Söz konusu Türkçeyse gerisi teferruat
Haber
22 Ekim 2024 - Salı 00:06 Bu haber 529 kez okundu
 
Söz konusu Türkçeyse gerisi teferruat
Türkçe için asıl tehlikeyi gören aydınlar bir araya gelemediler, Necmettin Bey ile Aydın Bey çok önemli bir konuda aynı düşüncede oldukları halde bir araya gelemediler. Belki de bizim anlayamadığımız bir güç onların yan yana gelmelerini istemedi ve kendi projelerini rahatça uyguladılar.
Manşet Haberi
Söz konusu Türkçeyse gerisi teferruat

1970’li yıllarda politik tartışmalardaki sertleşmeler, kavgalar, gerginlikler sağ ve sol aydınları birbirinden uzaklaştırdı. Bir araya gelmeleri gereken, yan yana durmaları gereken konularda da anlaşamadılar. Anlaşabilecekleri konularda da anlaşamadılar. Dil Devrimi, dilde özleşme bu anlaşmazlıkların başında yer aldı, sağ ve sol kesim arasında uzayıp giden önemli bir kavga nedeni oldu.

TDK’ye uzun yıllar muhalefet eden, özleşme yanlılarını eleştirenlerden biri de Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu idi. Özleşmecilerden hep “uydurmacı” diye söz eder, onlara “hasta”, “hain” diyecek kadar aşırı, sert bir dil kullanırdı.

Özleşmeciler iki öbekti ona göre: 1) Hainler grubu. 2) Gafiller grubu. Bu heyecanlı, öfkeli dil rahmetlinin ne adına, ne unvanına uygundu. Ama zamana, ortama uygundu, zaman öyle bir zamandı işte. Hacıeminoğlu’nun en çok eleştirdiği yazarlardan biri TRT Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Turgut Özakman’dı. Hasta, hain gözüyle baktıklarındandı o da, bu değerli yazara epey yüklenmişlerdi.

Turgut Özakman bile aşırı bulunuyordu.

Zaman öyle bir zamandı.

Yalnız TDK değil, TRT, Milli Eğitim Bakanlığı da özleşme karşıtlarının sık eleştirdiği kurumlardandı.
Bu sert tartışmalar elbette sağ ve sol kesimdeki aydınların bir araya gelmelerini zorlaştırdı, bu tartışmaların gerisinde siyaset vardı, siyasetçi vardı. Aydınlar bilimden çok siyasetin etkisindeydiler, bu yüzden çok önemli konularda soğukkanlı olamadılar, bir araya gelemediler.

Hüseyin Namık Orkun, Atatürk ile bir söyleşi sırasında dil devrimindeki bazı aşırılıklardan söz açtığında, Atatürk önlerindeki bira bardaklarını doldurmasını istemiş ondan. Doldurulan bardakların üstü köpüklenip taşınca, Atatürk; “İşte bizim de yaptığımız bu, köpürüp taşanlardan sonra geriye kalanları kullanacağız.” demiş.

Necmettin Hacıeminoğlu, Nihad Sami Banarlı, Muharrem Ergin, Faruk Timurtaş gibi yazarlar o köpüren, taşan kısımla uğraştılar, yalnız oraya baktılar, geriye kalan kullandığımız kısmı, tutan, yerleşen binlerce sözcüğü görmediler. Turgut Özakman, Cahit Külebi, Melih Cevdet Anday, F. H. Dağlarca, C. A. Kansu, Oktay Akbal, Doğan Aksan, Vecihe Hatiboğlu, Gündüz Akıncı, Macit Gökberk, Şerafettin Turan, Aydın Köksal gibi yazarlarla, bilginlerle bir araya gelemediler. Oysa bir araya gelebilirlerdi, gelmeliydiler.

Necmettin Hacıeminoğlu’nun, köpüren kısmın altında kalanı görecek bir birikime, sağduyuya sahip olduğunu, türetme çalışmalarına çok da karşı olmadığını düşündüren satırlar da var kitabında:

“Bugün hiç kimse eski terimlerin muhafazasını istememektedir, terimlerin, tercihan, Türkçe köklerden ve dilimizin gramer kaidelerine uygun olarak yapılması hepimizin arzusudur.” (Türkçenin Karanlık Günleri, s. 32)

Aslında bütün sorun terimlerin Türkçeleştirilmesi, terim üretilmesiydi, asıl erek Türkçeyi bilim dili yapabilmekti, Atatürk de bunu istiyordu. Terimler konusunda anlaştıktan sonra gerisi boş, gereksiz tartışmalardı.

Necmettin Hacıeminoğlu gibi bilginler bardağın hep köpüren kısmına değil de altına baksalardı çok güzel işler yapıldığını göreceklerdi.

Örfi idare, ehlivukuf, müsellesi mütesaviyül adla, kürevat-ı hamra, kürevat-ı beyza, kompüter yerine sıkıyönetim, bilirkişi, eşkenar üçgen, alyuvar, akyuvar, bilgisayar denilmesine Hacıeminoğlu’nun da itirazı yok. Yazdıklarına göre, kürevat-ı beyza’yı, kürevat-ı hamra’yı o da sevmiyor. Bunları sevmeyen bir yazar şunların da Türkçeleştirilmesini isteyecektir:

İnaktif (etkisiz), infilamasyon (yangı), turne (iş gezisi), lanse etmek (tanıtmak, öne çıkarmak, öncelemek), meni muhakeme (yargılamayı önleme), otarşi (özerklik, öz yeterlik), redüksiyon (indirgeme), takometre (hızölçer), vasıtalı vergi (dolaysız vergi), zooterapi (hayvansal sağaltım), diyetetik (besinbilim, besinbilimsel), absorbe (emilim), absürt (saçma, usdışı), egzistansiyalizm (varoluşçuluk)…
Sözünü ettiğim aydınlar köpüren kısma değil, Atatürk’ün işaret ettiği yere, bardağın altına baksalardı, dilimize böyle ne güzel terimler kazandırıldığını göreceklerdi.

Türkçeyi bekleyen asıl büyük tehlikeyi taa 1970’li yıllarda Necmettin Hacıeminoğlu da görmüş, bizi uyarmıştı, üstelik tehlikeyi çok erken görenlerdendi. Şu yazdıkları özleşme yanlılarının da en büyük davasıydı:

“Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nde sayıları yüzü bulan lisenin de resmi öğretim dili İngilizce, Fransızca ve Almancadır. Ayrıca nüfusu otuz bini aşan her kasabada aşağı yukarı bir özel kolej vardır. Bunlarda da öğretimin ağırlık merkezini İngilizce teşkil eder.

"Son günlerde ise İngilizce öğretimin ilkokul sıralarından itibaren başlaması gerektiği fikri yaygınlık kazanmıştır. Bir de askeri liselerin kolej haline gelmesi için yapılan çalışmalar tamamlanıp yabancı dil öğretimine başlanmıştır…

"Fakat ne hazindir ki 400 yüz yıl İngiliz sömürgesi olarak yaşayan Hindistan’da bile böyle yüz kızartıcı bir hal görülmezken, Türkiye’de bazı köle ruhlu aydınlar bunun müdafaasını yapmaktadırlar.” (Türkçenin Karanlık Günleri, s. 130)

Başta “bilgisayar” olmak üzere dilimize güzel sözcükler kazandıran Aydın Köksal, uzun bir süre eski TDK’de önemli görevlerde bulunmuş, Türkçeye çok emek vermiş bir aydındır. O da dilimizi bekleyen asıl tehlikeyi anlatmak için yıllarca çırpınıp durdu, kitaplar yazdı:

“Önlem alınmazsa bu durum, kaçınılmaz biçimde, öğretim sorunundan da önemli başka bir soruna yol açacaktır: Türk ulusunun birliği ve bütünlüğünün yaralanması. Bu kaçınılmaz sonuç, yabancı dille öğretim yanlışının bedelini, Türkiye’nin gelecekte çok pahalı ödemesi demektir.” (Yabancı Dille Öğretim, Öğretmen Dünyası, Ankara 2000.)

Türkçe için asıl tehlikeyi gören aydınlar bir araya gelemediler, Necmettin Bey ile Aydın Bey çok önemli bir konuda aynı düşüncede oldukları halde bir araya gelemediler. Belki de bizim anlayamadığımız bir güç onların yan yana gelmelerini istemedi ve kendi projelerini rahatça uyguladılar.

Keşke yıllar önce, “Söz konusu Türkçeyse gerisi teferruat,” diyerek bir araya gelebilselerdi.

Kaynak: Editör:
Etiketler: Söz, konusu, Türkçeyse, gerisi, teferruat,
Yorumlar
Haber Yazılımı