|
|||
KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM VE EĞİTİM | |||
Ozan Utku ARICAN | |||
oznn.utkk@gmail.com | |||
Ülkelerin kuruluşunda en önemli yapı taşı bir zamanlar gelenek ve göreneğe dayalı sistemsiz bir eğitim sistemiydi. Doğaçlama, üstün körü, bilimsellikten uzak seviyelerde devam eden eğitim, devlet ve toplum yararına gerçekleştirilirdi. Bu en temel anlamıyla hayatta kalmak, aile, hayat, din, meslek edindirme noktasında yoğunlaşıp, üst düzey yöneticiler ile halk arasında farklılık gösterirdi. Bu sınıfsal yapının da alınacak eğitimde farklılık yaratacağını gösteriyordu. Eğitim sürecinde yaşanan bu ayrım, elbette sınıfsal uçurumların varlığını besledi. Ancak bu ayrım toplumsal farklılıklara göre, kimi zaman bıçak gibi iki tarafı ayırdı, kimi zaman da yumuşak bir uyum içinde devam ettirildi. Türkler, tarih sahnesine çıktığı zamandan beri, kendi öz kültürünü korumak için üstün bir çaba içine girdi. Uzun süreçte meydana gelen kültürel değerler, derin tecrübeler içeriyordu. Öyle ki edinilen tecrübelerin bir çoğu kulaktan kulağa aktarılsa da, sistemli bir şekilde özünü korumak için gayretkeş olundu. Kültürel değerlerin korunması merkezinde farklı kültürlerin etkilerinden öz kültürün korunmaya çalışılması elbette etkileri tümüyle ortadan kaldıramadı. Yanıbaşında bulunan Çin kültürünün bir çok konuda Türkleri etkiledikleri bizi bunu açıkça gösterdi. Aynı şekilde Çin kültürü de Türk kültüründen etkilendi. Kültürel etkileşimin toplumlar arasında kaçınılmaz olduğunu, değişimin ve dönüşümün önüne geçilemeyeceğini iki tarafta yaşadı. Bu durum sadece bahsi geçen toplumları değil, Dünya toplumlarını ilgilendirdiğinden, evrensel bir geçerlilik arz etmekteydi. Türkler, kültürel etkileşimlere ve dönüşümleri ciddi bir tehdit olarak görseler de, hiç bir zaman farklı etnik gurupları asimile etmek gibi bir gayeyi benimsemedi. Örneğin Türkler’de eşitlik ve adalet merkezinde, sosyal devlet anlayışı önemsendi ve toplumla entegre olan, onun varlığını, durumunu ciddiye alan bir düşünce etrafında bir araya gelinmişti. Özellikle milletin ve milleti oluşturan etnik tarafların olması, kültürün korunmasını önemsiz bir konuma sürüklemedi. Tam tersi, farklı kültürel etkilere karşı milli benliğin korunmasına özen gösterildi. Yine de kültürlerin birbirine karışması engellenemedi. Ki bu her zaman kaçınılmaz olandı. Hayatın içindeki insana baktığımızda dinamik ve sürekli arayış içinde olduğunu görüyorsak, kültürlerde adeta bir organizma gibi birbirlerini etkiler ve değiştirmek zorundadır. Bu toplumların bütün değerlerine nüfuz eder ve zaman içinde birikerek yeni kültürel formları meydana getirir.
Toplumun ve devletin kaldıracı olan, devamını sağlayan eğitim anlayışı da kültürel olarak etkilendi. Belli bir programa dayalı eğitim sistemi verilse bu geleneksel değerlerin, toplumsal birikimlerin yok olmasına neden olmadı. Tam tersi, hayatın akışı içerisinde farklı ortamlarda bulunan insanların türlü etkiye maruz kalmalarının bir nebze önüne geçerek, tek bir kaynaktan yetiştirme süreci sağlandı. Bu devinimin ve gelişimin zaman içinde daha hızlı gelişmesine yol açtı. Dünya’ya açılan ve bağlar kuran toplumlar, ne kadar iletişimin zor olduğu zamanlar da olsa, iletişim kurmaya devam ettiler. Farklı coğrafyalarda ortaya çıkan gelişmeleri takip edip uyguladılar. Belki de burada en önemli taşıyıcılar tüccarlar ve savaşçılar oldu. Mesela Türkler, diğer toplumlara karşın her bünyesiyle savaşçı bir toplum olarak tarih sahnesinde yer aldığı için yaşanan göç süreçlerin sayısı, büyüklüğü, kültürel etkileri de aynı oranda arttırdı. Neredeyse Dünya’nın dört bir tarafına at koşturmuş olan Türkler, son kalesi olan Anadolu’ya geldiğinde kültürlerin beşiğinde kendini buldu. Köprü vazifesi olmanın yanında, üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyayı Roma İmparatorluğu’ndan devralan Türkler, aynı şekilde imparatorluk değerlerinden ve teşkilatlanmasından faydalandı, entegre oldu. Anadolu’ya gelene kadar elbette bu değişim ve dönüşüm devam etti. Kendi kültürel benliğine, değerlerine, geleneklerine göre her alanda gelişim yaşandı. Böylece binlerce yıllık öz benliğini bir ölçüde kaybetmedi, tam tersi çağın gereklerine göre onu şekillendirdi. Bizler bugün, kültürel durumumuza baktığımızda, tarihsel süreçte yaşanan entegrasyonu, etkileşimi, çok açık bir şekilde görüyor ve yaşıyoruz, yaşayacağız. Çünkü bu dönüşümsel süreç, insan tarih sahnesinde var olduğu sürece hiçbir şekilde durmadan devam edecek.
Tüm toplumların tarihsel sürecini incelediğinizde, yerinde sayan, dönüşemeyecen (kabile değilse) bir toplum göremezsiniz. Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. O zaman bu kültürü korumak için ne gerekiyor, nasıl geleceğe taşınıp yaşatılabilir? Elbette eğitimle. Kültürel değerlerin korunması noktasında eğitimsel sürecin devamlılığı, kültürel muhafazanın zorunluluğunu doğurur.Eğitimin milli benliğe ve ihtiyaçlara göre şekillenmesi, toplumun o gün sahip olduğu bakış açısı, fikri yapısı noktasında belirlenir. Toplumları meydana getiren bireyler ne ölçüde gelişir ve dönüşürse, toplum ve devlet de aynı şekilde dönüşür ve değişir. Diğer toplumlara yetişemeyen, fikri alt yapısı sağlam olmayan, eğitim düzeyi zayıf olan toplumlar ise diğer hegemon toplumun etkisi altına girerler. Bu bir anlamda büyük balık küçük balığı yer prensibidir. Yani kültür ve medeniyet sahasında gelişmiş ve ekonomik olarak güçlü olan bir toplum, her zaman Dünya’da söz sahibidir. Bu kriter günümüz için değerini daha fazla arttırmış durumdadır. 21. yüzyıl içerisinde Türkiye olarak, kültürel ve medeniyet ölçüsünde bir gelişimsel süreç içerisinde gireceksek görüyoruz ki, öncelikle ihtiyaçlar ve dünya koşulları dikkate alınmak zorundadır. Yüzlerce yıl öncesinde kalan, dış etkilere karşı direnemeyen, temel ekonomik, toplumsal ve bireysel ihtiyaçlara göre şekillendirilemeyen gelişmişliği sadece taklitsel varsayımlardan ibaret olan bir eğitim sisteminin bize getireceği hiçbir şey olamaz. Geçirilen süreç içerisinde tecrübeler dikkate alınarak, inşa edilmesi zorunlu dinamik bir eğitim sistemine ihtiyaç olduğu ise su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Apaçık olan bu gerçeklik karşısında, ekonomik sorunların getirdiği bunalım içerisinde daha sorunlu ve eğitimden uzaklaşarak hayata karşı ümitsiz ve umutsuz nesiller yetişiyor. Ve bu nesil ne yazık ki dış etkilere, kültür emperyalizmine, ekonomik baskılara karşı korunamıyor. Ülkelerin kuruluşunda en önemli yapı taşı bir zamanlar gelenek ve göreneğe dayalı sistemsiz bir eğitim sistemiydi. Doğaçlama, üstün körü, bilimsellikten uzak seviyelerde devam eden eğitim, devlet ve toplum yararına gerçekleştirilirdi. Bu en temel anlamıyla hayatta kalmak, aile, hayat, din, meslek edindirme noktasında yoğunlaşıp, üst düzey yöneticiler ile halk arasında farklılık gösterirdi. Bu sınıfsal yapının da alınacak eğitimde farklılık yaratacağını gösteriyordu. Eğitim sürecinde yaşanan bu ayrım, elbette sınıfsal uçurumların varlığını besledi. Ancak bu ayrım toplumsal farklılıklara göre, kimi zaman bıçak gibi iki tarafı ayırdı, kimi zaman da yumuşak bir uyum içinde devam ettirildi.Sınıfsal uçurumların kaliteli ve gerçekleştirebilir bir eğitim nehrinin önünde ancak set oluşturduğu bu günlerde devleti ve toplumu içinden çıkılmaz sorunlar bekliyor. Unutmamalıyız ki, devletler ve toplumlar eğitim kaldıracı üzerinde büyür, gelişir ve hayatına devam edebilir. Medeniyet ve çağın gerisinde kalan her toplum ise tarihin tozlu sayfalarında yok olmaya mahkûmdur.
|
|||
Etiketler: KÜLTÜREL, DÖNÜŞÜM, VE, EĞİTİM, |
|