|
|||
13 | |||
Ozan Utku ARICAN | |||
oznn.utkk@gmail.com | |||
Ben, ayın 13’üne rastgelen bir günde dünyaya geldim. Herkesin uğursuz kabul ettiği bir günde, sıradan bir insan olarak büyüdüm. Her canlı gibi hayatın türlü ihtimalleri içinde iyi ve kötüyü gördüm. Her başarının sonunda bir mutluluk ve yeni yolların olduğunu, yürüdüğüm yolda türlü sorunların ve başarısızlıkların olduğunu da gördüm her insan gibi. Bu inanışa saplanıp kalsaydım, herhalde ne bahtsızım diye kendi yalnızlığım ve mutsuzluğumla yoğrulur, hayatı ertelerdim. Belki de yaşanan her kötü olayı 13’e yorardım.
13, bir çok insan için uğursuz bir sayı olarak kabul edilir. Sanki insan bu rakamla karşılaştığında tüm hayatı tepe taklak olacak gibi hisseder. Kapkara bir sis perdesi tün yaşanacakların üzerini örter. Olacak olan olmaz olur; aşılacak olan tepeler bir bakmışsın gözünde büyümüş… ‘Ayy 13 mü! Uğursuuuuz’ der yüzyılların getirdiği korkuyla kendimizi yer dururuz. Yetmez, bir de insanlara da bu inanışı aşılarız, “13’ünde mi doğdun? Uğursuz günde doğdun demek”. İnsanın doğduğu güne kadar uğursuz olan bu sayı aslında uzun yıllar kat ederek bugüne ulaştı.
Ben, ayın 13’üne rastgelen bir günde dünyaya geldim. Herkesin uğursuz kabul ettiği bir günde, sıradan bir insan olarak büyüdüm. Her canlı gibi hayatın türlü ihtimalleri içinde iyi ve kötüyü gördüm. Her başarının sonunda bir mutluluk ve yeni yolların olduğunu, yürüdüğüm yolda türlü sorunların ve başarısızlıkların olduğunu da gördüm her insan gibi. Bu inanışa saplanıp kalsaydım, herhalde ne bahtsızım diye kendi yalnızlığım ve mutsuzluğumla yoğrulur, hayatı ertelerdim. Belki de yaşanan her kötü olayı 13’e yorardım.
13’ün benim için bir diğer anlamı ise, Tolstoy ile tanıştığım yaşa denk gelmesi. Bir gün ‘İnsan Ne İle Yaşar?’ adlı kitabını kitabevinde gördüğümde sorgulayan ve merak uyandıran bu başlık beni cezbetti. Çok iyi hatırlıyorum, hikayeyi okurken sevginin ve mucizenin bu kadar güzel ve incelikle anlatılmasına gülerek şaşırmıştım. Hala rafımda kendisi, 13 yaşımın izlerini hatırlatırcasına göz göze geliyoruz ve beni gülümsetmeye devam ediyor.
Yıllar sonra düşün seviyem geliştikçe, bizi kuşatan ne kadar çok tevatür olduğunu daha iyi gördüm. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli şey düşünebilmesiydi. Ancak bu gücünü neden kullanmıyordu? Seçim yapmak konusunda bilgisi vardı. İnsanın geldiği nokta itibariyle bilgiye ulaşmak çok kolaydı, ancak ulaşmak istemiyor ve etkilere karşı demirden bir zırh örüyordu. Hatta kaçıyordu. İyi ne varsa arasına bariyerler örüyor, sadece anlayabildikleriyle yetiniyordu. Ya da duyduklarını bir anda doğru kabul ediyor, gerçeğin kaynağından su içer gibi kana kana tozpembe köpüklerle beziyordu kendini. Zannediyor ki Köroğlu gibi içtiği köpükler ona aydınlığı getirecek. Mucizeyi doğuracak. Ancak esas mucize ve aydınlığı kafasında taşıdığını bilmiyor.
Sonra 13 beni daha da derinlere sürükledi. İnsanlar neden buna ve bunun gibi türlü tevatüre sarılıyor? Ve yıllar sonra Matrix filmi bir kitabın kanlı canlı haliyle bizlere bir çok mesaj verdi ve paradoksal derinlerine bizleri sürükledi. Gerçeğe sımsıkı sarılıp mücadele edenler ve halüsinasyondan ibaret olan bir Dünya’da yaşayan insanların dünyasına. Uyanış. Uyanış için mücadele etmek, Nazım’ın deyişiyle ‘Akın var akın güneşe akın, güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın’. Sesi hala kulaklarımızda büyük devrimcinin. Hala kurşun eritmeye çağırıyor bizleri. Ben de betondan zindanlarımızı eritmeye çağırıyorum.
Yıllar sonra cehaletin kara perdesinin yırtılması için mücadele etmenin ne kadar onurlu ve şerefli bir yol olduğuna kanaat getirdiğimde, ‘hayatımın çizgilerini buna göre şekillendirmeliyim’ demiştim. O zaman liseli bir ergendim oysa… Neyi ne kadar bilecektim? Ancak yine elime bir şey geçmişti. Paulo Coelho’nun Işığın Savaşçısının El Kitabı. Hiç unutamam, kitabı okumaya okulda başlayıp, gece hastanedeki yoğun bakımda bitirmiş, yine 13’ümde olduğu gibi gülüyordum. Kimi rahatsız olur, hala gerçeği gördüğümde, bulduğumda gülmeye başlarım.
Sonra ufka dalar, yeni ufuklara dalarım.
|
|||
Etiketler: 13, |
|