Devletçilik ve Ötesi
Haber
14 Ocak 2022 - Cuma 15:24 Bu haber 3590 kez okundu
 
Devletçilik ve Ötesi
Ozan Utku Arıcan yazdı..
- Haberi
Devletçilik ve Ötesi

2021 yılı toplum ve devlet için sınavlarla dolu bir seneydi.  Pandeminin sarsıntıları ekonomik gücün ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Dövize bağlı ekonomik yapının kurulduğu bir yapıya sahip olduğumuz için doğal olarak pandemi süreci boyunca ekonomik sallantılar yaşadık. Sarsıntının etkisinin bu denli yaşanmasının tek sebebi pandemi mi? Hepinizin bildiği gibi, elbette siyasi etkenlerin olmadığına inanmak, gerçeğin ışığına perde çekmektir. Çünkü, Osmanlı’dan bu yana ekonomide yabancı etkisini sürekli yaşadık ve 2. Dünya Savaşı süreciyle İngiltere’nin tahtına ABD’nin oturmasıyla birlikte, ekonomimizi dolara endeksli hale getirerek, ABD’nin politikaları eşittir ekonomide istikrar dönemi devri başladı!?

 Bir çoğumuz bunu internette gezinen kesplerde denildiği gibi, “ dış güçler tabi canım! Her şey dış güçlerin yüzünden zaten…” diyerek etkisizleştiriyor ancak bizi bu duruma getiren en önemli yapıtaşı tarih boyunca dış güçlerin ağabeyliğini kabul ettiğimizden; politikalarını desteklediğimizden ve bu süreçte ekonomik üretim sürecine geçerek bağımsız bir ekonomik yapıya zamanla uzaklaşmamızdan kaynaklandı.

 Biz bu küresel devletlerin kapısını neden çalıyorduk? Neden ihtiyaç duyduk? Hiç mi ihtiyaç duyulmamalı? Mesela, ABD emperyalizmini bilip, doların varlığını, ulusal devletin varlığını ret ederek bu süreç aşılır mı? Kesinlikle kurulan ilişkiler, ne yazık ki, bu bakış açısıyla değerlendirilemez. ABD gibi tüm ülkelerle ulusal hassasiyetler bir yana itilip ticari ve sosyal ilişkiler kurulur.

Kuşkusuz,devlet gibi düşünen hiç kimse atacağı adıma, söze, düşünceye duygusallık karıştırmamalıdır. Diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin temel kuralıdır.Ülkeler ve devletlerarası ilişkilerde ülkeler ve devletler, sadece karşılıklı çıkar ilişkilerini gözetir ve kimi zaman tavizler verilir. Taviz ise, belli sınırlar içerisinde oluşur. Örneğin Türkiye şunu diyemez, “ Ey ABD, senin yaşadığın enflasyonu ben çözerim. Ancak devletin içinde bir devlet kuracağım. Askerlerini ben yetiştireceğim. Sen, benim politikalarıma uyacaksın. Benim propagandamı toplumuna yapacaksın. Kurumlarını kurarken beni örnek alacaksın…” . Peki neden? Bugün yaşadıklarımızın tam tersi olarak,ABD güçsüz bir ülke, Türkiye güçlü bir ülke olsa, ülke içinde doğru kararlar veremeyen bir yönetim de olsa elbette bu emperyal yaklaşımı  kabul edebilir. Yani balık avlamayı değil de, sadece ağzına bir parmak bal çalınan bir ülkeden söz ediyoruz.Bu bakımdan kapitalist emperyalizmin davranışlarına uygun olarak, Türkiye bunu talep edebilir. Ancak, Türkiye hiçbir zaman emperyalist bir politik-ekonomik  ve fiili yaklaşım içerisinde hiçbir zaman olmadı. Bu nokta da bugün Türkiye’nin dış politikasında ülkeler arası ilişkilerde  “kazan-kazan” politikasının iyi bilinmesi ve iyi anlaşılması gerekiyor. Türkiye ülkeler arası ticari ve politik ilişkilerinde  “ Ben ihtiyaçlarınızı karşılarım. Sizde şu ihtiyacımı karşılayın” diyebilir. Yani ihtiyacın boyutu, devletin anahtarlarını teslim etmeye varamaz..! Bu sömürgecilik ya da emperyal bir ilişki ,Efendi-köle ilişkisi değildir.

Mustafa Kemal Paşa milli mücadelenin askeri kanadını başarıyla kazandıktan sonra İzmir İktisat Kongresi olarak tarihe geçen ve ardından Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu gündeme getiren bir ekonomik bağımsızlık sürecine ülkeyi sürüklediğinde; 1930 yılı itibariyle dünya ülkeleri 1929 ekonomik buhranıyla krizden krize koşarken devletçilik politikasını neden gündeme getirdi? Ya da neden SSCB ile yakınlaşarak, milli mücadele döneminde olduğu gibi bir dizi yardım ve yatırım almaya çalıştı? Hatta Venizelos’la bile arasını düzeltmeye çalıştı! İnanmadınız değil mi? Mustafa Kemal İzmir’e geldiğinde yere serilen Yunan Bayrağını sizce boşuna mı kaldırttı? Çünkü, o bir devlet adamıydı. Devletler; duygularla, ani tepkilerle, onun bunun ateşli hisleriyle yönetilmez ve hareket etmez. Akılla, politikayla, ulusal çıkarlar gözetilerek yönetilir.

Mustafa Kemal Atatürk, bağımsız bir ekonominin yaratılmasını çok önemsiyordu. Son günlerde sıklıkla dile getirildiği gibi, bunu bir “kurtuluş savaşı” olarak görüyordu. Çünkü ne olursa olsun, üretimi gözeten bir ekonomi, her türlü etkiye karşı ayakta durabilir. Dış baskılara karşı dayanabilir. Parasının değeri, ekonomik gücüyle artar. Ya da parasının diğer ülkelerce kullanımını önemser, dolaşımı arttırır. Merkez Bankası kurulduğu zaman, Türk parasının değerinin korunmasını, para  politikasının siyasi etkilerden uzak olmasını gözetmişti. O yüzden adı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası konuldu. Diğer taraftan güçlü bir ekonomi başlı başına yetmez. Onu tamamlayan parçalardan biri de askeri güçtür. Askeri güç güvenlik ve dış politikada gücünüzü belli eder. Aynı şekilde eğitimi güçlendirmek demek, bilimsel gelişmeleri, yetişmiş elemanı temsil eder.  Kurulan sistemin bir çok oranda desteklenmesi gerekir, halka anlatılması gerekir.

Örneğin: siyasi anlamda istikrar sağlanmaz, kamuoyu desteği alınamazsa burada bir çok sorun ortaya çıkar. Ancak sistemin ayakları istendiği gibi sağlamsa, demokratik seçimlerde halk tercihini doğrudan yana yapar ve istikrar sağlanır. Mustafa Kemal Paşa bu adımları atarken, tek bir şeyi biliyordu, Türkiye bağımsız bir ekonomik yapıyla hareket etmeli, ordusunu güçlendirmeli, eğitime ve bilime önem vermeli, endüstri devrimine geç kalan ülkeyi sanayi ve tarımla yükseltmeliydi. ABD’nin dünya sahnesine çıkışı da bu kapsamda herkes için önemliydi.

Ancak  Atatürk sonrasında yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin aksi yönde politikalar geliştirdiği, toplumun tepkisinin doruk noktasına ulaştığı, gençlerin zamansız ve yazık şekilde yitirildiği; darbeler dönemiyle senelerce geriye gittiği bir süreci doğurdu.

Peki ne yapmalı?

Bağımsız ve devlet eliyle toplum yararına girişimlerin olduğu bir düzene yönelmeli. Bu girişimler sanayici-toplum-devlet arasındaki dengeyi gözetmeli. Buna iktisat literatüründe karma ekonomi deniyor. Ancak bir kısmın değil, tüm yönleriyle süreç doğru hattı bulmalı. Devlet eksikleri tespit etmeli, devletçilik ilkesinin ruhuyla, gerekirse kendisi üretime girebilmeli. Piyasalarda , ülke ve halk yararına ekonomik açıdan bir denge unsuru olabilmeli. İhracat bu doğrultuda artmalı, ithalat azaltılmalı. Kapitalizmin vahşi ruhuyla, neo-liberal ekonomik-politikalara, tekelleşme ve kartelleşmeye izin vermemeli. . Çünkü, burjuva sınıfının  sadece kendi çıkarlarını düşündüğü yerde ancak toplumsal memnuniyetsizlikler artar, eşitsizlikler doğar, derinleşir.

Bu en çok kimin elini güçlendirir? 

Toplumsal kaos isteyenlerle ve Ukrayna ile Kazakistan’ı karıştıran, Afganistan,Irak ile Suriye’yi ateş ve kana boğan güçlerin.!

Kaynak: Editör:
Etiketler: Devletçilik, ve, Ötesi,
Yorumlar
Haber Yazılımı