|
|||
TARİHTE BİR YOLCULUK.. (1) | |||
Ozan Utku ARICAN | |||
oznn.utkk@gmail.com | |||
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni rektör atamasıyla birlikte, Boğaziçi Üniversitesi eylemleri Türkiye’nin gündemine oturdu. Sosyal medyanın ve bir çok faktörün etkisiyle eylemler gün geçtikçe uluslararası bir boyut kazandı. Ülkelerin korona ile sarsıldığı, 2021’e girerken ABD seçimleriyle Biden’ın göreve gelmesi, Myanmar darbesi derken küçücük bir eylem nasıl böyle bir boyut kazandı; ince düşünülüp sık dokunmuş bu oyun ağı, Türkiye’yi hangi açılardan ne şekilde zorladı, tüm televizyonlar bunu tartışmakta. Basitten karmaşığa gelişen bu olay kaosunda kimin eli kimin cebinde belli değil belki de ancak iyi takip edildiğinde farenin deliğine giden ipi görerek, karanlık tünelde bize kimin el salladığını, ışığı kimin yaktığını görmek zorundayız. Eğer bu tarihsel zorunluluğu aşamazsak, Türk toplumuyla kedinin fareyle oynadığı gibi veyahut ‘cambaza bak’lar ile oynar dururlar. Oltaya takılmış balığın yeme ihtiyacı yoktur.. Filhakika, çağımızın en büyük silahlarından birisidir manipülasyon ve propaganda. Bizler, bilgi kirliliğinin bu kadar arttığı haber alma çağında, ancak, ‘oltaya balık’ oluruz. Rockefeller’ın da dediği gibi, ‘Oltaya takılan balığın yeme ihtiyacı yoktur!’. Gelin objektif olarak tarafları değerlendirmeye çalışarak, bilginin ve mantığın hüküm sürdüğü şu tertemiz zihin dünyasında kısa bir yolculuğa çıkalım. Ben kendimce görüyorum, anlıyorum, duyuyorum; sizler de şöyle bir göz gezdirin, bakın ve propagandadan sıyrılarak, sadece doğruyu arayın. Çünkü, ancak doğruyu arayanlar, çözüme ulaşacak; ancak bilgiye inananlar, gerçeği bilerek yaşayacak. Akıl sağlığı yerinde olan her birey demokratik haklarını kullanmakta özgürdür. Toplumun her bir ferdinin haklarına saygı duyarak özgürlüğünü yaşayabilir ve isteklerini gerçekleştirmek, haykırmak, göstermek isteyebilir. Bunda bir sıkıntı görmüyorum. 21. Yüzyılda insanca yaşamın en temel direği, yaşamak hakkıdır. Kesinlikle itirazımız olamaz. Teni, rengi, kaşı, gözü, cinsiyeti, yaşadığı çevre, kültür, din, dil ayrımı gözetilmeksizin tüm insanlar eşittir, hürdür, ortak bir hukukla birbirlerine bağlıdır. Devlet ise, küçük toplulukların tarih içindeki yolculuğunun sonucunda, güvenlik ve ekonomik gerekler noktasında var olmuş sistemli bir yapıdır. Devlet; bize verilen bu hakları korumak, hakkımızı savunmak, güvenliğimizi sağlayarak, yaşamımızı kolaylaştırıp geliştirmek için vardır. Türklerin devlet ve toplumsal yaşamı En basit tabiriyle devlet, bir çınar gibidir. Hatta biz Türkler, tarihsel ve toplumsal açıdan, devletimize öyle bağlıyızdır ki, anamız veya babamız olarak görür, yeri gelir devleti kendimizden üstün tutar, kendi canımızdan vazgeçer, onu yaşatmak için gözümüzü kırpmadan canımızı veririz. Bu bize öyle işlemiştir ki devlet adamlarını dahi kut halinde gören binlerce yıllık anlayışı halen sürdürmeye devam ediyoruz (diğer toplumlarda olduğu gibi). Biz, Türk halkı olarak, Anadolu’ya taşındığımızda, Orta Asya kültürünü de yanımızda taşıdık. Toplumumuz klasik çekirdek ailelerden meydana geliyordu. Biz belli tarihlerde demografik hesaplama yaparken halâ bir aileyi 5 kişi olarak hesaplarız. Yani tek eşlilik oranının hakim olduğunu söyleyebiliriz. Yine Osmanlı toplumunda, aile yaşamını incelediğimizde, 90 oranında tek eşli çekirdek ailelerden oluşan bir toplum yapısıyla karşılaşırsınız. Bu toplumun içerisinde elbette geçmişte ve günümüzde olduğu gibi sorunlar yaşanmaktaydı.
Türkler ve adalet ve özgürlük anlayışı Hiçbir sorun, yepyeni ve aniden gün yüzüne çıkmadı, çıkmaz. Toplumsal sorun ve sıkıntılar geçmişin bir kalıntısı ve devamıdır. Biz Türkler, Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiğimizde, eşitlik ve adalet anlayışı ve hoşgörüyle geldik. Bilge Kağan Yazıtları’nın içeriğine bir göz atarsanız, 735 yılında, eşitlik, adalet ve özgürlük anlayışının daha o dönemden itibaren toplumumuzda ve devletimizde yer ettiğini tüm çıplaklığıyla göreceksiniz. İşte biz, Anadolu’ya geldiğimizde farklı etnik yapıdan, dinden ve dilden insanlarla bu sayede kısa sürede kaynaştık. Hatta farklı etnik kökenlerden, dinlerden ve kültürlerden gelenler bize kurtarıcı gözüyle baktılar. Çok kısa bir sürede, Anadolu’nun hakimi olmayı başararak, devletleştik. Zaman içerisinde Rumeli’ye kadar yayıldık. Avrupa’yla köprümüzü bu sayede kurduk. Böylece Avrupa ve Asya kıtalarının birleşim noktasına ve 1453 ile başlayan süreçte Akdeniz, Ege, Karadeniz bölgelerine hakim olduk. Bu süreç, aynı zamanda bizim imparatorluğumuzun başlangıcı oldu. Şimdi bunları niye söylüyorsun, Boğaziçi’yle başladın, Türk Tarihini, Osmanlı Tarihi’ni anlatıyorsun diyeceksiniz. Evet, anlatıyorum çünkü, devletimizin askeri olarak güçlenmesi sonucunda coğrafi olarak genişlemesi ve bir çok bölgeye hakim olması, toplumsal olarak adeta bir mozaik haline gelmemize etken oldu. Bugün yaşadığımız bir çok sorunun altında da, bizim bu gerçekleri sağlıklı ve doğru şekilde anlayamamış ya da aktaramamış olmamızın etkisi olduğunu düşünüyorum. 25 milyon kilometrekareden, 783 bin 562 kilometrekareye… Osmanlı Devleti, etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, folklorik vs. öyle bir toplumsal zenginliği bünyesinde barındırıyor olmasına rağmen, yaşadığı bir çok sorun karşısında toplumsal farlılıkları bir zenginlik olarak, devlet çatısı altında birleştiremedi. Yaşadığı sorunları kendi iç dinamikleriyle çözemediği gibi aksine, Batılı devletleri iç sorunlarına karıştırarak, onların kurumsallaşmasına ve müdahalelerine olanak sağladığı için, topraklarının çoğunda tutunamadı. Toplumsal birlik ve beraberliği sağlayamadığı ve ortak bir mefkurede birleşilemediği için, sömürgeci ya da emperyal akbabalar, devleti parçalamak için yıllarca uğraştı. Biz ise, yanlışlarımız, güçsüzlüğümüz sonucunda, dayanabildiğimiz kadar dayandık, ve şimdi de o topraklar üzerinde yaşıyoruz. Düşünsenize, yaklaşık 25 Milyon kilometre kare topraktan, 783 bin kilometre kare toprağa… İşte bugün geldiğimiz nokta bu… Binlerce şehit vere vere, adeta Anadolu’yu kale belledik. Tam da bu dağılma sürecinin içerisinde bir çok muhalif grup doğdu. Namık Kemal’ler, Ziya Paşa’lar, Ali Suavi’ler, Ahmet Rıza’lar, Mithat Paşa’lar, Mehmet Akif Ersoy’lar vs. gibi muhalif taraflar seslerini yükselttiler. Biz bunu Tanzimat süreciyle başlattık, istibdad dönemiyle bastırdık, İttihat Terakki’yle de bunu devam ettirdik. Hatta yeniliğin taraftarı olduğunu söyleyenler baskının zamanla kendisi haline geldiler. Kimisi Abdülhamid’i karalamaktan öteye gidemedi, kimisi İttihat Terakki’ye saldırmaktan... Özellikle bu iki iktidar dönemini her incelediğimizde, devlet-toplum-emperyalizm üçlüsünün çatışmalarını tarih kaydetti. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’nın küllerinden doğdu Yine de devlet ve toplum, yüzyıllardır inandığı yolda yeniden birleşmesini, ayağa kalkmasını da bildi. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Halkı, her bir parçasıyla, bir bütün olarak, bu mücadeleye destek verdi ve tek bir bayrak altında birleşerek, hem emperyalizme hem de emperyalistlerin maşası Yunanistan’a diz çöktürdü. Lozan Barış Konferansı’nda da eksiğiyle fazlasıyla önemli bir diplomatik ve siyasi bir başarılar elde ederek, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı başardı. Bir anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğdu. Öyle ki, devletleşme, Osmanlı devletleşmesi, kurumlar onun nezaretlerinin vekaleti olarak anılmıştı. Hiçbir zaman tarih aslımızı inkar etmemizi söylemeyecektir. Filhakika Osmanlı Sancağı’nda da Ay Yıldız vardı, Kanuni Esasi Osmanlı’nın da Anayasası aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de Anayasası’ydı. Bir diğer husus da, özellikle günümüze kadar hep korundu ve gözetildi Pragmatizm. Bu tüm devletler için halâ geçerli ve kullanılma zorunluluğu olan bir ideolojidir. Batı’nın dünden bugüne Sevr özlemi.. Evet, Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar, aslında devlet geleneği ve zengin köklü bir kültürün taşındığını, hoşgörü, adalet, özgürlük ve eşitlik duygularının toplumumuzda var olduğunu; devlete bağlılığın sebebinin yüzlerce yıla dayandığını; Sancak ve Bayrağın iki kutsal olduğunu( Kur’an ve Kabe’de dahil); toplumumuzun doğal olarak çekirdek aile şeklinde geleceğe taşındığını ve ortak mefkuremiz, yani milletin varlığı ve özgürlüğünden kısaca bahsettik. Bu değerler ve bir çok değerimiz günümüze kadar taşındı ve devlet ile toplumsal yaşamımızın yapı taşlarını meydana getirdi. Diğer yandan, bir çok ideoloji ve dış etkenler de bizi ciddi olarak etkiledi ve değiştirdi. Örneğin Fransız İhtilali tüm dünyayı salladı, ulus devletçikleri ortaya çıkardı. Osmanlı’nın toprak kayıpları yaşamasının en temel tetikleyicilerinden biri, Fransız İhtilali’nin Avrupa’daki yankıları ve Avrupalı devletlerin bunu az gelişmiş ülkelerde paylaşım oyununa alet etmeleriydi. Örnek verecek olursak, bizden kopmak isteyen etnik gruplar, öncelikle etnik ve dinsel milliyetçilik kışkırtılarak, Batılı ülkelerin oyununa geldiler. Fransız Burjuva ve Sovyet Devrimi’nin tarihsel ve toplumsal etkileri Feodaliteden Kapitalizme geçiş,1879 Fransız Devrimi, ulus devletler ile milliyetçilik rüzgarlarının tüm dünyayı kasıp kavurduğu, monarhların ve imparatorlukların yıkıldığı tarihsel süreçte tarihsel ve toplumsal diyalektiğin doğal sonucu olarak günümüze kadar etkileri devam eden bir diğer olay ise, 1917 Bolşevik Devrimi oldu. Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ciddi manada karışıklıklar yaşandı. Bir çok Avrupa ülkesinde sosyalist hükümetler kuruldu ama kısa süren bu değişim rüzgarları bastırıldı. Anadolu’da ise 1917 Ekim Devrimi’nin yankıları bambaşka oldu. Kimi Marxçı eğilimler kimi İslam ile sosyalizmi birleştirme çabaları yaşandı. Ancak, özellikle ulusal kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet Devleti’nin kuruluş u döneminde muhalif ve sosyalist aydınlar ve örgütlenmeler susturuldu, yasaklandı. Daha çok liberalizm ve devletçi kapitalist anlayış desteklendi. İzmir İktisat Kongresi ile Cumhuriyet Devleti’nin izleyeceği siyasi, sosyal ve ekonomik rota belirlendi. Hızlı bir inkılâp ve ekonomik, politik, sosyal gelişme çabası içerisine girilerek, model olarak, ülkenin yüzü yönetim erki eliyle sol’a kapatılıp, model olarak yüzler Batı’ya döndürüldü. Yüzünü Batı’ya dönmek.. Ülkemizin yakın tarihi ile ilgili özet değerlendirmemize şimdilik burada son noktayı koyacağız. Ülkemiz, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’ne kadar çok zengin bir devlet geleneğine sahip bir ülke. Toplumsal açıdan da tarihsel açıdan da tüm demografik, sosyolojik, etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, folklorik zenginliğini, farklılıkları, bölünmeye, çatışmaya taşımadan, bir zenginlik olarak görerek taşıma geleneğine sahip bir ülke. Günümüzde bile 600 yıllık Osmanlı’nın yönetimsel başarısı sorgulanıp, araştırma konusu yapılıyor. Farklı etnik kökenden binlerce milyonlarca muhacıra vatan olmuş, kaynaşmış, milyonlarca insanımızdan söz ediyoruz. Tarihinizi, tarihsel maceranızı bilmezseniz, dün olduğu gibi bugün de birileri çıkar en masumane nedenlerden ya da taleplerden hareketle, etnik ya da dinsel, kültürel farklılıklarınızı kaşır ve hem devlet hem de toplumunuz açısından bir yara haline getirir. Oysa ki, bu tarih, bu vatan bizim! Ne tarihimizle, ne de vatanımız, milletimiz üzerinde, ne kimsenin aklına ihtiyacımız var. Yıllanmış bu ve benzer oyunların figüranı asla olmayacağız.. |
|||
Etiketler: TARİHTE, BİR, YOLCULUK.., (1), |
|