartesi 02:03 Bu haber 1990 kez okundu
 
Türk Rönesansı: KÖY ENSTİTÜLERİ (1940-1954)
Ozan Utku Arıcan'ın kaleminden
Gündem Haberi
Türk Rönesansı:  KÖY ENSTİTÜLERİ  (1940-1954)

Türk Rönesansı:

KÖY ENSTİTÜLERİ

(1940-1954)

 

 

    Milli mücadele sonuçlanmadan, Türkiye Cumhuriyeti daha meydana gelmeden önce Mustafa Kemal Paşa, 15 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da Maarif Kongresi toplamasıyla Türkiye’nin geleceği olan eğitim-öğretime ne derece önem verdiğini gösteriyordu.  Sakarya Savaşı henüz başlamadan cepheden kongreye katılan Mustafa Kemal Paşa, gelecekteki kurtuluşun öncüleri olarak adlandırdığı öğretmenlere seslenerek, eğitim savaşını sürdürmenin gayreti içerisindeydi. Ancak Cumhuriyet kurulduktan sonra dahi eğitimin ülke şartlarına göre yeniden düzenlenmesi ve geliştirilmesi büyük bir sorun teşkil ediyordu. Türk eğitimcilerin yanı sıra Mustafa Kemal Bey yurtdışında adı ünlenmiş Amerika’da bulunan John Dewey’i, Türk eğitim sistemini incelemesi için Türkiye’ye davet etti. Bunun yanında Dr. Kühne ve Dr. Omar Buyse de davet edilmiş, 1925 yılı içerisinde incelemelerini rapor haline getirerek devlete takdim etmişlerdi. Buyse her ekonomik bölgenin gereksinmelerine göre meslek okulları kurulması gereğini ortaya koydu. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönetimsel işlevlerini yerelleştirmesi gerekiyordu. Ancak bu yerel yönetimler anlamına gelmiyordu. Asıl anlamı, eğitimin mülki yönetimden ayrılması ve ekonomik gelişme programına göre, yani eğitimin ve ekonominin yürütülmesinin eşgüdümünü sağlayan bir plana göre mesleksel düzeyde rasyonelleştirilmesiydi. Buyse’nin bu düşüncesi o zamaki bakanlık ileri gelenleri üzerinde bir etki yapmadıysa da İsmail Hakkı Tonguç’un Köy Enstitüleri düşüncesinde kendini gösterdi. 1925 yılı içerisinde Amerikan Uzmanlar Kurulu, eğitim sisteminde yenilikler yapmak suretiyle çalışmalara başladı. 1927 yılına kadar belli çalışmalar gerçekleştirilse de, bu konuda istenilen başarı elde edilemedi. 1935 yılına gelindiğinde Saffet Arıkan dönemin Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapmaya başladı. Türk eğitim sorununun yabancılar ve yerli uzmanlar tarafından çözülememesi ve bakanlıkta ülke sorumluluklarından uzak kişilerin eğitim sorununu baltalaması sorunucunda, Mustafa Kemal Bey Milli Eğitim Bakanlığı’na güvendiği Saffet Arıkan’ı atadı. Hemen arkasından İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atanarak çalışmalara başlandı. İsmail Hakkı Tonguç’un Türkiye’nin özel şartlarını göz önüne alarak yeni bir kalkınmacı eğitim projesi olan Köy Eğitmen Okulları 1936-1937 yıllar içerisinde faaliyete başladı. İktisadi olarak kalifiyeli elemana, hatta tarım yapacak köylülere ihtiyacı olan Türkiye’nin, nitelikli, kültürlü, Atatürk devrimlerine yabancı olmayan vatandaşlara da ihtiyacı vardı. 1927 yılı nüfus sayımına göre, nüfusun 80’i köylerde yaşıyordu. 40 bin köyün 35 bininde öğretmen ve okul mevcut değildi. Pedagojik bakış açısına sahip, dönemin şartlarına uygun ve ilerlemeci eğitim-öğretim organizasyonuna ihtiyaç duyuluyordu. Diğer yandan çalışan nitelikli iş gücü yaratılarak Türk ekonomisinin kalkındırılması gerekiyordu. Eğitimde fırsat eşitsizliği, genellikle okulların büyük kentlerde olması, araç-gereç sıkıntısı, ulaşım, sağlık, üretim, öğretmen azlığı vs. gibi sebepleri gözden geçiren Tonguç, kalkınmanın köylerden başlaması gerektiği sonucuna ulaşmıştı. Köylüler üretim, araç-gereç, ulaşım, bina yapımı gibi konularda hem yardımcı olabilecek, hem de kurulan okullar köyleri kalkındıracaktı. Böylece Türkiye’nin öğretmen ve nitelikli işçi sıkıntısı ortadan kalkacak, köyler eğitimli ve nitelikli insan gücü ile Türkiye’yi besleyecekti. İsmail Hakkı Tonguç organizasyonu “ İş içinde eğitim, eğitim içinde iş ” olarak formülize etmişti. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün desteğiyle 1935 yılından başlamak üzere önce askere gidip okuma-yazma öğrenenler kendi köylerine gönderilerek okuma-yazma, tarımsal bilgi ve genç devrimler halka öğretilmeye çalışıldı. Ardından 1936 yılında Köy Eğitmen Kursları’nın açılmasıyla, gelişmiş tarımsal yöntem ve nitelik, basit ilkyardım gibi bilgiler üzerine eklenmek suretiyle köylülerin öğretimine başlandı. Ancak bu girişimler yetersiz görünüyordu. 1937 yılına gelindiğinde İzmir Kızılçullu ve Eskişehir Çifteler’de, 1938 yılında ise Lüleburgaz-Kepirtepe Köy Öğretmen okulları açıldı. Köy Enstitüleri ise temel yapısını ve örneğini Eskişehir Çifteler’den alacaktı. İzmir’de daha öncesi Amerikan Koleji olarak hizmet veren Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu, yöneticileri yüzünden Çifteler deney okulu kadar başarılı görülmese de, II.Dünya Savaşı sonrası değişen Köy Enstitü’lerinde daha ileri bile sayılabilirdi. Köy Enstitüleri’nin Sovyet Rusya’dan alındığı, komünist yuvasına dönüştürüleceği gibi düşünceler, İsmail Hakkı Tonguç’un şahsına yönelik hakaretler, bu dönemde başladı. Köy Enstitüleri, bakanlıklar  içerisinde yaşanan rekabet ve mali sıkıntılar sebebiyle sekteye uğrasa da, Atatürk’ün vefatından kısa süre sonra Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in desteğiyle 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 Sayılı Köy Enstitüleri Yasası ile kuruldu. Türkiye’nin dört bir tarafına 21 adet okul yapılması planlanmış, 1940 yılında 10 tane olan okul, 1944 yılında 20’ye ulaşmıştır. Sayısal olarak az gözükse de, okular genellikle öğretmen ve öğrencilerin yardımıyla inşaa edilmiştir. Aydınlığın meşalesi gibi feodal bir toplumun içerisinde okuyan, üreten milli okullar olarak açılan enstitüler, iş ve ihtiyaçlar göz önüne alınarak ders veriyordu. Enstitülerinin kurulmasıyla birlikte ortaya çıkan en önemli sorun ise öğretmen ihtiyacıydı. Üniversiteden mezun olanlar, öğretmen olmaya hazır bulunanlar olsa da, dönemin şartları itibariyle köy şartlarında öğretmenlik icra etmeyi kimse arzu etmiyordu. 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte zaten var olan mali sıkıntılar, daha da çekilmez bir hal almıştı. Köylere gönderilen öğretmenlerden kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek, yiyeceğini, suyunu temin edebilecek yapıyı organize etmesi isteniyordu. En başta böyle yeterli sistemi kurmak çok zordu. Koşulların kötü olmasının yanında gönüllü öğretmen ihtiyacının karşılanması için 1942 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Köy Enstitüleri içerisinde, üniversite gibi seçilen alana göre mesleki eğitim veren kurum meydana getirilerek, sadece enstitüler için değil, çeşitli alanlar için nitelikli eleman yetiştirilmeye başlanmış oldu. Böylece daha kurumsal bir yapı olarak, öğretmenlere belli haklar ve güvenceler verilebildi.  Örneğin maliye, tarım ve bayındırlık bakanlıklarından beklenilen desteklerin karşılanamaması sonucunda belli sandıklar meydana getirilerek, araç-gereç, hayvan, su kanalı gibi ihtiyaçlara kaynak sağlandı. Bunun yanında öğretmenlere sigorta temin etmek maksadıyla, sigorta sandıklarında para biriktirilmeye başlandı. Tüm bu haklar ve güvenceler ise Hasan Ali Yücel’in ve arkasından İsmail Hakkı Tonguç’un görevden alınmalarına kadar devam etti.

 

    Köy Enstitüleri müfredata tabi tutulsalar da, kısmi genişletilmiş bir program uyguladıkları da görülüyordu. Bu açıdan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardan ayrılarak, yarı-bağımsız şekilde öğretim uygulanabiliyordu. Okulların kuruldukları bölgelerin coğrafi koşulları, özellikleri dikkate alınarak arıcılık, balıkçılık, konservecilik, tarım, hayvancılık yapılıyordu. Coğrafi koşullara uygun olarak öğrencilere gerekli meslekler kazandırılarak, en azından meslek kazandırılması amaçlanıyordu. Teorik olarak, tarih, coğrafya, fizik, kimya, ev idaresi, resim, beden eğitimi, müzik, askerlik, kooperatifçilik, sağlık bilimi, psikoloji, eğitim bilimleri, eğitim bilimi tarihi, sosyoloji, tarım, zootekni, tarım teknolojileri, tarım işletmeleri ekonomisi dersleri veriliyordu.  Örneğin sadece Türkiye coğrafyası değil, anlaşılan stratejik perspektifin genişletilmesi amacıyla Amerika, İngiltere gibi ülkeler hakkında su kanallarına varıncaya kadar değinilen dersler işleniyordu. Teorik bilginin yanında, okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılıyor, okuduktan sonra öğrenciler ile öğretmenleri beyin fırtınası yapıyorlardı. Demokratik kültürün ciddi anlamda işlendiği köy enstitüleri laik anlayışla eğitim veren kurumlar olsa da, öğrencilerin dini seçimlerine karışılmıyordu. Toplumsal olarak eskiden kalma feodal ilişkilere bağlı olan Anadolu halkı, bir çok yeniliği köy enstitülüler aracılığıyla görmüş ve tanık olmuştur. Bu şahitlik ağalığın yaygın olduğu Anadolu’da savaş sonrası dönemde ağaların şikayetlerini ve saldırılarını beraberinde getirecekti. Okuyan, sorgulayan, demokrasi, bağımsızlık, eşitlik gibi kavramlar işlenmesinin yanında özbenlik inşası başarılı şekilde oluşturulan köy çocukları, Hasan Ali Yücel’in hümanizma anlayışıyla yoğrulmuşlardır. Bunun yanında Kemalizm aşılansa da, anılarında, “ bize hiçbir şeye dogma bakmamayı öğrettiler” diyeceklerdi. Batı kültürünün etkisinde olan büyük kentlerin yanında, bu etkiden uzak kalmış olan köylerde, amaçlanan insanı ortaya çıkarmak, öğrencinin kendisini başarmasını sağlamak, daha sağlıklı bir aile hayatı, dolayısıyla gelişmiş ve nitelikli toplum yaratmak mümkündü. Böylece aydınlanmayı köylerden başlatarak tüm vatana yaymayı amaçlıyorlardı. Ki bunu bir ölçüde başarmışlardı. Bir köyde okul inşa etmek için gelen inşaat ustası kız öğrencinin, köylüler tarafından alaya alınması ile başlayan süreç, binanın kısa sürede inşasıyla şaşkınlığa dönüşebiliyordu. Artık kadınların da iş hayatında erkekler kadar başarılı olabilecekleri, yaşanarak öğretilmiş oluyor, feodal anlayışlar yıkılıyordu. Köy Enstitüleri, kendini döndüren bir çark olarak oluşturulmuş, gelişmiş insan gücünün yanında nitelikli ve aydın insanı ortaya çıkarmayı amaç edinmiş; Kemalizm ile yoğrulmuş, laik ve demokratik eğitim kurumlarıdır. Bunun haricinde 1945’lerden sonra Hasan Ali Yücel’in devleti yıkmak için komünist yuvası olduğu iddialarının aksine Yücel, şahsında ve ailesiyle İslama bağlı bir geçmişe sahipti. Komünizm ideolojisine Yücel ve Tonguç uzaktı. Nitekim komünizm propagandası çok partili hayata geçerek Batı bloğunda yer alan Türkiye için çokça başvurulan bir söylemdi. DP ile CHP’nin bu dönemde birbirlerini komünistlikle suçlamaları açıkça bunu göstermektedir. Aynı şekilde Tan Gazetesi’nin kapatılması, 1945 yılı ile birlikte sürdürdüğü muhalif duruştan kaynaklanmaktadır.  Bunun gibi bir çok delil gösterebileceğimiz bu durum karşısında Köy Enstitüleri, İsmet İnönü’nün Reşat Şemsettin Sirer’i 07.08.1946‘da Milli Eğitim Bakanı olarak atamasıyla Hasan Ali Yücel görevden alındı ve hemen arkasından 1947’de İsmail Hakkı Tonguç mesleki olarak sürgün yiyerek, enstitülerin yöneticiliğinden azledildi.

 

    Enstitülerin reorganize ve ardından kapanma sürecini anlamak için 1945 yılı dış politik sürecini analiz etmek gerekmektedir. Çünkü savaş öncesi-sırası-sonrası Türkiye’sinin dış politikası, iç politikasını belirlemiştir. Bunun en bariz örneği 3 Mayıs 1944 olayları ile savaş sonrasında Tan gazetesi ve sol ağırlıklı veya muhalif kişilerin hedef alınmasıdır. Türkiye’nin yönünü belirlediği ve yapı değiştirdiği bu süreçten Tonguç ve Yücel’in enstitüleri de nasibini almıştır. Bunu takiben 1945 yılı içerisinde San Fransisko Konferansı ve Sovyet tehdidi ile karşılaşıldı. Sovyet tehdidine karşı ABD savunması devreye girince, batının amansız düşmanı olanlar, komünizme karşı sesini en çok çıkaranlar Batı’nın dostu olacaktı. İşte enstitülerin alın yazısını belli eden bu olmuştu. Döneme damgasını vuran düzmece “Yücel-Öner Davası” ile Hasan Ali Yücel’in adı lekelenmeye çalışıldı. Köy Enstitüleri’ne ve Tonguç’a en başından beri saldıran Emin Soysal, Yücel’in okullarda komünist taraftarlar yetiştirdiğini öne sürerek ordu kurduğunu kanıtlamak için devlet belgelerini Avukat Kenan Öner’e sızdırdı. Düzmece montaj belgeler yaratılarak, adalet terazisinin dengesinin bozulması amaçlandı. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç pasifize edilirken, Köy Enstitüleri DP iktidara gelmeden önce özgünlüğünü ve işlevini kaybetti. 5012 sayılı yasayla 1947 enstitüler onarma amacıyla ıslah edildi. Örneğin, Köy Enstitüleri Dergisi’nin çıkartılması yasaklanarak, yayınlananlar depolara kaldırıldı. Oysa öğrenciler, belli konular üzerine yazdıkları yazıları, yaptıkları araştırmaları yayınlamak için bu dergiyi çıkartıyorlardı. 5129 nolu yasa ile, tarım kooperatifleri kapatılarak, okulların tohum deposu yapılmasının önüne geçildi. 5210 nolu yasa ile Reşat Şemsettin Sirer, eğitimde kalıcı düzenlemeleri yapması için İçişleri Bakanlığı’nı yetkili kıldı. Kısa süre içerisinde, çok kısaca bahsettiğimiz amaçlanan köy kalkınmasına yönelik sistem alt üst edilerek, din dersleri zorunlu hale getirildi. Bunun bir adım ilerisi kız ve erkek okullarının ayrılmasıydı. Nitekim Hasan Tahsin Banguoğlu Milli Eğitim Bakanı olduğunda da aynı politika devam ettirildi. Özellikle CHP’nin Halkevleri ve Türk Ocakları’nda olduğu gibi 1950 seçimlerini etkilemek adına dini kullanması, tamamıyla seçim politikasından kaynaklanıyordu. Böylece oylarını arttıracaklarını umsalar da, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimleri DP ezici çoğunlukla kazandı.  Hasan Tahsin Banguoğlu’nun yerine Avni Başman’ın göreve getirilmesiyle birlikte, enstitüler eski verimliliğine döndürülmeye başlandığı anda Tevfik İleri göreve getirildi. Tevfik İleri ise TBMM’de fırsatını bulduğu ilk anda enstitülerin kapatılması gereğini dile getirdi. İlginç bir adım olarak eski Amerikan Koleji olan Kızılçullu Köy Enstitüsü önce Kız Öğretmen Okulu’na dönüştürüldü, ardından kız öğrenciler Bolu Kız Öğretmen Okulu’na gönderilerek, bina NATO’ya tahsis edildi. Bu bina ise, hala NATO karargahıdır. 1952 yılına gelindiğinde tüm enstitüler “Köy Öğretmen Okulu” adını aldı. Bakan Tevfik İleri ise, Tonguç döneminden kalma öğretmenleri tasfiye etmek ve öğrencileri kışkırtmak adına sürekli ayrıştırıcı bir politika izledi. Bu dönemde alınan kararlardan en acısı ise, ücretsiz eğitim alan ve sadece durumu olmayan köy çocuklarına eğitim vererek fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıran enstitü anlayışı ortadan kaldırılarak, şehirli çocukların gelmesinin önü açılmış, ücretsiz eğitime son verilmiştir. Daha önce alınan kararlara bağlı olarak köy kızları ve oğlanları ayrıştırılmıştır. Böylece aydın-halk uçurumu sorun olmaya devam etmişti. Bozdukları eğitimi düzeltmek için DP, 1950-54 yılları arasında Florida Üniversitesi’nden Dr. Kate Wofford’u Türkiye’ye davet etti. Hedeflenen, bozulan enstitü yerine yeni kurumsallaşma meydana getirmekti. Enstitüler ile ilgili yaptıkları çalışmalar sonucunda rapor hazırlanarak, Kate Wofford’a sunuldu. Bu rapora göre Köy Enstitüleri’ toptan kaldırılmalı, yerine kent okullarıyla aynı müfredata sahip kurumsal yapı meydana getirilmeliydi. Wofford ülkesine dönerken  yanında öğretmenleri götürecek böylece Amerikan eğitim sistemini ülkelerine döndüklerinde uygulayacaklardı. Böylece yapı işleri, eğitim içinde iş – iş içinde eğitim anlayışı eğitimden çıkarıldı. 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan yasayla, Köy Enstitütleri Öğretmen Okullarıyla birleştirilerek tarihin tozlu sayfalarına karıştı.

 

Ozan Utku ARICAN

 

Kaynak: Editör:
Etiketler: Türk, Rönesansı:, , KÖY, ENSTİTÜLERİ, , (1940-1954),
Yorumlar
Haber Yazılımı